VEBALİMİZ VAR

vebalimizvar

Sonunda yazacağımı başından yazayım;
Gelinen durumda ülkücü ve milliyetçi camia olarak çok büyük vebalimiz var.

Ve biz, şapkamızı önümüze koyup samimi ve ciddi muhakeme yapmamakta hala ısrarlıyız.

Çünkü gerçekler hoşumuza gitmiyor,
çünkü muhakemenin ortaya çıkaracağı sonuç çok çirkin.
İstediğimiz kadar kabul etmesek de,
istediğimiz kadar görmemezlikten gelsek de aslında hepimiz biliyoruz.
Hepimizin vicdanında içimizi kemiren o acı, ne yaparsak yapalım susturamadığımız o ses var.

Ve günlük telaşlarımızın uğultusunda bastırsak da, akşamları başımızı yastığa koyup karanlıkla baş başa kaldığımızda o ince soluk sesi duyuyor, o acıyı hissediyoruz.
Elbette hepimiz eşit derecede suçlu olmayabiliriz.

Elbette bir çoğumuzun yanılmışlığa, kandırılmışlığa, kullanılmışlığa kaçabilecek bir manevra alanı var.
Bazılarımızın daha fazla, bazılarımızın daha az…
Ama kaç kere kaçtık?
Kaç kere sorumluluğu üstümüzden atıp 'Ama şu reis böyle demişti, şu başkan öyle yapmıştı…' vicdanımızı susturmaya çalıştık?
Ve daha kaç kere bu şekilde kendimizi kandırabileceğimizi sanıyoruz?
Çünkü inanın bana artık kanan sadece biziz.

Yeni bir günah keçisi bulduk.
Rahatız.
Ne de olsa başından dedik Kılıçdaroğlu olmaz diye.
Yine günah bizde değil, değil mi?

Değil işte!
Günah 'yine' bizde değil, çünkü 'hala' bizde!

CHP veya siyasetin sol kanadında yer alan bir başka parti asla AKP'nin alternatifi olamazdı ve olmadı.
Kılıçdaroğlu asla Recep Tayyip Erdoğan'a alternatif olamazdı, olmadı…
Bu işin tabiatına aykırıdır.
Ne bizde ne de başka bir demokraside iktidarda olan muhafazakâr bir partinin seçmeni memnun kalmadığında sosyal demokrat bir partiye yönelmez.
Yöneliyorsa da bu partilerin biri kıl payı sağ kanatta, diğeri ise kıl payı sol kanattadır.

Onun için AKP'nin kuruluşundan beri ona muhalif olabilecek tek parti MHP idi, sonra MHP'den ayrılan diğer oluşumlar.
Onun için Recep Tayyip Erdoğan'a rakip ancak milliyetçi camiadan çıkabilirdi.

İşin tabiatı budur.
Devletler halkın çoğunluğunun karşı geldiği eylemleri, en çok karşı gelen kitleyi temsil edenlerin iktidarında yaptırırlar ki, en sert tepkiler kontrol altına alınsın diye.
Onun için 2. Dünya Savaşından sonra Almanya kendi sınırları dışındaki ilk askeri operasyonunu Bosna Hersek Savaşında Yeşiller Partisi iktidarında onaylattı.
Örnekler çoğaltılabilir.

Onun için İkiz Yasaların altında MHP genel başkanının da imzası gerekiyordu.
Bu da işin tabiatıydı…

Peki biz ne yaptık?
Camiamızı ve fikrimizi siyasi alanda temsil etmekle mükellef olan siyasi kurumun yönetimi AKP'nin gelmesi, başta kalması için ne gerekiyorsa yaparken, biz ne yaptık?
'Kol kırılır yen içinde kalır' dedik.
'Bilmediğiniz şeyler var' dedik…

Hadi biz sıradan vatandaşlar için bu manevra alanımıza ilk kaçışımızdı…
O sonları '…cak, …cek'lerle biten fiilleri bol keseden kullanmayı seven ülkü devlerinin bahanesi ne?

Hadi onlar da insan, yanılabilir diyelim ve onların da ilk yanılmasıydı diyelim…
Sonra?
Hangisi hatasını itiraf etti?
Hangisi alenen bir öz eleştiride bulundu?

Aslında gereken tavrı koymamamızın bir izahı yoktu.
Çünkü tepki vermemiz için birilerinin yansıttığı gibi derin istihbarat bilgilerine, muazzam strateji öngörüye, olağan üstü bir zekaya gerek yoktu.

Biz hepimiz belirli bir fikri savunduğunu iddia edenlerdik.
Bu fikrin kendine has değer yargıları vardı.
Yapılanın, söylenenin bu değer yargılarınla bağdaşmadığını çok rahat görebilirdik.

Hatta ben gördüğümüze bile inanıyorum ama işimize gelmedi.
Şerefimizi birisine sadakatin teminatı sağladık.
Düşünmektense biatı tercih ettik.
Çünkü düşünmek zor, biat etmek kolaydı.

Zaman geçti ve bir çoğumuz artık kaçabilecek manevra alanımızın daraldığını anladık.
Bazılarımız ise istedikleri koltukların, mevkilerinden oldu.
Ve artık bir çoğumuz rahatsızlıklarımızı dillendirmeye başladık.
Yeni arayışlara girdik.
Belki seneler sonra en heyecanlandığımız, arzuladığımız değişime en yakın olduğumuz zamandı.

Ama biz ne yaptık?
Tepkide birleşmektense bölündük…

'Ablacı' olduk, 'Hocacı' olduk, 'Koraycı' olduk, o anın gelmesini bekledik…

Değişimi başaramadık ama sorumluluktan kaçabileceğimiz yeni manevra alanları açtık kendimize.
Bir müddet de oralarda oyalandık.

Yıllar geçti ama bizim değerlerimiz doğrultusunda insanımızın önüne çıkarabileceğimiz, samimi, bilgili, Türk Milleti'ne layık bir isim bulamadık, bulmadık.

Belki onun için son satılmamızdan önce düzgün bir üslupla konuşan ve bilgili birisinin kimse beklemezken ortaya atılmasına sevindik, heyecanlandık.
Allah biliyor, ben bile, çıkışı yanlış bulsam da, sevindim.

Neyse…

Kısacası,
çok iyi MHP'li olduk,
çok iyi BBP'li olduk,
çok iyi İYİ olduk,
çok iyi ZP'li olduk…

ama milliyetçilik var ya…
Milliyetçilikten sınıfta kaldık.

Oysa yapmamız gereken tek şey, yeri geldiğinde strateji uzmanı, siyaset ilimcisi, derin devletçi olarak değil önce milliyetçi olarak davranmak, milliyetçi bir tepki vermekti.
Partimizin lehine, 'liderimizin' gönlünü okşamak için değil.
Vatanımız için, milletimiz için.

Kendimize 'lider' veya 'öncü' veya 'yol başçısı' olarak belirlediklerimizin her dediğine, her yaptığına meşruiyet kazandırmak uğruna kendi doğrularımızı arka plana atmak, hatta zaman zaman çiğnemektense, arka plana atanlardan, çiğneyenlerden yapılanın, söylenenin bizim değerlerimizle ne kadar bağdaştığını sorgulamak ve gerekirse bunun hesabını sormaktı.
Sormamakla meşrulaştırdık,
alkışlamakla meşrulaştırdık,
en iyi ihtimalde susarak meşrulaştırdık.

Bazen bana soruyorlar, 'neden artık sen de elini taşın altına koymuyorsun?' diye…
Çünkü işine geldiğinde doğru ve yanlışlarımı ağırlığı ile ezmemeye önem gösteren bir taş bulamadım henüz. Benimle en temel doğru ve yanlışlarda bağdaşan bir taş bulamadım.
Elimi taşın altına koyup hürriyetimi kısıtlamaktansa, elimi vicdanıma koyup hür bir birey olarak doğru bildiğime doğru, yanlış bildiğime yanlış diyebilmeliyim.
Kendini milliyetçi olarak ifade eden herkes için bu bir lüks veya hak değil, sorumluluk ve vazifedir.

Ve şimdi bakıyorum, herkes isyan ediyor.

Zamanında kendi manevra alanını daralttığı için doğruyu söyleyene çatanlar bile artık kaçacak manevra alanı bulamamaktan isyandalar.

Bu camianın 'reis', 'başkan', 'kanaat önderi' vesaire gibi kabul ettiği ve bugüne dek kabul edilmiş olmaktan zerre rahatsızlık ifade etmemiş isimler yine çok derin analizler, çok stratejik planlar ve hesaplarla olan biteni, gelinen durumu izah etmeye çalışıyorlar…
Belki ben çok kolaycılığa kaçıyorum,
belki onlar kadar zeki değilim ama izah edilemeyecek bir durum yok aslında.

Başaramadık.
Hepsi bu kadar.
Sloganların, kalıpların, şablonların, çeyrek asırdan fazla geçerliliğini kaybetmiş korkuların arkasına saklandık.
Egolarımıza, ihtiraslarımıza, samimiyetsizliğimize yenik düştük, yenik düşürdük.

Bu büyük millete büyük bir özür borcumuz var.

×
Yayınımıza abone olun

Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.

KAYBETTİK
BAHÇELİ NE DEMEK İSTEDİ?

İlgili İletiler

 

 Galeri

 Blog Takvimi

Lütfen takvim görünümü hazırlanırken bekleyin