Din, millet ve milliyetçilik: Laiklik baskı unsuru muydu?

Türk modernleşmesi Fransız modernleşmesini model almıştır. Osmanlı'dan Cumhuriyet'e kadar bu değişmemiştir. Fransız modernleşmesi de kurumsal din olarak Hıristiyanlığa karşı mevzi kazanarak ilerlemiştir. Türkiye'de bir grup düşünce, Fransız milliyetçiliğinin sert laiklik zeminini Cumhuriyet döneminde de Türk milliyetçiliğine uyarlandığı ve ulus devlet inşasının dine karşı baskıcı politikalarla yürütüldüğü iddiasını benimsemektedir. Serinin dördüncü bölümünde bu bahis değerlendirilecektir

Laiklik, Cumhuriyet dönemi, Türk milliyetçiliği ve baskıcı politikalar iddiası

Öncelikle bahsi geçen laiklik kavramının tam tanımını yapmak gerekir. Çünkü laiklik denilince akıllarda canlanan ilk şey ateizm oluyor. Oysa laiklik ne ateizmdir ne de "din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması" denilecek kadar basit bir kavramdır. Laiklik her ne kadar Batı dünyasına ithaf edilse de aslında bizim anlamamız gereken şekliyle Fransa, İtalya gibi Akdeniz ülkelerinde hayat bulan bir kavramdır. Bu ülkelerin ortak özellikleri, Katolik olmalarıdır. Öyleyse laikliğin doğrudan Hıristiyanlığa değil, aslında Katolikliğe karşı bir "baş kaldırı" olduğunu söyleyebiliriz. Yine bu ülkelerin anayasalarıyla kendini garantiye almış bir kavramdır. Eşdeğeri olarak bilinmesiyle genel bir yanılgının muhatabı olan sekülerlik ise daha ziyade Anglo-Sakson ve Germen köküne dayanan ülkelerde karşımıza çıkar. ABD, Almanya gibi… Bu ülkelerde ise hâkim kültür Protestan'dır. Biri (laiklik) için daha katı, diğeri (sekülerlik) için daha uysal bir dünyevileşme modelidir diyebiliriz. Laiklikte de sekülerlikte de "din" doğrudan doğruya reddedilip, yok sayılmaz. Bilinenin, daha doğrusu ön yargıların aksine öğretisinde materyalizm ya da ateizm temaları görmeyiz. Sadece "dünya hayatını yönlendirecek kanun ve nizamlar bütününün dinî bir referanstan değil bizzat dünyanın kendi içinden çıkarılmasını öngören bir kamu düzeni" benimsenir . Burada karıştırılan ve bu karıştırmanın kimi çevrelerce bilerek ya da bilmeyerek kötüye kullanıldığı esas kavram laisizmdir. Bu kavram laikliğin ideolojik bir kılıf hâline getirilerek dine karşı ciddi bir tepkiye sahip, aşırı sert ve hatta ateist düşünceye yakınsayan bir bakıştır.
İşte Türk laikleşmesi de böyle bir kargaşa içinde kendi yolunu bulmuştur.

Atatürk'ten önce laiklik

Bilinenin aksine laiklik kavramıyla Atatürk sayesinde tanışmadık. Laiklik, Türklerin öz kültüründen çıkan ve aynı zamanda Türk modernleşmesi ya da batılılaşma hareketlerinin hararetle işlendiği bir çağda tanışılan bir kavramdır. Bu sebeple de bütün formlarının birbirine girmesi ya da birbiri yerine kullanılması normaldir.
Türklerde modernleşme çalışmalarının öncesinde, Batı denilen dünya ile etkileşim sadece devlet erkânı seviyesinde ve askerî-siyasî ölçekle sınırlıydı. Ancak modernleşme hareketlerinin kıpırdanmalarının başlamasıyla Türk aydını da devreye girdi. Türk entelijansiyasının duruma el koymasıyla birlikte Türklerde, yalnızca var olan özelliklerin dönüşümünden bahsedemeyiz. Aynı zamanda yepyeni, daha önceden hiç bilinmeyen fikirler de o kudretli coğrafyanın sınırlarına girmeye başladı. Ancak yine de bu fikirleri derinlemesine inceleyecek derinliğe sahip kişilerin Batı ile henüz temas kurmayışı, meselelerin sığ bir düzlemde kalmasına, savunucularının da lümpenleşmesine sebep oldu. Bu sığ bakış, modernleşmeyi, Batı'yı olduğu gibi taklit etme zannetti. Devinim, bu devinimi pekiştiren bir birikim ve nihayet bir devrimle sonuçlanan bu sürecin arka planındaki esas kahramanın sanayileşme olduğu görülmedi.

Acelemiz var bizim ama tembelliğimize de dokunmayın!

Bizdeki samimi ama romantik vatan sevgisi, hızlı sonuç almak için kervanı yolda düzmeye alışkındır. Batı'da ise işler öyle yürümez. Fikirler, uzun zaman tartışılır, dönüp tekrar tartışılır; tüm tecrübe ve birikimler ile bütün olasılıklar bir araya getirildikten sonra bir sonuç elde edilir. Tabir caizse biz önce yapar sonra kavga ederiz; onlar önce kavga ederler sonra yaparlar. Aradaki fark, onların yaptığının sağlam, bizimkinin aksak olmasıdır!
Osmanlı sekülerleşmesinden Cumhuriyet laikliğine yer yer de laisizmine giden süreçte hem süzülmüş bir kümülatif birikimi hem de "ben yaptım oldu"culuğu görebiliriz. Cumhuriyet dönemi laiklik anlayışı bir sabah kalkıp hadi böyle yapalım denilen bir devrim değildi. Aslında Türk modernleşme hareketlerinin ilk adımlarının atıldığı zamanlardan beri Türk aydının çeşitli düzlemlerde gündemine aldığı, eylemleştirmeye gayret gösterdiği sekülerleşme birikiminin tezahürüydü diyebiliriz. Yine de dönemi, halkın yaşantısını ve milletin kültürünü göz önüne aldığımızda bu devrimin sert uygulamaları çeşitli tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Ancak unutulmamalıdır ki o dönem siyaseti(=aydınları) uçsuz bucaksız bir hâkimiyete sahip coğrafyadan kalan son kara parçasını elinde tutmaktadır. Elindeki bu "küçük" mirası har vurup harman savuracak lüksü de yoktur. Kaldı ki o mirasa sahip olabilmek için verdiği mücadele, kaybettiği insan sayısı düşünülünce, bir daha onu değil kaybetmek, bunun ihtimalinin bile tüyler ürperttiği aşikârdır. Bastığı topraktan fışkıran kan kokusunun, hava diye teneffüs ettiği barut kokusunun birbirine karıştığı bir psikolojik ortamda böylesi radikal karar ve uygulamaların yaşanması doğaldır. Ayrıca bu yeni sistem, hezimete uğrasa da karşısında gücünü, kuvvetini kaybetmemiş Batı'ya ve içerideki derin muhalefete rağmen getirilmiştir.

Eksik tanımlanan laiklik

Buna karşılık yapılan eleştirilerin bir parçasının da haksız olduğunu düşündüren bazı şeyler vardır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi laikliğin genel geçer ama eksik tanımı, din ve devlet işleri birbirinden ayrılmasıdır. Bu manada propagandisttir; aynı zamanda da akılda kalıcıdır. Yine de yeterli değildir. Laiklik bunun yanında, belki de ilk anlamından bile önemli bir imkâna sahiptir: Din ve vicdan özgürlüğü! Aynı zamanda din ve vicdan özgürlüğünün de güvencesidir. Burada devlet, himayesi altındaki toplumun bütün tabakalarına eşit mesafede durmak zorundadır. Bir zümre, grup ya da cemaati kayıramaz, ayrımcılık yapamaz. En önemlisi de laik bir devlette yasalar, çağdaş hukuk verilerine dayandırılır. Referans pozitif hukuktur. Başka bir kaynağa ihtiyaç yoktur. Referansı dinden almaz; çünkü dinin ölçütleri sabittir. Oysa pozitif hukuk, zamanın ihtiyaçlarına, toplumun dinamiklerine göre hükümlerinde güncellemeler yapabilir. Bu anlamda da laiklik, yönetimde bir kolaylık, rahatlık sağlar. Ayrıca bu sistemde siyasi organizma olan devleti meydana getiren topluluk, en kıymetli statüye sahiptir. Artık o topluluk bir ümmet değil, millettir. O topluluğun içindeki her birey kul değil; vatandaştır. Yasalar karşısında da eşit hak ve hürriyetlere sahiptir. Öte yandan laik bir düzen, inanışta özgürlüğü de koruma altına alır. İnananların, özgürce inançlarını yaşayacakları bir ortam sağlar.
Cumhuriyet Dönemi özelinde, bu yenileşmelere ek olarak Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kurulması, tefsir-meal çalışmaları, bâtıl ve hurafelerden arındırma çalışmaları da yapılmıştır. Bütün bunlar düşünüldüğünde, Atatürk'e ve beraberindeki kadroya "elinde sopayla milleti dinsizleştirdi" minvalinden yüklenmek, en hafif tabirle haksızlıktır. O kadronun içinde din ile mesafeli veya doğrudan bağlantısız olanlar mevcuttu; bu doğru. Buna rağmen, bir taraftan devlet ve siyaset işlerinde esnekliği sağlamayı, hareket alanını açmayı hedefledi. Diğer taraftan da dinin, siyasetin dönüşümlerine maruz bırakılarak iktidarın varlığı ve devamlılığı için bir istismar aracı olarak kullanmasına izin vermiyordu. Onu koruyordu.

(Devamı yarın…)


×
Yayınımıza abone olun

Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.

DÖNÜŞTÜRÜLEBİLİR TAHVİL (Convertible Bonds)
HALİMİZ

İlgili İletiler

 

 Galeri

 Blog Takvimi

Lütfen takvim görünümü hazırlanırken bekleyin