Hayatlar sayıdan ibaret değildir

BurcinOnerKursu

İki günde bilebildiğimiz kadarıyla 12 şehit vermemiz… Bunca yürek yangınının içinde DEM denen bir yapının kongre yapıp halaylar eşliğinde "Öcalan'a özgürlük!" zırvaları savurmaları… Ülkenin kurucu partisinin öyle ya da böyle genel başkanı olmuş birine halkın tüm kin ve nefretini kusması… Cayır cayır yanan yüreklerimizi avutmaya çalışırken kendi evladına değil de Filistinli evlatlar için yakaran başka "yüreklerin" olması… İçinde PKK geçen bir taziye bildirisine imza atmak yerine ayrı bildiri yayımlanması… Ve daha da garibi, Türkiye'nin o büsbüyük millet meclisinin görevini yapmak yerine sıradan bir sivil toplum kuruluşu gibi taziye mesajı yayımlaması…

Ülkede, sadece 2 gün içinde ve tamamı aynı üst konu çerçevesinde gerçekleşen olaylar bunlardı. Bugün şu yazılanların hangisinden bahsedeceğim bilemiyorum.Çünkü hangi birinin neresinden tutsak elimizde kalıyor. Ülkenin her yeri tel tel dökülüyor. Ve yaşamaksa eğer, yürekleri küle dönmüş, perperişan olmuş insanlar, darmadağın hayatlar yaşıyor.

Her biri başka bir probleme gebe, her biri başka bir kahrolma sebebi, her biri başka bir sinir harbi yaşatan şu olayları önem sırasına dizmek bile imkânsızken; içinden "bir tanesini" seçip konuşmamız gerekiyor sanıyorsunuz değil mi? Hayır, ülke topyekûn bir kokuşmuşluğa girmişse eğer, biz de kollarımızı sıvar ve topyekûn bir temizliğe girişiriz o zaman! Çünkü biz, Akif'in de dediği gibi: "Adam, aldırma da geç, git diyemeyiz; aldırırız. Çiğneriz, çiğneniriz, hakkı tutar kaldırırız!"

Tek konu çok sorun

Bize söylendiği kadarıyla bildiğimiz, 12 şehidimiz var. Artık biri, üçü, beşi hayattan değil de rakamdan saydığımız, sürekli "daha çok, daha çok" dercesine doyumsuzlaştığımız şu zamanlarda, 12 şehidimiz var, doyarsanız! Ailelerinin fakirliğinden, okudukları okullardan, aldıkları diplomalardan, işsizlik sarmalının içinde "ne iş olsa yaparım" demenin ötesine geçmiş, "nerede ölüm varsa giderim" noktasına gelmiş 12 genç, 12 evlat, 12 kardeş, 12 sevgili, 12 eş, 12 baba, 12 can, 12 insan, 12 hayat… Hayır, tükenmiş, bitmiş, bitirilmiş, hatta üzerinde tepinilmiş 12 hayat…

Tam bu sırada, "Oh, ne de güzel oldu!" diye misilleme yaparcasına halaylar çeken sözde özgürlük ve barış sözcüleri… Dillerindeki özgürlük, bebek katilinin özgürlüğü; ellerindeki mendil gencecik askerlerin, öğretmenlerin, doktorların kanına bulanmış. Ha bu arada, sadece işlerini yapan gazeteciler Süha Çardaklı ve Serkan Kafkas bugün de tutuklu! Biz devam edelim… Yaşamaya… Yaşamaksa…

Meclis ne işe yarar?

Bir tarafta meclis bildirisine imza vermeyen Cumhuriyet Halk Partisi, diğer tarafta CHP'yi yuhalayan Cumhuriyet'in halkı… Ne acıklı! Hani diyorduk ya küçükken 10 Kasımlarda: "Atam, atam! Sen kalk da ben yatam!". Tam da öylesi bir gün…

Atam! Sen kalk, kalkman lazım. Çünkü senin dualarla açıp, memleket ve millet için nice işlere imza attığın o kutlu çatı, Millet Meclisi'nde, kendi namus ve şerefleri üzerine senin yolundan ayrılmayacaklarına dair yeminler eden mebuslar, ilk konuşmandaki şu kararlılık içeren şiarını unutmuş gibiler: "Hayatımın bütün safahatında olduğu gibi son zamanların buhranları ve felâketleri arasında da bir dakika geçmemiştir ki, her türlü huzur ve istirahatimi, her nevi şahsî duygularımı milletin selâmetine ve saadeti namına fedâ etmekten zevkyâb olmayayım."

Unutmuşlar ki, benim evde otururken yarım saat içinde yazabileceğim bir metni, karalayıp altına da utanmadan imza atmışlar. Atam, meclisin taziyelerini ben de yazarım; sen orayı milletin haysiyetini korusunlar diye kurmadın mı? Kurdun, kurdun da onlar dâhilî bedhah çıktılar. Zaten bunların yüzünden yüzüncü yılını yaşayan Cumhuriyet, 12 şehidi vatan toprağına verdi. Zira, bizde kutlamalar da canı pahasına yapılır! Biliriz…

Vatansızın kıblesi olmaz

Ve belki de en içler acısı… İster kerpiçten olsun, fakirlikten duvarları bile ağlasın; ister apartman olsun zaten bir sarsıntıda yıkılsın gitsin… Hangi evden çıkarsa çıksın o bayrağın, gözyaşları ile asıldığı 12 balkon varken, Ankara'nın göbeğinde hem hilafet naraları atıldı hem de Filistinliler için ağlandı.Anayasa'nın 3. maddesinin son cümlesinde geçen "Başkenti Ankara'dır." dediğimiz başkentte… Adı Oğuz, soyu Oğuz, boyu Oğuz, töresi Oğuz; kendi beyini kendi seçen, çağ kapatıp çağ açan, vatan için serden geçen, doğrularla hemhâl, yiğitlikte aslana emsal, dürüstlükte dünyaya timsal, Anadolu'yu yurt yapan, Selçuklu'nun temelinde var olan, 3 kıtada at koşturan,27 Aralık 1919′da Dikmen sırtlarında Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'e "Paşam seni görmeye geldik, bu vatan uğruna ölmeye geldik" diyerek Cumhuriyet'in temelinde var olan, bir gerçek, bir tarih olan seymenlerin Ankara'sında… Hem de 12 şehit verdiğimiz bir günde, Ankara'nın göbeğinde hilafet naraları atıldı. Yetmedi; Filistinliler için ağlandı!

Orta Doğu'da bir garip Türkiye

Orta Doğu, öyle bir yer ki burada günler zor, yıllar çabuk geçer. Eğer günlerin ipini doğru tutamazsanız, günler içinde doğru hamleler yapmayı beceremezseniz, kişisel hırslarınızın esiri olursanız yıllar, yaptığınız o yolları başınıza yıkar.

Yüreğinin yanması ile burun direğinin sızlaması arasında bir bağ olmalı. Bir şeyin denge kalması içinse 120 derecelik açı ile üçlü bir destek gerekir. Buna sac ayağı da diyebilirsiniz. Bu ülkede bizi ayakta tutan sac ayakları, yüreklerin yangını, burun direğinin sızısı ve şehit analarının gözyaşıdır.

Birileri İhvan peşinde koşarken kardeşlerimi öldüren var!

Elbette ötelerde şikayetçi olacağız. Orada kendi derdimizle uğraşırken kimse peşimizde dolanmasın isteyebiliriz belki. Ama bunlar, "bizim" ayaklarımıza kapanarak yalvaracaklar da asla hakkımızı helal etmeyeceğiz.

Ve durup durup vatana ihanetten bahsedenler! Asıl vatana ihanet nedir biliyor musunuz?

Savaş bir gerçektir, operasyon bir gerçek… Ölüm kadar soğuk bir gerçek… Ama asıl vatana ihanet, önce yaptığı bir sınır ötesi operasyonu, savaş algısı yaratarak herkesi ayağa kaldırmaktır. Sonra şekli, tanımı ne olursa olsun bu gerçekliği, playstationda "düşman" öldürmek kadar kolay zanneden bir halka, "Bak biz kahramanlık yapıyoruz" diye allayıp pullayıp sunmaktır. Sonra dönüp bu gerçeğin kıyısından köşesinden geçemeyecek, yaldızlı hayatların "parlak" yıldızlarına, bu soğuk ve silik ölümlerin reklamını yaptırmaktır.

Sırf bir kişinin hastalıklı ideolojisine hizmet için, parmağından alyansını çıkarıp da ılık suya 40 defa batırıp çıkararak cennet kokulu bebeğinin 40 uçurmasını yaptıran anne-babaya, daha hayattan murat alamamış evladının cenazesini al kanıyla yıkatmaktır.

Evet, biz de biliriz; "Şehitler ölmez; vatan bölünmez!" Bölünmez de… Şehitler gerçekten ölmez mi? Hele de bu ülkede…

Ve ezcümle…

İşte tüm bunlardan bir şey anlaşılmalı. Tıpkı milyonlarca insanın ve hatta atın (Ahal teke) soykırımından mesul, kızıl J. Stalin'in dediği gibi: "Bir insanın ölümü trajiktir, on insanın ölümü dramatiktir, bir milyon insanın ölümü ise sadece bir istatistiktir."

Şimdi biz, dramatik çağı yaşıyoruz. Eskiden 1 şehit için şehirleri ayağa kaldıran Türk milleti, bugün sosyal medyadan taziye mesajları yayımlıyor. Muhtemelen yarın bir taburu kaybedersek, Allah korusun, Türk ordusu yüzde bilmem kaçını kaybetti diye çetele tutacağız. Belli ki bu vurdumduymazlıkla biz daha çok şehide ağlayacağız… Hem de yastayız bile diyemeden. Çünkü biz Arap kralları için yas tutarız. Filistinliler için yas tutarız. Hem de en millîsinden! Çünkü bizim çocuklarımız, zaten şehit olmak için doğarlar! Doğduklarında koçları, büyüdüklerinde elleri kınalanır. Kendileri de hürlerin aç, esirlerin tok olduğu vatana adak diye adanır!

Sizin emanet edildiğiniz yer sağlam çocuklar, biz kendimize bir de yaşayamadığınız hayatlarınıza yanalım… Kendi yasımızı da kendimiz tutalım. 

×
Yayınımıza abone olun

Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.

KİMİN UMURUNDA TÜRKİYE
Firavun Mezarlarının İnşa Edildiği Krallar Vadisi

İlgili İletiler

 

 Galeri

 Blog Takvimi

Lütfen takvim görünümü hazırlanırken bekleyin