Otuz yıl öncesiydi ben doğmamıştım daha
Doğmadan adımladım ıssız kaldırımları
Kimi zaman oldu ki başkaldırmıştım şaha
Bir amaçta topladım tümledim yarımları
Yesevi sırlarını sevmezdi cahil zaman
Ateşe kül dökülür yetim kalırdı duman
İlkokul çağlarımdı... İlk iki dersin geçmesini sabırsızlıkla bekliyorduk. Çünkü öğretmenimiz söz vermişti: Uslu durursak üçüncü ve dördüncü derste beden eğitimine çıkacaktık. Yani kafamıza göre oyun oynayacaktık. İlk iki ders sınıfta çıt çıkmadı ve mükâfatı kazandık. İkinci dersin bitiş ziliyle hepimiz fırladık okul bahçesine doğru. Öğretmenimiz Nefise Hanım her zamanki gibi bağırıyordu...
reyhan suyunda yıkandık
kara yazı sen ve ben
boydan boya memleket
dinledim konuşmalarını sustukça
inkâr...
zincirli gece
onulmaz dilimde bir türkü patlar
Eller, avuçlar çekilince gecenin yüzünden,
Gözümün yaşını gözüne süreyim Pir'im.
Ben, ben dediğim her ne var ise,
Yok eyledim, ağlayı ağlayı.
buğday rengi saçlarında toprak kokusu
gözlerinde
düşen yiğitlerin efkarı
duruşu mağrur
bakışlarındaki ağıdı göstermez zalime
başsız kalan Türklükğe baş olmaya geldi
yedi düvel gülerken halkımın haline
Günümüz şartlarında bir nebze aklı olan, çevresindeki ve ülkesindeki yaşanılanlardan ne kadar vahim bir sona doğru gittiğimizi görür. Görmeyenler için ise düşüncem akıllarından şüphe ettiğimden ziyade, uykularının ağır olduğudur.
Endişelenmek ,sorgulamak ancak gördüğü manzara karşısında aktif rol almak, mücadele etmekle anlam kazanır. Diğer türlü sadece kendini kandırmaktan ibarettir.
Peki madde madde sıralamaya gerek duymayacağımız bu kadar sorun ve bazı konularda iş işten geçmiş durumlar mevcutken milletimizin tepkisizliğinin sebebi nedir?
Çok karmaşık, çözülemez yada bilimsel verilerle açıklamaya gerek yok, sebebi çok açık: "KAHRAMAN (LİDER) BEKLEME HASTALIĞI"
Bu hastalığın belirli semptomları vardır:
başak kokuyordu bakışların
bu yüzden kavgam toprağa benzer
tarla başında
unuttuğumdan beri çocukluğumu
kalemim daha keskin
hayli zaman geçti
halamın entaresine mantar doldurmayalı
toprak yola isyan edeli
yakar ayaklarımı asfalt
bir apartman yıkılsa başıma da
dönsem geri
tutsam getirsem güne evveli
Ben bir rahleyim. Rahle nedir diyorsanız açıklayayım. Üzerinde, yazı yazmak , kitap okumak için ağaçtan yapılmış bir araçtır. Beni yapan ustanın adı Osman idi. Hz.Osman(r.a) kadar tefekkürde , onun kadar edepli , Osman Gazi kadar yiğit bir adamdı. Heybetini kimisi inancına kimisi cesaretine bağlardı. Yürürken ev sallanırdı adeta. Bir Cuma Namazının dönüşünde başlamıştı beni şekillendirmeye , İlk hamlesini besmele il yapmış ve kısa sürede tamamlamıştı beni. Osman Usta beni yaparken , hep konuştu benimle... '' Bitince çok güzel olacaksın , senin üzerine Mübarek Kur'an-ı Kerim'i koyacağım , Kur'an-ı Kerim'e hürmetle seninde önünde diz çökmüş olacağım , kıymetini bil, oğlumla kızımda faydalanacak senden , kızım derslerini yapacak , oğlum hayatımıza yön veren o müthiş Allah kelamlarını okuyacak üzerinde'' diyordu...
Ben gayrı onlara evlat demem, evlat demem Köyün içerisine girer girmez gözüm köy kahvesi aradı. Seçim vaktiydi. Köy yerinde yaşayanlar bilir, seçim vakti kahveler parti merkezlerine döner. Bu köyde biraz farklıydı durum. Üç kahve vardı köyde: Birini AKP'liler mesken tutmuştu, diğerini CHP'liler, öteki kahve ise boş kalmıştı. Sanırım iki parti yarış halindeydi. Yanımdaki arkadaşım Burak'...