Battal Gazicilik Oynuyoz!

​İlkokul çağlarımdı...

İlk iki dersin geçmesini sabırsızlıkla bekliyorduk. Çünkü öğretmenimiz söz vermişti: Uslu durursak üçüncü ve dördüncü derste beden eğitimine çıkacaktık. Yani kafamıza göre oyun oynayacaktık. İlk iki ders sınıfta çıt çıkmadı ve mükâfatı kazandık. İkinci dersin bitiş ziliyle hepimiz fırladık okul bahçesine doğru. Öğretmenimiz Nefise Hanım her zamanki gibi bağırıyordu arkamızdan:

- Derenin oralara gitmeyiiiinn. Bahçeden çıkmak yoook.

O gün bahçeye doğru koşarken öğretmenimize verdiğimiz sözümüzü tutmayacağımızı hepimiz biliyorduk. Oynayacağımız oyun için en müsait alan derenin etrafındaki yeşillikti. Öğretmenimiz bilmiyordu bir gün önce TRT'de Battal Gazi Destanı filmi yayınlanmıştı ve biz ne zaman Battal Gazi filmlerinden birisi yayınlansa ertesi gün Battal Gazicilik oynardık. Evet oyunumuzun ismi buydu: Battal Gazicilik!

On - on beş dakika okul bahçesinde turlayıp öğretmenimize sıkça kendimizi gösterip okul bahçesinden çıkmayacağımıza inandırdıktan sonra, koşmaya başladık derenin etrafındaki yeşilliğe doğru. Oyunumuz basit bir oyundu. İki gruba ayrılıyor, bir grup Battal Gazi oluyor, diğer grup ise Bizans askeri. Sonra hak geçmesin diye gruplar rollerini değiştiriyordu. Çalıyı, çırpıyı kılıç belleyip, önce bir yerlere saklanıyor, sonra birden meydana çıkıyor, çarpışıyorduk !

O gün Ramazan, İnce Musa ve ben olayı biraz abartmış, okulu bırakın derenin etrafından bile bayağı uzaklaşmıştık. Battal Gazi olarak en son meydana biz çıkacaktık, planımız buydu. Evet, dakikalar sonra meydana çıktık; fakat neylersiniz ki meydanda hiç kimse yoktu. Meğer öğretmenimiz okulun etrafında olmadığımızı anlamış, bütün öğrencilerini toparlamış, sınıfa doldurmuş, yana döne bizi arıyormuş. Tabi bizim bundan da haberimiz yok.

​​Meydanı boş görmemizle okulun bahçesine doğru koşmamız bir olmuştu. Hâla gülüyorduk; çünkü vaktimiz vardı, zil çalmamıştı ve bize göre beden eğitimi dersi bitmemişti. Okulun bahçesine vardık, etrafa baktık, gene arkadaşlarımız yok. O an aklımıza geldi sınıfa bakmak. Fakat sınıfa giriş şeklimiz biraz farklı olmuştu o gün. Arkadaşlarıma demiştim ki "Sınıfa Battal Gazi gibi girelim !!!". İnce Musa şaşırarak sormuştu.

- Battal Gazi gibi sınıfa nasıl giriliyo.

- Pencereden gircez olum.

Bizim okulumuz öyle büyük bir okul değildi. İki katlıydı. Birinci katında ilkokul birinci ve ikinci sınıflar, üst katında ise üç, dört ve beşinci sınıflar okurdu. Yani pencereden girme işi bizim için çocuk oyuncağıydı. Koşa koşa vardık pencereye, İnce Musa bana destek verdi tırmandım pencereden bir kahraman edasıyla girdim sınıfa. Fakat sınıfa girmemle kapının sesini duymam bir oldu. Birden öğretmenimiz sınıfa girdi. O arada İnce Musa'nın da başı pencereden belirmeye başlamıştı. Zaten öğretmenimizin yüzünü görünce ben telaşlanmaya başlamıştım. Kadıncağızın yüzü bizi bulamamanın telaşıyla kıpkırmızı olmuştu. Neyse ki ben öğretmenime bakarken İnce Musa da sınıfa girdi. Sadece Ramazan aşağıda kalmıştı. Onu da bir çırpıda pencerenin başına gelen öğretmenimiz içeri soktu. "Çabuk gir şu kapıdan içeriye" diye bağırarak.

Tahmin edeceğiniz gibi Ramazan içeriye girdiğinde İnce Musa ile ben tahtanın önündeydik. Ben artık bir an önce cetveli yiyelim de bitsin her şey diye düşünüyordum. Öğretmenimiz ise bizi fırçalamaktaydı.

- Ben size derenin oraya gitmeyeceksiniz demedim miii ? Biriniz dereye düşse nasıl yetişeyim orayaa.

Sonra sınıfı hızlı hızlı adımlayarak söylenmeye başlamıştı:

- Bi daha ben sizi oyun oynayın diye Beden dersine çıkartır mıyım...Görürsünüz siz...Görürsünüz siz bundan sonra.

Ben hala cetveli bir an önce yesek ve sıramıza otursak diye bekliyordum. Fakat bitmiyordu fırçalama faslı. Sürekli aynı soruyu soruyordu ve bu sorunun cevabı bizde yoktu.

- Biriniz dereye düşse nasıl yetişeceğim ben orayaa. Söyleyin nasıl yetişeyim ben orayaa.

Bir süre daha aynı sorunun etrafında döndükten sonra öğretmenimiz soruyu değiştirmişti.

- Hem ne işiniz var sizin orada...Koskoca bahçe neyinize yetmiyooo.

Bizde yine tık yok.

- Ne işiniz var oradaaa ?

Anladım ki bu soru faslı bitmeyecek, yanımdaki iki arkadaşımın da konuşacağı yok, ben de topladım cesaretimi cevap verdim öğretmenime. Cesaretimi topladım dediysem öyle gürlemedim tabi. Kendi sesimi kendim bile zor duyuyordum.

- Battal Gazicilik oynuyoduk.

Öğretmenimin yüzünde hafif bir gülümseme belirdi.

- Ne oynuyordunuz, ne oynuyordunuuz!

Gene aynı ses tonuyla cevap vermiştim öğretmenime.

- Battal Gazicilik oynuyoduk.

Öğretmenimiz bu sefer gerçekten güldü ve beklemediğimiz bir şey yaptı. Geldi yanımıza toza bulanmış siyah önlüğümüzü eliyle hafifçe silkti. Dağılmış yakamızı düzeltmeye başladı. Yakalarımızı düzeltirken bir soru daha sordu.

- Kahraman olacaksınız öyle mi ?

Yine cevap vermemiştik sualine. Sadece "Evet öyle" dercesine bakmıştık.

Yakamızı düzeltmeye bıraktı. Üçümüze en sevecen haliyle baktı ve devam etti sözlerine

- O eskidendi, artık öyle kahraman olunmuyor ki!

Hepimiz "nasıl yani" dercesine baktık öğretmenimizin yüzüne. İşte o an o unutamadığım sözlerini söyledi.

- Artık öyle kılıçla falan kahraman olunmuyor. O eskide kaldı. Siz okuyacaksınız, ülkenizi ilerleteceksiniz. Bundan sonra sizin tek oyununuz var onun adı da Atatürkçülük. Hepiniz bir Atatürk olacaksınız.

Sonra gülümsedi tekrar

"Hadi bakalım kahramanlar, geçin yerinize !" dedi ve bizi sıralarımıza gönderdi.

Neşesi yerine gelmişti. O gün yine Atatürk'ün de bir zamanlar çocuk olduğunu hatta tarlalarına dadanan kargaları kovaladığını anlattı. Atatürk'ün karga kovalamasını hiç görmediği Atasının taklidini yaparak anlatırdı. Gülmekten kırılırdık böyle zamanlarda. Çünkü o Atatürk oluyordu bizler ise karga sınıfın içerisinde şakacıktan bize saldırıyor bizde kendimizi geriye atarak kaçar gibi yapıyorduk. Bu yüzden okulun bahçesindeki serçelere az dadanmamıştık. O zamanda bu dönemdeki gibi cak cak öten karga çok yoktu. Sadece okulun bahçesinde ötüşen serçeler vardı. Biz de Atatürk'e özenip karga kovalamak istediğimizde koşup serçelere el çırpıyor, onları gönderiyorduk gökyüzüne.

Bugün 24 Kasım Öğretmenler Günü. Elinde çiçeklerle öğretmenlerine koşan küçük kahramanları ve onlara Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk'ü anlatan şiirleri okutan idealist öğretmenlerimi görünce bu hikâye geldi aklıma. Hepsinin gözlerindeki ışıltıdan belli ülkemin birçok güzel insanı gibi Atatürkçülük oynamayı onlar da bırakmayacaklar.

Olan mı ? Olan yine kargalara olacak.

İzleyin ve görün.

Okan KİLİT

×
Yayınımıza abone olun

Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.

Otuz Yıl Öncesiydi
Ser Güneşi

İlgili İletiler

 

 Galeri

 Blog Takvimi

Lütfen takvim görünümü hazırlanırken bekleyin