İYİ Kİ DE AYRILDIK EMİRDAĞLI'M

Şiber vana, kosva vana hele hele purjör vanaymış. Alman üretmiş, Batı üretmiş, Amerikalı üretmiş ve buralara kadar, şahinlerin, cilalı boylarıyla güzelim kara kargaların, minik serçelerin, geceleri yıldızların koynunu gıdıklayan en alımlı gözleriyle ishak kuşlarının ötüştüğü bu dağlara, Zigana'ya, Kaçkar'a nereden ulaşacaktılar? Sordum hep bir yarısı ağlamaklı dağlarımın kuzeyine, poyrazın sert estiği, falezlerin mermi gücüyle yayıldığı dik kıyılara, Muson yağmurlarına galebe çalabilecek rahmet duygusunun hızına sordum. Buradaydı dediler, rüzgarın uğultusuna müptela yalçın gerilimler; engebenin en büyüğü, buradaydı. Sanki yeni gelmişti buralara fırtınanın tevellüt bağı, tekamülden hasıl yırtıcı fıtratı..

Konsan vanaymış, kosva vana klepeymiş! Su gelir dağın zirvesinden, mavzer şiddetiyle avlunun arkına boşalırdı. Ne borunun ucunda bir musluk ne de herhangi bir engelleyici. Alman, İtalyan, Rus'tan ibaret milletlerin ürettiği; kentlerde, kentlerin kozmopolit çizgisinde merkezi sistemin kalorifer radyatörlerine kavuşan vanalar 2000 rakımlı tepelerin dağ köylerinde sağır, dilsiz ve kördü. Çok erken yaşlanmıştı imkansızlığın talihi. Bu, her bölgesinde hemen hemen aynı hazinli sonucu veriyordu Türkiye'nin. Kara çamların tam ortasında Karadeniz'in, Ege'de, Toroslarda, İç Anadolu'nun çanağında kıstırılmış yoksullukta, Doğu ve Güneydoğu'daki kerpiç yapının tozu dumanında da aynıydı. Kimsesizlik, fakirlik bekaretinin bozulmamış, el değmemiş onurlu meziyeti ki çarığını yedirdiği insanlarda bastırılmış yaşam kavgasının en komplike yüzünü gizliyordu..

...

Daha doğrusu ben de vardım orada. O yosun tutmuş manzaranın, arkeolojik temelin köküne inebilen kayaların üzerinde yer yer solucan gibi kayan, yer yer de kertenkele gibi tırmanan çıplak resmiyette ben de vardım. Annem nazende gül kokusunu belindeki kuşağa doldururken ormanın kenarından sürü halinde karşıki yamacın doruğuna göçen kuşların kanat sesleriyle huzur bulduğum günleri hiç unutmadım ki! Çapalanmış tarlada bir başına, ara ara bulutsuz beliren güneşin mızrakçı ışınları altında annemin gölgesinde devleşen cüce ihtiyaçlarımı havsalamdan hiç çıkartmadım ki! Biliyorum ki ırmağın suyu menderesler çizmeden mütemadiyen dev kazanı oluşturarak akıp geçerdi solumuzdan. Sağımızdan yeller geçer, kanatları şebnem tanesine doymuş beyaz ve sarı kelebeklerin yılgınlığına yapışmış hantal bir esinti geçerdi..

Neler geldi geçti oralardan. Türkiye'nin dört bir yanından milyonlarca insan geldi geçti. Kimilerinin tadı kaldı kimilerinin adı. Kimilerinin esamesi silindi, mezar taşları bile heyelana kapılıp gitti. Geçitler çöktü: asma köprüler, beton köprüler; bulandığı dağlardan yarılıp gelen çamurlu su darbelerinin etkisiyle onlarca kilometre sürüklendi; tek tek denize ulaşan taş, sopa, tahta parçalarının oyulmuş, örselenmiş yetim hikayesi kaldı geride..

Ülkemizde teknolojik gelişmenin çıtası yükseldikçe dijital veriler insanlık için yararlı akılcı, dünyadan haberdar yeniliklere gebe olunca dağ köylerinin de kaderi değişti. Artık tıbbi ihtiyaçların sanal gözlem ve etkileşimle giderildiği; canlı varlık bireyin gereksinmelerinin çağlardan, interaktif ataklardan daha çok olumlu yönüyle payını aldığı yüzyılımızda arabesk kültürümüz de değişti..

Biz değiştik "Al Fadimem". Egeli yiğitlerin bayraklaştığı sevdaları, her şeye rağmen umutlarını yitirmelerine bariyer tutkuları değişti. Maden ocaklarına üryan ayaklarla koşması bir vücudun, çok çok eskiden diye başlayan öykülerdeki muhtevanın yarasaları körlüğüne küstürmeyen mağara uçları, otantik karanlıkları değişti tabiatımızın. Ucuz savaşların meydanında kılıçlarımızın, mücadele refleksimizin kimyası bozguna uğradı. Milyarlar verilip satın aldığımız evlerin, arabaların, yatların katların huzuru yok. Bir kere evlenmekten korkmanın eşiğine dayanan, itimatsızlığın, kalender içgüdüyü felç eden itiş kakışın kapısına çakıldık. Gayri iflah olmayız biz. Yenilip yutulacak kadar lime lime olmuşuz, gayri tamamlanacak fiziksel ve ruhsal bağlarımız kalmadı..

İyi ki de kavuşamadık Emirdağlı sevgilim! İyi ki de kasabada yolumuzu kesti törenin kuralları! Efe Kadir'in senin adına dokuttuğu, servetle ölçülemeyecek sevda kilimini bugün üç kuruşa dokuyorlar. Yüz kuruş fiyatına pazar pazar satıyorlar. Ne hükmü kaldı ne namı kara sevdaların..

Ayrılığın katranlı acılarına yazdığım destanı şimdi kimler dillendirir? Hasretin kendisi, tutar yıprattığı kalplere eğreti dikişler atar. Mutluluğu bulacak, sevincini paylaşacak, ocağını tüttürecek hiçbir yuvası yok muradın. Bir çift çorabın bile matemi vardı, mintansız gecelerin ayazı derindi. İklimi, mevsimi yalansızdı. Şimdi küresel bir yalanın öğüttüğü, talaş misali fırlattığı hesaba döndük. İyi ki de vedamızın sürgüne yolladığı yankıda kaldı şöhretimiz Emirdağlım!

"Evinizin önü yoldur
Yolun sonu karakoldur.
Gurban olam nazlı gelin
Gel testini bizden doldur..."

... 

dediğim gün her şeyin çok geç olduğunu hatırladın mı?

Şu an bu sözleri sana söyleyen Efe Kadir'in alışmıştır yokluğuna. Çulsuzluğuna yansa da direnmiştir zamanın kanlı çarkına Fadimem. Konuşlanmıştır geleneklerinin sığ dokunduğu menzile. Kuşak kuşak yaslandığı feryadını günümüzün kadir bilmez yüzüne tokat tokat çarpmayı bilmiştir. İyi ki de ayrıldık Emirdağlım iyi ki de! Yoksa kim okuyacaktı türkümüzü, kimin dilinde yarım asırdan fazla kalıp tellere bürünecekti parçalanmışlığımız? 

"Şu dağların burcu musun?
Gız boynumun borcu musun?
Gurban olam telli gelin
Sen kötünün harcı mısın?"

Derbentler geçit vermezdi bazen; fakat köyün yasaları kadar ağır değildi dağlar. Başlangıçta ürkütücü olan turuncu zirveler, kış geldiğinde kardelenleri boğan beş metre kar; ağaların baskısı, "dediği dedik, çaldığı düdük" kadar korkunç ve zarar verici değildi. Burçlarına sarıldığım ovalar, kır çiçeklerine uzanıp aşkının falına yatırdığım başım gibi nazikti, cehennemi andırmayan nardı her biri. Kurban olduğum telli gelin, aslında sen kötünün harcı değildin. Sana sorduğum sorunun yanıtını töreden alabilecek imkanım yoktu. Gurban olduğum telli gelin, iyi ki de ayrıldık! Yoksa kim yazacaktı adımızı yıllar sonra? Biz de kavuşanlardan olsaydık unutulmayanların arasında olur muydu adımız? İyi ki de ayrıldık Emirdağlım!

"Evlerinin önü satır
Atlı geçer güpür güpür
Gurban olam billur gelin
Gel de bizim evi süpür"

O zamanlar evlerin önündeydi sevgilinin varlığı. Ne varsa aşktan yana, kelimelerin kursağına ulaşmış ne kadar neşe, kaygı varsa evin önünde cereyan eden debdebeyi işaretlerdi. Avluda, bahçede ipe dizilmiş çamaşır gibiydi sevgili, orada görüp kapılırdın çoğunlukla ve sonra suyun başı, pınarın dibi, çeşmenin civarıydı vuslatın basamaklarına ilk temas eden mekan. Kapının önünü süpüren sevdalıların nizamı, inancı, duruşu evin önünde yüceleşirdi Fadimem. Kendi evinin önünü süpüren kız, bohçasına doldurduğu düşleriyle yarın erkeğinin evinin önünü süpürürdü. Evlerin önünden atların gelip geçmesi ütopik olmasa da yeğin yaşanmazdı; lakin süpürgeye sığmış kocaman bir beden her daim belirirdi. İyi ki de gelip bizim evi süpürmedin Elmadağlım. Yoksa kim süpürecekti seneler sonra bıraktığımız bu izin önünü?

"Al Fadimem, bal Fadimem
Yanakları gül Fadimem
Uyan uyan sabah oldu
Namazını kıl Fadimem.

Uyan uyan sabah oldu
Göl başına gel Fadimem."

Al aldı yanakların, belki bana öyle geliyordu. Bal gibiydin, riyasızdı kokun, türlü türlü bitkilerden derilmiş bir karışımdın, aromamdın sen. Seni kaybettiğim gün namaza dahi çağırdım Fadimem. Bilmiyorum kalkıp kıldın mı namazını? Belli ki kılamadın, çünkü beni duymana müsaade etmediler. Namazını kılmayıp uyandığında evin önünü süpürdüğün o evreyi aşmanla gölün başına gelmeni isteyen davetim de mümkün değildi. Anladım Fadimem, gördüm, öğrendim, yaşadım Fadimem. İyi ki de gelmedin göl başına. Yoksa bu suyun kurumadan bugünlere gelmesinin fırsatı olur muydu? 

Beni nasıl düşünür, nasıl yorumlarsın bilemem; lakin şunu iyi bilirim ki: ister Ege, ister diğer altı bölge olsun, Türkiye'de aşkın yaktığı ateş; bölgenin şartlarını aşmayı başarmıştır. Keşke herkes Efe Kadir gibi sevse Al Fadime gibi yansa keşke Alman'ın ürettiği vanayı köylerimize kadar sokmasaydık!


Engin Yeşilyurt
×
Yayınımıza abone olun

Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.

​BİR MİSİNİZ SIFIR MI?
Milli Hastalığımız: Eleştiriye Tahammülsüzlük ve H...

İlgili İletiler

 

 Galeri

 Blog Takvimi

Lütfen takvim görünümü hazırlanırken bekleyin