MEVZUBAHİS...

secimikincitur

Seçim bitti ve sonuçlar artık belli.

Elbette sonuçlardan vatandaşı sorumlu tutmak mümkün. Ama diğer yandan bu hem fazlasıyla kolaycılık olur, hem de ileriye yönelik çıkarılması gereken dersleri engeller.

Sonuçları doğru anlamak için bugün gelinen durumu, bugün gelinen durumu anlamak için bugüne nasıl geldiğimizi sorgulamak gerekiyor. Bu kapsamda dikkate alınması gereken hangi partinin, hangi liderin ne kadar oy aldığından ziyade, toplumun bu derece kutuplaşmasını ve kitlelerin tepkilerini iyi araştırmak gerek.

Evet, iktidarın seçmen kitlesinin içinde kemikleşmiş, bugünün şartlarıyla asla başka bir yöne yüzünü çevirmeyecek olan bir kesim var. Bu kitleyi oluşturan insanların genellikle iktidarın sunduğu maddi imkanlardan faydalan insanlar olduğunu düşünüyorum. Yalnız bunların sadece en üst tabakaya ait, zaman zaman haberlerde veya magazin programlarında çıkan üstdüzey zenginlerden olduğunu düşünmemek gerek. Toplumun en alt kademesine kadar sahip olduğu kısıtlı maddi varlı ve imkanları bu iktidar olmasa hayatta elde edemeyeceğini bilen insanlardan bahsetiyorum. Örneğin liyakat esas alındığında çalıştığı memurlukta başka iktidar olsa asla çalışamayacağını, üniversiteden diplomasını çalınan sorular olmadan elde edemeyeceğini bilen bir kitleden bahsediyorum.

Bunlar göreceli olarak bu iktidarla daha iyi konumda oldukları için suyun aktığı kadar devam etmesini isterler ve asla değişime yanaşmayacaklardır.

Fakat AKP seçmeninin sırf bu kitleden oluştuğunu hatta bu kitlenin AKP seçmeni içinde çoğunlukta olduğunu düşünmüyorum.

Seçmenin diğer kısmı ise AKP'yi seçmesine rağmen mevcut iktidarın varlığından kayda değer maddi refah elde edemeyen sadece milli ve dini duygularına hitap edildiği için ve bu duyguları tatmin edecek başka bir seçenek görmedikleri için AKP'ye yönelen insanlar.

Dolayısıyla AKP'nin kurulduğu ve iktidara geldiği yıllara baktığımızda kemik kitlenin bugün olduğu kadar büyük olmadığı görülebilir. AKP iktidara taşıyan insanlar özellikle dini ve kısmen milli duygularıyla hareket eden insanlardı. Ve belki CHP kurumsal kimliğiyle değil ama bazı sol elitlerin söylemleri, takındıkları tavır ve üsluplarıyla insanların maneviyatına kibir ve küçümseyici yaklaşımlarıyla bu insanların Siyasal İslam'a yönelmelerinde çok büyük sorumluluk taşıdılar.

Her ne kadar sayın Kılıçdaroğlu başörtü konusuda helalleşmeye yönelik adım attıysa da, CHP'nin veya CHP kitlesinin bu güne dek geçmişe yönelik bir muhakeme yaptığını görmüyorum. Aksine, artık doruğa ulaşmış dini yozlaşma ve hurafeye gösterilen tepki ile samimi insanımızın maneviyatı arasındaki farklılığın şuurunda olduklarını gösteren bir lisan hala kullanmıyorlar.

Üstüne üstelik bir de CHP vitrininde olan bazı isimler kendilerinin insanımızın diğer hassasiyetlerinden tamamen soyutladıklarını gösteren davranışlarla gündem olmaya ısrar ettikleri için, sayın Kılıçdaroğlu'nun tüm uzlaştırıcı çabaları kuvvetli bir akıntıya karşı çekilen kürek kadar verimsiz kalmaya mecbur.

Örneğin Canan Kaftancıoğlu'nun ekranlarda ‚insan hakları aktivizminle' izah etmeye çalıştığı ölen terör örgütü üyelerinin ardından veya sözde Ermeni soykırımı yalanı yıldönümlerinde attığı hümanist mesajlar.
Fırat Yılmaz Çakıroğlu veya Özgecan Arslan vakalarında aynı ‚hümanist hassasiyeti' göstermeyi bir türlü akıl edemeyen Canan hanım (Ben bu iki acı olayda kendisinin bir hassasiyet gösterdiğini hatırlamıyorum, eğer gözümden kaçtı ise elbette sitemim geçersizdir), ya bu tür kışkırtmaların CHP'nin aleyhine olduğunu idrak edip, CHP'den ayrılıp istediği herhangi bir ‚insan hakları' örgütü çatısı altında elleri kanıyana kadar tweet atması, ya da CHP'de siyasete devam edecekse bu tür sivrilmelerden vazgeçmesi gerekiyor.
Bu vakitten sonra vazgeçse ne işe yarar, o da ayrı bir soru.

Olay elbette sadece Canan Kaftancıoğlu'ndan ibaret değil.
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun ve sayın Kılıçdaroğlu'nun saygıdeğer eşleri Selahattin Demirtaş'ın eşi ile buluşarak üstün bir demokrasi örneği sergilediklerini düşünüyor olabilirler veya Ekrem İmamoğlu Ahmet Kaya'nın mezarını ziyaret ederek ‚birleştirici ve bütünleştirici' bir adım attığını sanıyor olabilir ama diğer yandan da çıkıp ‚bize terörle işbirliği yapıyor diye iftira atıyorlar' feryatlarının fazlasıyla cılız kalacağını hesaba katmamış olamazlar.

Ben bile, CHP'nin kurumsal kimliği ile teröristlerle işbirliği yapmadığına inanan biri olarak, yöneticileri pkk'ya ‚terörist' diyemeyen bir partiye mesafe ve tavır koymak bu kadar da mı zor diye soruyorum.

Elbette CHP'nin ‚bunlar bizim doğrularımız, bunlardan taviz vermeyiz' diye tavır takınma hakkı var.
Ama o zaman lütfen ‚biz ana muhalefet partisiyiz, herkesi bir çatı altında birleştireceğiz, birleşerek büyüyeceğiz…' gibi büyük sözler sarf etmesin veya bu söylemlerle inandırıcı olabileceğini düşünmesin.

Kaldı ki burada verdiğim örnekler ve bu tarz zikzaklardan sadece ‚muhafazakar' vatandaşlarımızın değil, tanıdığım bir çok CHP'li seçmenin de rahatsız olduğunu biliyorum.

Kısacası bence CHP'nin (AKP hariç bir çok diğer partinin de olduğu gibi) ciddi bir ‚kimlik' sorunu var.

Umarım bu sorunu yakın tarihimizde seçmen ve yönetimi ile doğrudan bölücü terörün marjinal bir siyasal kolu iken AKP'nin sayesinde oluşturulan ve ethnozentrist bir Kürt kimliğinin meşrulaştırıldığı yapının seçmeninin oylarına göz dikmektense, acil şekilde tekrar Atatürk'ün çizgisine ve ulus millet anlayışına geri dönerek çözerler.

Bunun haricinde, evet doğru, belki bir Mansur Yavaş, MHP kökeni ile muhafazakar kitleye daha yakın bir adaydı. Ama diğer yandan da Mansur bey hitabet ve tavrıyla sayın Kılıçdaroğlu'nun insanlara ulaştığı gibi ulaşabilir miydi bilmiyorum. Aynısı Ekrem İmamoğlu için de geçerli.

‚Sayın Kılıçdaroğlu doğru adaymıydı', ‚şu kadar seçim kaybetti', ‚yine kaybetti' gibi tartışmalara girmeden ve şayet tekrar seçim olursa hala aynı aktörlerle mi karşı karşı kalacağımızı bilmediğimiz için yukarıda yazdıklarım CHP için çok daha elzem ve çözülmesi gereken temel sorunlar oluşturmakta.
Bu sorunların üstüne gidilmeden, bu sorunlar çözülmeden CHP her seçime en az 1:0 geriden başlamaya mahkum.

Ayrıca cumhuriyetin kuruluş yıllarına ve özellikle İsmet Paşa dönemine yönelik eskiden beri dillendirilen şu karalamalara karşı CHP'nin artık ciddi bir aydınlatma kampanyası başlatması gerek. Bir kaç halkla alakası kalmamış 'fularlı aydın'ın (sivrilterek söylüyorum) insanların anlamadığı şekilde üst perdeden konuşması ile değil, yalın, insanımızın anlayacağı dille olaylar, bu karalamanın kaynağı, sebepleri yılmadan, usanmadan anlatılmalı. Aslında bu sadece CHP'nin değil, Cumhuriyetimize bağlı her partinin vazifesi olmalı bence. Çünkü CHP veya İnönü Paşa üzerinden yapılan karalamaların asıl hedefi bizzat Cumhuriyet'in kendisidir.

Her ne kadar Millet İttifakı içinde en büyük parti olsa da seçim sonuçlarının sorumluluğunu sadece CHP'ye yüklemek elbette haksızlık olur.

Bu ittifakın diğer büyük ortağına baktığımızda İyi Partnin de aynı CHP gibi bir kimlik sorunu yaşadığını görebiliriz.

CHP'nin kimlik sorunu daha ziyade kendi içine yönelik, yani çizgisinin daha milli veya ulusalcı ağırlıklı mı, yoksa daha gayri milli, siyasi yelpazenin daha da solunda mı olmalı yönünde iken, İyi Parti en az CHP kadar kendi içine yönelik ama sanırım hedef kitlesini daha geniş tuttuğu için dışa daha fazla yansıyan bir sorunla karşı karşıya.

İyi Parti kendisini ‚Mustafa Kemal de benim, Fatih'de benim, Osmanlı'da benim, Cumhuriyette benim diyen ‚cesurların öyküsü, büyük Türk Milletinin öyküsü' olarak tanımlıyor ve ‚iteklenmekten bıkan' seçmene kutuplaşmadan yaklaştığını söylüyor.

Bu aslında bazı aşırı görüş sahipleri haricinde kimsenin somut itirazda bulunamayacağı bir yaklaşımken, bu kadar kapsayıcılığa karşı 6 sene önce resmen kurulan bir partinin oy oranı tatmin edici mi değil mi sorgulamak gerek.

Daha oturmuş, daha az çalkantılı, temel ilkeleri bu derece tehlike altında olmayan diğer demokratik ülkeler içinde 6 sene evvel kurulan bir parti için seçim sonuçlarının fena bir oran olmadığı söylenebilir ama Türkiye'nin son 6 yılına baktığınızda İyi Partili olsam beni tatmin eden bir sonuç olduğunu söyleyemezdim. Hatta İyi Partili olmamama rağmen memnun kalmadım, sonuçlar beklediğimden daha iyi olsa da, daha başarılı bir sonuç arzulardım.

Hal böyle olunca hedef kitlesini bu kadar geniş tutan bir siyasi yapılanmanın, MHP gibi artık toplumda geniş kitleler tarafından olumsuz algılanan ve skandal yaratmadan prompterden okumayı beceremeyen genel başkanı olan bir partinin bile gerisinde kalması, YSP gibi tüm politikası ayrıştırıcı etnik kimlik üzerine kurulmuş bir siyasi yapıdan %1'den bile az farkla önde olmasının sorgulanması gerek.

Bence en temel sıkıntılardan biri ise, İyi Parti'nin hedef kitlesi ile kendisini gerek AKP gerekse CHP'den ayıramaması. Yani markalaşmayı başaramadı. Çünkü hem muhafazakar, hem milliyetçi, hem cumhuriyetçi… bu söylemlerin hepsi AKP'de mevcut. Ne kadar samimi olup olmadığı tartışılır ama mevcut. Mesela AKP'nin daha az vurguladığı ‚cumhuriyetçi' söylemine karşı İyi Parti bu konuda daha hassas ve inandırıcı söylemler gerçekleştirse, bu onu AKP'den ayıran bir nokta olarak benimsenirdi. Ama İyi Parti seçmenin önüne ‚Ömer'in Yolu' sloganıyla Fatih Sultan Mehmet, Menderes, Demirel, Özal, Alparslan Türkeş, Erbakan, Muhsin Yazıcıoğlu ve Ecevit'i aynı karede koymayı tercih etti. Tahminim bu seçeneklerin her birinin hitap ettiği kitleden seçmen çekmek için tasarlanan bir çıkıştı ama bu seçeneklerinin bazılarının da birbirlerine ciddi bir itici kuvveti oluşturdukları düşünülmemişti. Biliyorum, birçok sevdiğim İyi Partili arkadaşım bu kimlik sorunu eleştirisini kabul etmek istemiyorlar ama bu isimleri ortaya karışık sunan bir yapının kimlik sorunu olmadığına kimse beni ikna edemez.

Sadece afiş ve tanıtım videolarında değil, ön plana çıkarılan kişilerde de benzeri bir strateji uygulandı. Örneğin ‚doğunca kucağına ezan, ölünce arkasından sela okunana Türk denir' söylemi ile tanınan Yavuz Ağıralioğlu cumhuriyetçi seküler bir çizgiyle pek uyuşmamaktaydı.
Dolayısıyla bu ve buna benzer siyasal islamcı söylemler AKP'den seçmen çekmeye yetmedi ama samimi cumhuriyetçi seçmene ulaşılmasına ciddi engel oluşturdu. Belki böyle isimler partiye Anadolu'da seçmene ulaşmak için dahil edildi. Fakat diğer yandan partiden ayrıldıklarında ise hitap ettikleri seçmen kitlesini arkalarından da götürdüler.

Aslında İyi Parti'nin başından beri buna benzer sorunları vardı. Parti birçok arzulanan katkıyı sağlamayan isimlerin parlatılmasına vesile oldu. Kuruluş aşamasına ‚Google'in CEO'su veya çok üst düzey bir yöneticisinin (Bu söylem anlatana göre değişti) partiye katıldığı bile iddia edildi. Veya Aşık Veysel'in torununun partiye katılması geniş yankı buldu.

Geri dönüp bakıldığında bu ve benzeri isimlerin katkılarının ne olduğunu ve bugün nerede olduklarını sorgulamak gerek. Aşık Veysel'in torunu hanımefendinin en son AKP'ye katıldığını okumuştum.

Diğer yandan ise belki bu ve benzeri olaylar yüzünden bence partiye çok artı sağlıyacak isimlerin sessiz sedasız partiden ayrıldıklarını veya aralarına mesafe koyduklarını gözlemledim. Örneğin tam olarak sebebini bilmemekle beraber Ali Türkşen'in ayrılışına şahsen üzülmüştüm. Kendisinin varlığı ile İyi Parti'yi zenginleştirdiği bir isim olduğunu düşünüyorum.

İsimlerde yaşanan bu istikrarsızlık bir yana bir de İyi Parti kimliğine bürünerek bu isimler üzerinden kamuoyuna hitab eden bazı sözde yazar ve gazeteciler vardı. Bunlar sadece partideki isimlerle insanların kafalarını karıştırmakla kalmayıp olayları da çok saptırarak insanlara aktardılar. Özellikle bu şahıslara yönelik bence çok ciddi dışlayıcı bir tavrın sergilenmemesi ta kuruluşundan itibaren İyi Parti'nin seçmen tarafından yanlış algılanmasına yol açtı.

Örneğin Ali Türkşen kimseye sitem ve kötü bir söz etmeden, açık itham ve eleştirilerde bulunmadan partiden ayrılma kararını açıkladığında, ki böyle bir karar demokrasilerde her insanın en doğal hakkıdır, arkasından ‚klavye komandosu' diye konuşanların bunu neden yaptığını ve şimdi nerede olduklarını da sorgulamalı.

Son altı senenin eleştirileri haricinde doğrudan geçirdiğimiz seçim sürecine bakarsak burada da bazı ciddi hataları görebiliriz.

Bence haklı olarak, Mansur beyin aday gösterilmesini isteyen bir Meral hanımın karşısında kendi adaylığını isteyen bir Kemal Kılıçdaroğlu vardı. Evet Meral hanım dışardan görebildiğimiz kadarıyla Mansur beyi istiyordu ama Mansur bey bu konuda hiç güven uyandıran bir profil çizmedi. Sayın Kılıçdaroğlu'na olan vefa borcundan bahsetti ve bir türlü ne net ve kesin ‚Hayır istemiyorum' dedi (veya çok geç dedi), ne de istediğini gösterdi.

Yani bence sayın Meral hanım bu hususta Mansur beye güvenmeyip Kemal Bey'in adaylığını desteklemeli, ama bunun için sert bir pazarlık yapıp koparabildiği kadar taviz koparmalıydı.

Örneğin Deva ve Gelecek Partilerinin masaya katılmalarının ya Kemal Bey'in daveti ile ya da onun onayı ile gerçekleştiğini tahmin ediyorum. Kendileri meclise girmeleri imkansız olan bu partilerin milletvekil karşılığı (çok cömertçe davranılarak) Kemal Bey'in adaylığının sayın Akşener'e karşı desteklenmesi tek sebep olabilir. Zerre kadar katkıları olmayacağı herkes tarafından bilinen bu parti ve başkanların o masaya kabul edilmelerini açıklayabilecek başka bir sebep bulamıyorum. Bu durumda sayın Akşener Kılıçdaroğlu'nun adaylığının kabulü karşılığında bu iki parti ve başkanın masadan kalkmasını şart koşabilirdi bence. Böylece sadece CHP / Kılıçdaroğlu kanadı için değil, aynı zamanda kendi partisi ve tüm ittifak için çok faydalı bir iş yapmış olacak, ne masadan kalkmasına, ne de tekrar geri dönmesine gerek kalacaktı.

Diğer küçük partilerin olması veya olmaması bence çok seçim belirleyici bir rol oynamadı ama herkes Babacan ve Davutoğlunun bir şey katmadığını konuşuyor. Bence katmamaları bir yana, acilen oturup varlıkları ve aday listelerindeki dayatmalarıyla nelere mal olduklarını konuşmak gerek.
Ben seçim sürecine yönelik Kılıçdaroğlu'nun adaylığından ziyade bu unsuru en kritik hata olarak görüyorum.

Seçimden önce Babacan çıkmış Türk anayasasında 40 yerde ‚Türk' kelimesinin geçtiğini ve bundan rahatsızlık duyduklarını anlatıyor.
Millet İttifakı seçmenler üzerine konuluyor ama masalarında meşhur Sıfır Sorun Politikasının mucit dehası Davutoğlu oturmakta…
Bunlar yenilir yutulur şeyler değil.

Listelerde seçmeni rahatsız eden sadece Gelecek ve Deva adayları olmadı. İyi Parti'nin bazı adaylarına yönelik de çok rahatsızlık duyuldu. Bu kısmen gerçekten adayların izah edilememelerine, kısmen ise kara propaganda ve yalanlamayla dayandı. Burada daha açıklayıcı, daha şeffaf bir iletişim seçilmeliydi.

Sinan Oğan'ın adaylığı hakkında 18 Mayıs tarihli ‚Tebrik Ediyorum' yazımda yeterince yorum yaptım. Birinci tur sonra verdiği karar hakkında da konuşmak istemiyorum. Bence seçimi belirleyen bir etkisi olmadı. Sadece bence ahlaklı bir davranış değildi ve ona güvenen insanların bunu hak ettiklerini düşünmüyorum.

Seçimi belirli olmadıklarını düşündüğüm diğer partiler ise Millet İttifakı'nın diğer küçük ortakları. Dolayısıyla bunlara yönelik de eleştiri yapabilecek kadar kafa yormadım. TİP hakkında yazmaya kalkarsam bu yazı bitmez. Sadece şu kadarını söyleyeyim, samimi üslup ve insanlarımızın sıkıntılarını kısmen doğru adlandırmak geçen yüzyıldan kalan ve yanlışlıkları artık kanıtlanmış olan fikirlere saplanmaya meşruiyet kazandırmaz. Kendilerini acilen samimi bir şekilde savundukları fikri bilimsel olarak sorgulamaya ve sözde soykırım gibi tuzaklara düşmemeye davet ediyorum.

Kalıyor Ümit Özdağ ve Zafer Partisi.
Zafer Partisi sığınmacı sorununu Türkiye'nin siyasi gündemine yerleştiren ilk partidir. Ve bu konuda A'dan Z'ye haklıdır. Belki söylem ve üslup olarak daha diplomatik bir yaklaşım sergilenebilirdi ama böylece konuyu uzatmadan gündeme getirmeyi başardı. Onun için bu hususta eleştireceğim bir şey yok.

Ümit Hoca'ya ve Zafer Partisine bu sebepten ötürü ırkçılık üzerinden saldıranlar çok da heveslilerse kendi özel hayat alanları Zafer Partisi'nin kastettiği sığınmacılarla paylaşabilirler. O zaman samimiyetlerini görürüz.
Zafer Partisine yönelik genel bir eleştiri ancak bir partinin tek bir konuda çözüm arama ve üretme lüksüne sahip olmadığına yönelik. Eğitim, sağlık, hukuk sistemi… Çözüm üretilmesi gereken çok alan var ve ne kadar çok alana değinilirse o kadar geniş kitleye ulaşılır düşüncesindeyim. Ben bu konularda çözümleri, önerileri yok demiyorum. Varsa daha fazla anlatılması gerekir diyorum. Ama çok yeni bir parti olduğu için bunun ileride düzeleceğini umuyorum.
Daha az kışkırtıcı bir üslup ve problemlere daha geniş bir bakışla çok daha etkin olabilirler bence.

Sinan Oğan'ın adaylığını desteklemelerini bir kenara bırakırsak, ki değdim gibi ‚Tebrik Ederim' başlıklı makalemde gerekçeleri anladığımı yazdım, ikinci turda sayın Özdağ ve Zafer Partisi ilkeli bir duruş sergiledikleri kanaatindeyim.

CHP'nin fazlasıyla gecikerek ikinci tur için Zafer Partisine yönelmesinin YSP oylarına mal olduğunu da düşünmüyorum. YSP'nin zaten Cumhurbaşkanlığına yönelik bir iddiası yoktu, parlamentoya girdiler, dolayısıyla ciddi manada ikinci turda seçime katılmalarını gerektiren bir durum yoktu. Yani ikinci turda katılımları Zafer Partisi / Özdağ yüzünden mi düşüktü bence tartışılır. Ama sebep ne olursa olsun, gördük ki ciddi bir kısmı Selehattin Demirtaş'ın cezaevinde olmasını çok da umursamayan bir kitlesi varmış YSP'nin. Bu da bu başka partilere bu kitleye yönelik manevra alanı sunuyor. Bence bu değerlendirilmeli.

Gelelim son olarak bize, yani milliyetçi seçmene…
Yukarda yazdıklarımdan anlayabileceğiniz gibi eleştirilecek bir çok noktanın olduğunun şuurundaydım.
Bunu bile bile, Kemal Kılıçdaroğlu aday olarak belirlenince, Kılıçdaroğlu'nu destekledim.
Çünkü bu durumda hepimizin istediği gibi 4/4'lük bir aday çıkma ihtimali yoktu.
İhtimal olmadığı gibi bu konuda ısrarcı davranıp ‚Ben seçmiyorum' gibi bir tercih lüksümüz de yoktu.

Biz camia olarak 1997'den beri bizi bir araya toparlamayı başaran bir aday belirleyemiyoruz, tüm Türkiye'ye Cumhurbaşkanı olacak adayın bizi tamamen ikna etmesini nasıl bekleyebiliriz?

Elbet herkes muhakemeyi kendi vicdanı ile yapacak ama maruz kaldığımız tehlikelere bakınca desteklediğim yüzünden benim şahsen vicdanım rahat.

Ama yine de umutlandım.
Çünkü bu seçimde gerçekten tek derdi vatan ve millet olan yüreklerin yeri geldiğinde kendi gölgelerini aşıp, her türlü hoşnutsuzluk ve memnuniyeti bir kenara bırakarak bir araya gelebildiklerini gördüm.
Geleceğe yönelik tek umudum bu.

Ve Türkiye'yi bu cendereden kurtarcak olanların da bu yürekler olduğundan eminim.
Her türlü şablonu, kendi kendilerini soktukları kaybı, başkaları tarafından sokuldukları çerçeveleri kırarak vatan, millet ve bayrak için bir araya gelenler başaracak bunu.
Çetin olacak, zor olacak ama başaracağız, başarmaya mecburuz.

Çünkü ‚Mevzubahis vatansa gerisi teferruattır.'



×
Yayınımıza abone olun

Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.

EZEL DİVANI
SEÇİMİN MUHASEBESİ

İlgili İletiler

 

 Galeri

 Blog Takvimi

Lütfen takvim görünümü hazırlanırken bekleyin