HAR VURDUM HARMAN SAVURDUM – 2
* * *
Düşünmek soru sormadan mümkün olmuyorsa ve insan da düşünen bir varlık ise sormanın yeridir: "Ecdadımız" diye yeri göğü inletenlerin Sultan Abdülaziz'in bestelerini dinlemişliği var mıdır acaba? Sultan Abdülhamit'in "Klasik Batı Müziği" hayranlığını, harika biçimde piyano çaldığını biliyorlar mıdır? Sultan II. Mahmut'un bestelerine rastlamışlar mıdır? Sultan V. Murad'ın Batı Klasikleri arasına giren VALS'inden haberleri var mı? Londra'da "Osmanlı Saray Müziği Akademisi" olduğunu biliyorlar mı?
Şalvar ve/ya cübbe giyip, sakal bırakıp, eline tespih alan Osmanlı torunu olmakla övünür oldu. Müzik ve matematik arasındaki ilişkiyi bilmeyen ve def çalarak ibadet ettiğini düşünen yobazlar sürüsü Osmanlı'ya teğet bile geçemez oysa. Arap geleneksel giysileriyle Osmanlı'yı yaşatmaya, yüceltmeye çalışanlar bile var. At üzerinde kılıç ve yay sallamakla meşhur olmuş Türkler ne ara atın üzerine şalvarla veya etekle oturma marifeti göstermiştir? Defalarca test edilmiş ve onaylanmıştır: Cehalet mutluluktur!..
* * *
Türk milletinin reisinin, belli ki Türk kültürüne dikkat çekmek için verdiği iftar sofrasında ne Yunus Emre Konçertosu vardı, ne Şah Hatayî deyişleri, ne Pir Sultan serzenişi, ne kör kütük filozof Veysel, ne Bozkırın Tezenesinden bir tını. Karacaoğlan ve Âşık Dertli zaten mezhebine aykırıydı. Alabildiğince saray soytarısı toplanmış ARABESK ve POP cehaleti şerefine iftar yapıyorlardı... Tam o sırada Hafız Burhan acıklı mı acıklı Hüseynî makamındaki salâsını okuyordu Türk kültürünün. Âmâ gözleri dolukmuş Kani Karaca "Olmaz ilaç sine-i sadpareme" diyor, Sadettin Kaynak "Tanrı uludur! Tanrı uludur!" diye teskine geliyordu Hafızları. Tatyos Efendi kafayı çekmiş "Gamzedeyim deva bulmam" diyordu efkârına yenik düşüp. Ferid Alnar Yunus gönlünce, "gözümüz yok sofranızda" diyordu öte taraftan. "Ben Hak'la oldum aşina, kalmadı gönlümde nesne… Eksiklik kendi özümde" diyen Hatayî herkes adına yanmaya gönüllü oluyordu.
* * *
İstediğiniz şekilde yorumlayabilirsiniz: Cennet müjdesi veya Cehennem korkutması Türk kültürünün ölüm reçetesi olmuştur. Birçok insanın gönlünde birer imgeyi aşmış, koca koca puthanelere dönüşmüştür. "İyi bir insan olmalıyım, çünkü neticede vicdanı olan ve muhakeme edebilen bir varlığım" düşüncesiyle, "İyi biri olmalıyım, çünkü ucunda sonsuz bakire kadın, şaraptan nehirler var" düşüncesi arasında, şahsiyet sahibi olmakla şerefsiz olmak gibi bir fark vardır. Bir karşılık icabı "iyi" olmayı hedefleyen biri nasıl bir ahlâk felsefesi üretebilir ve yaşatabilir ki?! Şaraptan nehirler ve bakire huriler için tapınan putperestlerin "isteyene ver onları" diyen Miskin Yunus'u anlaması mümkün müdür?
Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.