Türk Milliyetçiliği Fikriyatında Kişi Taassubu - 1

 MİTürk milliyetçiliği fikir sisteminin Osmanlı İmparatorluğu içerisinde Rusya'dan iltica eden Türk aydınları tarafından geliştirildiğine herkes mutabıktır. Bu topraklarda Türk milliyetçiliği adına çalışmalar yapan ilk fikir kuruluşlarının 1908'de kurulan Türk Derneği, 1911'de tesis edilen Türk Yurdu Cemiyeti ve nihayet 1912 yılında ihdas olunan Türk Ocakları olduğu malumunuzdur. Bu müesseselerin içindeki münevverlere göz attığımız zaman gözümüze en çok çarpanlar Yusuf Akçura, Ahmet Agayef, Ziya Gökalp, Hüseyinzade Ali Turan, Mehmet Emin Yurdakul, Hamdullah Suphi, Hüseyin Cahit ve Müftüoğlu Ahmet Hikmet gibi isimler olacaktır. Özellikle Türk Ocakları'nın kuruluşu ile daha sistematik bir şekilde ilerleyen Türk milliyetçiliği fikri Hüseyinzade Ali ve Ziya Gökalp'in etkisi ile İttihat ve Terakki Cemiyeti içerisinde de ağırlıklı görüş halini alıyordu. Milli Mücadele sırasında Kuva-yı Milliye'ye destek veren ve hatta bizzat mücadele içerisinde bulunan bu Türk milliyetçileri yeni kurulacak olan Türk Devleti'nin de fikri temelini oluşturacak insanlar olacaklardı. Milli Mücadele sonucunda İstanbul'u İtilaf Devletleri'nden teslim alan kişi Türkçülüğü 1904 yılında, bu fikir daha cemiyet düzleminde bile değilken "Üç Tarz-ı Siyaset" ile savunmuş olan Akçuraoğlu Yusuf Bey idi. Ziya Gökalp, 1918 ve 1923 yıllarında yazdığı "Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak" ve "Türkçülüğün Esasları" adlı eserlerle Mustafa Kemal Atatürk'ü en çok etkileyen ve Türkiye Cumhuriyeti'nde gerçekleştirilen devrimlerin esas kaynağı kabul edilen isim olmuştur. Türk Ocakları'nın 1912-1931 yılları arasında aralıksız başkanlığını yapacak olan Hamdullah Suphi ilk meclisten itibaren 34 sene milletvekilliği yapacak, kısa bir dönem Milli Eğitim'in başına getirilecekti. Mustafa Kemal Atatürk'ün Türkçü mü, Turancı mı, başka bir şey mi olduğu tartışmaları bir yana özellikle cumhuriyetin ilk dönemlerinde dini alanda yapılan bazı uygulamalar, bu hassasiyeti yüksek olan çoğu kesimde rahatsızlık yaratmıştır. Yapılan uygulamalarda pay sahibi olanlar arasında Türkçü ve İttihatçı isimler de bulunmaktadır. Benim amacım Türkçü ve milliyetçi fikriyata şöyle veya böyle katkı sağlamış her insanı, değerini göz ardı etmemekle beraber tenkit edebilmektir. Milliyetçi gençlerin eskiden beri sol görüşlüler karşısındaki "okumayan, cahil kalmış, taşralı" gibi sıfatlarla anılmasının verdiği hissiyatı tersine çevirmek, sadece adı bu mefkureye mal olmuş isimleri okuyup taassup ile onlara bağlanmakla halledilmeyecektir. Osmanlı'nın son dönemlerinden günümüze kadar Türk milliyetçilerine katkı sunmuş, üstat diye anılan isimlerin eserleri okunduktan sonra bunlar hakkında tahlil ve gerekirse tenkit yapılmaz ise yapılan okumanın pek bir kıymet-i harbiyesi yoktur. Bu sebeple zikredeceğimiz isimler hakkında ön yargılarınızı ve ön kabullerinizi bir kenara bırakmanız şarttır.

Tüm bunlardan sonra olayın aslına gelecek olursak ilk olarak incelediğim isim Türk milliyetçilerinin değer verdiği önemli bir isim olan Erol Güngör hocadır. Erol Güngör CHP ve devlet tekelinde ilerleyen milliyetçi anlayışa bir alternatif koymaya çalışan bir isimdir. İslami ögelere verdiği önem ve görece isabetli tahlil ve tespitleri onu Türk düşün tarihinde önemli bir noktaya taşımıştır. O da kendinden önceki milliyetçi anlayışları başından itibaren eleştirerek ilerlemiş ve kendince bir metot oturtmuştur. Fakat naçizane benim görüşüm bir milliyetçiyi görüşleri üzerinden tenkit ederken başka bir ideolojik yolun yolcusu olmuş kişilerin görüşlerini baz almak çok da isabetli ve sağlıklı bir yol değildir. Erol Güngör'ün tüm tenkit ve yazılarında bu tarzı kullandığını iddia etmek abesle iştigal olur. Ancak ufak da olsa bazı meselelere dikkat çekmek bu isimlerin değerini alçaltmayacağı gibi asıl fikrinin ön plana çıkması açısından önemlidir. Bu sebepten merhum Erol Güngör'ün 70'li yıllarda yaratılmaya çalışılan alternatif milliyetçi tavrın en önemli dergilerinden olan Türk Edebiyatı dergisinde yazdığı bir yazı üzerinden eleştirisini yapmak gerekir. Derginin kurucularının 70'li yılların "Aydınlar Ocağı" ekolünden geldiğini belirtmekle birlikte bu konuyu başka bir yazıda irdelemek üzere erteliyorum. Şimdi gelelim Erol Güngör'ün o yazısına... Yazıda Erol Güngör, Türk münevverleri arasındaki yeri yadsınamaz olan fakat sosyalist kültürden gelip daha sonra İslamcı ekolün bir parçası haline gelen Cemil Meriç ve onun meşhur "Bu Ülke" adlı eserini değerlendiriyor. Hatta bu eseri kendisinin yazamadığına hayıflanarak, Meriç'e "Aziz" diye hitap ediyor. Bana göre Erol Güngör Cemil Meriç'ten üç gömlek daha üstün bir yazar ve münevverdir. Ondan öncede milliyetçidir. Ancak 400 sayfalık eserde Erol Güngör maalesef sadece belirli bir kısım üzerinden Cemil Meriç'e hak verdiğini görmek beni üzüyor. Özellikle bu kısmın Türk milliyetçiliğini bu topraklara getirmiş olan insanlardan bahsetmesi de manidardır. Son dönem Osmanlı münevverlerinin eleştirilecek çok yanı olması, onların bir İslamcı bakış açısıyla değerlendirilmesine milliyetçi kimliğimizle hak vermeye izin vermez sanıyorum. Örneğin; Hüseyin Nihal Atsız'ın Kadir Mısıroğlu'nun gözüyle eleştirilmesine bir başka milliyetçi münevver, Atsız'ı sevmese bile, prim vermemelidir. Varsa bir tenkit okumalar yapılarak, kendi görüş ve öneriler çerçevesinde yapılabilir.

Erol Güngör Türk Edebiyatı dergisinde "Bu Ülke Bir Acayip Ülkedir" adlı yazısında derginin bir diğer yazarı Cemil Meriç'in "Bu Ülke" adlı eserine övgüler düzmektedir. Hatta yazının sonunda ona "Aziz Cemil Meriç" diye hitap ediyor. Ve böyle bir kitabı kendi yazamadığı için hüzünlü olduğunu ifade ediyor.Milli şahsiyetin oluşumunda rol oynayan iki unsuru dil ve din olarak gören Cemil Meriç'e katılan Erol Güngör, bu iki unsura halel geldiği takdirde milletin şahsiyetinin de cemiyetinin de kalmayacağını ifade eder. Bu değerlendirmesinden sonraki kısmında ise Cemil Meriç'in Ahmet Ağaoğlu ve Yusuf Akçura'ya eleştirisine hak vermektedir:

"Cemil Meriç o keskin zekâsının ve derin bilgisinin eseri olan "Bu Ülke"de bazan hiciv yapar gibidir, ama çizdiği tablolar insanda istihzadan ziyade merhamet ve acıma duygusu uyandırıyor. Bütün ömrü Türk kültürüne ve medeniyetine küfretmekle geçmiş Ahmet Agayef (Ağaoğlu)'i, Cemil Meriç'in kaleminden okuduğunuz zaman sadece onun gibi üzülür ve "Zavallı Agayef, zavallı Türk milliyetçiliği" dersiniz. Başları sıkışınca Türkiye'ye iltica eden, fakat gördükleri iltifat nispetinde anamıza söven bazı "Türkçü" dış Türklerimizin bize son hediyesi Latin harfleri olmuştu. Rusya kendi idaresindeki Türklere zorla Latin alfabesini kabul ettirince, bu "Türkçü" allâmelerimiz Türk hükümetini "aranızdaki irtibat kesilmesin" diye ayni yönde davranmaya teşvik ettiler. Zavallı Agayef, acaba Rusya bu oyunu oynadıktan sonra derhal Latin Alfabesini bırakıp Kiril harflerini kabul ettiği zaman ne yapmıştı? Herhalde bu defa da Kiril alfabesini alalım diye devlet reisine müracaat etmemiştir. Ahmet Agayef deyince meşhur Yusuf Akcora'yi hatırlamamak kabil mi? O da Yahya Kemal'in tabiriyle "Türkçülüğün Aba-i Kenisaiyesinden bir havvari gibi" idi. Yahya Kemal şöyle diyor: "... bu memleketin biz zavallı çocuklarına Bizans bakiyesi gibi sıfatlar savurur. Bizans dedim de aklıma geldi. Yusuf Akcora Bizans düşmanıdır. Osmanlıyı onun bakiyesi sayar. Bizi Türk görmez, Rum devşirme piçleri gibi bir kemiyet bilir. Mamafih bu Kazanlı mütefekkirin 1923 intihabatında namzetliği Kars'tan konmuştu. Fakat Yusuf Akcora kabul etmedi. İstanbul'dan, Bizans'tan mebus çıkmak istedi. İstediği de yapıldı. O vakitten beri mülevves Bizans'tan bahsetmeye devam ederek İstanbul'u temsil etmektedir." Bu iki şahıs, Agayef ile Akcora, bizim Meşrutiyetten müdevver Cumhuriyet münevverleri arasında müstağriblerin en şiddetli birer numunesidirler. Cemil Meriç "mustağrib" tabirini Ahmed Midhat Efendi' den alarak, garbı şarka aktarmakla uğraşan kişi manasında kullanıyor. Bence bunu bir hastalık adi olarak almak daha doğru olur: Tagarrub illeti. İşte Agayef ile Akcora "eşeddi istiğrabdan" mustariptirler. Teşhisi oldukça kolay, ama tedavisi imkânsız denecek kadar güç bir hastalık. İnsan bir kere yakalanmaya görsün, iki yüz yıl yaşasa yine derdine deva bulunamıyor."

Türk Edebiyatı Dergisi, s.30 c.3, s13, Haziran 1974.

Erol Güngör'ün bu değerlendirmeyi bir İslamcının bakış açısıyla yapması yukarıda da değindiğim gibi benim için tenkit edilecek bir durumdur. "Sen kimsin ki?" diyebilirsiniz. Ancak bunca yıldır okumuyor dediğiniz "milliyetçi gençlerin" sadece ezberci bir okumayla kitap açıp kapatmasını bekliyorsanız, ben o değilim. Erol Güngör de dahil olmak üzere birçok ismi kişiliği değil, yazdıkları üzerinden eleştirmek onun değerini düşürmeyecektir. Buna kızan, bundan hoşnut olmayan veya tabularına dokunulmasını istemeyenler bir zahmet "milliyetçiler okumuyor, cahiller, kaç kişi yetiştirdiler zaten" gibi yorumlara cevap verebilirler umarım.

Bunun dışında Erol Güngör'de eleştiriye açık bir diğer taraf onun İslami değerlere önem vermeye çalışırken İslamcı jargonuna ister istemez dahil olmasıdır. Örneğin; Çaldıran Savaşı üzerine yazdığı değerlendirmesinde hem Safevileri hem de Osmanlı'yı Türk olarak nitelendirdikten sonra Osmanlı zaferinin gerçek Türk zaferi olduğunu anlatmıştır. Güngör'e göre Sünni Türkler, Türklük özelliklerini devam ettirirken; Şii olanlar İranlılaşmıştır. Fakat Güney ve Kuzey Azerbaycan, Türkiye, Irak, Özbekistan ve Afganistan gibi ülkelerde yaşayan 100 milyona ulaşan Şii ve Alevi Türklerin hepsini birden Türklüğünü kaybetmiş olarak görmek talihsizliktir. Türk nüfusunu Osmanlı Devleti'nin Sünni kolundan ibaret saymak hangi Türk milliyetçiliğinin isteyeceği bir durumdur? Kaldı ki Türk milliyetçilerinin kendilerine yöneltilen eleştirilere karşı Gagauz, Karay, Yakut vs. gibi İslam dışı Türkleri bile müdafaa etmesi gerekirken bir de içerisinde mezhepçi bakış yaratılmasına razı olur mu? Bunun dışında Erol Güngör'ün İran İslam Devrimi'nin ikliminde o etkide yazdığı yazılarının tenkidini hem İslamcı camia hem de milliyetçiler yapmalıdırlar. Bu küçük gibi görünen durumlar Erol Güngör'ün okunmaması için değil; bu yönleri bilinerek okunması içindir. Yani eline Erol Güngör'ün eserleri geçmiş olan bir genç, onun kitapları ve yazıları ile Türk milletine hizmet edecek bir birey olabilir. Ancak bu hizmeti yaparken dikkat etmesi ve her şeyi ile Erol Güngör'ün düşüncelerini almaması gerekmektedir. 

Bu yazımda sadece bunu belirtmeye çalıştım. Erol Güngör dışında Türk milliyetçiliğinin içerisinde yer etmiş olan üstatların da doğrusunu ve yanlışını kendime göre yazmaya çalışacağım.Erol Güngör bizim değerimizdir, bize aittir. Ona kimse oturduğu yerden İslamcı diyemez, fakat yanlışlarını söylemeye çalışmak da milliyetçi düşünceye hizmettir diye düşünmekteyim. Tehlikeli olanın ise Türk gençlerine "milliyetçilik" adına üstat diye tanıtılan isimler olduğu kanaatindeyim. Bu milliyetçi postuna bürünmüş "sol" ve "sağ" manevracıları açığa çıkartmak her milliyetçinin de görevidir. 

×
Yayınımıza abone olun

Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.

TEKİR ve FARELER
​Vefa sadece bir semt adı mıdır?

İlgili İletiler

 

 Galeri

 Blog Takvimi

Lütfen takvim görünümü hazırlanırken bekleyin