BİR AB HAYALİ...

...veya 'BİTMEYEN TİYATRO'

Şimdi AB müzakereleri durduruyor ve Türkiye bunu kabul etmiyor. Evvela bu ifade ile korkunç derecede gülünç duruma düştüğümüzü söylemem gerek. Türkiye'nin bunu kabul etmeyecek bir gücü olsa zaten müzakere yapmasına gerek kalmaz, AB'ye kendi şartlarını dayatır ve kabul ettirir. Bu konumda olmadığımıza göre, kimseyi istemediği bir müzakereye zorlayamazsınız.

AB Kriterlerinin hiç biri Coca Cola reçetesi gibi gizli saklanmıyor.

Açarsınız interneti, gidersiniz AB'nin kurumsal sayfalarına, sosyal, hukuki, ekonomik ne kadar anlaşma, kriter ve koşul varsa indirirsiniz.

Ve sonra başlarsınız bunların içinden Türk Milleti için uygun olanlarını gerçekleştirmek için çalışmaya. Kafanıza yatmayan kriter varsa ya uygulamazsınız, ya da kendi sosyo-ekonomik değerleriniz doğrultusunda değiştirir, hedefe öyle ulaşmaya çalışırsınız.

Olaya böyle yaklaştığınızda kimse size müzakereye başlamanız için ikiz yasa imzalayacaksınız diye de dayatamaz.

Yapılması gereken bence buydu.

AB'nin (özellikle Almanya, Fransa ve yakın zamana kadar İngiltere) lokomotif ülkelerinin refah anlayışı 2 temele dayanır. Bunları biri olmazsa diğer olmaz.

  1. Kendi değer yargıları doğrultusunda demokratik hukuk devleti ve toplumu olmayı başaran ülkelerdir.
  2. Üretime dayalı bir ekonomi.

Bu temel gerçekleri göz ardı ederek sadece makro ekonomik verilerin düzelmesi ile kalıcı bir refah seviyesinin yakalanması mümkün değildir.Özellikle bu konuyla alakadar müzakere macerası başladıktan sonra bu iki temelin oluşması ve gelişmesi için hiç bir şey yapılmadığı gibi bu temellerin atılması için mevcut olan zemin de her geçen gün gittikçe tahrip edildi.

Dünya çapında 194 devlet var. G20 diye adlandırılan en önemli devletlerin içinde AB bir devlet gibi sayılıyor. Buna rağmen AB'den Almanya, Fransa, İngiltere ve İtalya yine birer üye olarak sayılmakta. Yani aslına bakarsanız G20 bu dört devlet, ve AB'nin geri kalan tümü, artı Türkiye ve artı 14 AB'ye üye olmayan devletten ibaret.

Yani görüldüğü gibi G20'ye dahil olmak için AB üyesi olmak şart değil. Tabii ki kimsenin bu günden yarına ABD gibi bir ticari güç olmasını bekleyemez. Ama demek istediğim o ki; kendi ülkenizde hukuki ve ekonomik istikrarı sağlayacak kalıcı ve doğru politika yaparsanız, AB üyeliğiniz veya adaylığınız olmasa da ülkenize yabancı yatırım gelir ve dış dünya ile ticari ilişkilerinizi gayet makul şekilde devam ettirebilirsiniz.

Bunun için istikrarlı ve akılcı bir ülke idare ve iradesi gerekir. Maalesef Türkiye bu yola baş vurmadı. Kısa vadede ekonomik büyüme ve batılı yatırımcıya cazip gelmek için, kendi iç politikasını masada pazarlık mevzu yaptı. Sonuçlarını görüyoruz.

Şimdi AB müzakereleri durduruyor ve Türkiye bunu kabul etmiyor. Evvela bu ifade ile korkunç derecede gülünç duruma düştüğümüzü söylemem gerek. Türkiye'nin bunu kabul etmeyecek bir gücü olsa zaten müzakere yapmasına gerek kalmaz, AB'ye kendi şartlarını dayatır ve kabul ettirir. Bu konumda olmadığımıza göre, kimseyi istemediği bir müzakereye zorlayamazsınız.

Bundan sonra ne olur?

Belki biz yine geri takla atar ve konumumuz daha da zayıflamış olarak müzakerelere bir gün devam ederiz.

Belki AB / Türkiye arası bir daha düzelmez, veya müzakerelere bir daha başlanılmaz.

Eğer iktidarın niyeti gerçekten AB olayını (resmi olmasa da, fiili olarak) nihayetlendirmekse o zaman Türkiye'yi yeni pazar / ortaklıklara dahil etme çabasına olacağı kesindir.

Bu bir çok açıdan kimsenin nasıl sonuçlanacağı ve gelişeceğini asla tahmin etmesi mümkün olmayan bir macera olur. Çünkü her ne kadar Türkiye AB üyesi olmamış olsa bile uluslar arası imzalanan bir sürü anlaşma ve gelişmiş ticari bağlar var. AB asla hukuki açıdan kendi çıkarlarından vazgeçmeyecek ve ticari açıdan da Türkiye'nin AB'ye rakip olabilecek ülkelerle bağlarının sıkılaştırmasına kolayına müsade etmeyecektir.

Sanırım bir çok kişi 'Ya üye olamadık, o zaman kapatalım bu defteri, al mektubunu ver mektubumu yapalım' diyecek kadar kolay sanıyor bu işleri ama öyle değil.

Velev ki öyle kolay olsa;
bugüne kadar Türkiye'nin uzun vadeli menfaatini korumadan uluslar arası diplomasi, pazarlıklar yapan bir anlayışla yeni müstakbel ortak ve müttefiklerle oturduğumuz masada daha mı başarılı olacağız? Bu yeni diyalogda ki taraflar AB'den daha mı 'Türk sever'ler de babalarının hayrı için Türkiye'ye dayatma yapmayacak, kıyak geçecekler?

Umarım kimse 'İslam Birliği' veya 'ümmet' gibi saçma argüman kullanmaz, zira milletler arasında dostluk olmaz, çıkar alışverişi olur.

Yani,
değiştirmemiz gereken diyalog ortağımız değil.
Değiştirmemiz gereken karşımızdakilerin kendi çıkarlarından vaz geçerek bizim kara kaşımız, kara gözümüzün hatırı için bize iyilik yapmalarını beklemek.

Beklediğimizi bulamayınca da 'Eyyy AB, Eyyyy Almanya.. ves.'' nutukları da acilen bırakmamız lazım. Bu şekilde sadece kendimizi küçük düşürüyoruz. Başka olan bir şey yok.

Tabii bütün bunların kimsenin takmayıp dinlemeyeceği çözüm önerileri.

Gerçek olan şu ki Türk tarihinde hiç olamadığı kadar çok borca batmış durumdayız (2017 başı resmi toplam dış borç 410 milyar USD). Bu borcun büyük kısmı Batı / ABD'nin elinde.

Dolayısıyla AB / NATO vesaire gibi kuruluşlardan kurtulmak öyle bir çok kişinin sandığı gibi kolay değil. Kaldı ki bu olayın sadece ekonomik boyutu.

Yani AB Türkiye ile müzakereleri durdurmakla AB'ye hiç bir şey olmaz. Zaten bu aralar fazlasıyla kendi işi olan AB biraz kafasını dinler. Ama Türkiye'ye pahalıya mal olur.
Bunu senelerdir ve hala Türkiye'nin asla AB'ye katılmaması gerektiğini savunan biri olarak yazıyorum.

Evet artık bu AB tiyatrosu bitmeli.
Ama bu şekilde değil.

Maalesef jöleliyi en büyük ekonomist gören bir zihniyetin de atılması gereken doğru adımları algılayabilecek durumda olduğunu düşünmüyorum.

Mehmet Alp

Telif Hakkı

© Mehmet Alp @ tahtaPod.com

×
Yayınımıza abone olun

Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.

DANDANAKAN SAVAŞINDAN ALINACAK DERSLER VE SURİYELİ...
ÜLKÜCÜLER

İlgili İletiler

 

 Galeri

 Blog Takvimi

Lütfen takvim görünümü hazırlanırken bekleyin