YÜZÜĞÜN TARİHİ (M.S. 1987)

Dünya neden üretti? 

Üretmenin sonu neden gelmiyor?

Bugünlerde veya günden güne biçimlenip betimlenen, hep bir evvelinin ötesine geçmeye çalışan eğilim; üretmenin, üretilmişin devamını sağlamıştır. Nice görselin, nesnenin, ismin tarihi köklerine inmek; her ne kadar rivayet olunsa da değişim ve etkileşim kaçınılmaz bir gerçektir.

İnsan neden üretti sorusunun cevabı yine insandır, insan ihtiyaç duyduğu için üretti. İnsandaki bedensel ölçülerin belirlediği arayış; doğanın ve aklın süzgecindeki birleşimle yeni şeyler keşfetmenin kalıba, huzur ve estetiğe yönelimini doğurmuştur. Başlarda bir şeyin üretimi daha çok fiziki rahatlığa gebe olsa da zamanla üretimin ruhsal, psikolojik, hatta sosyolojik boyutu da hesaba dahil edilmiştir. Örneğin bir sandalye üretiyorsunuz, basit hedefiniz insanların ürettiğiniz sandalyeye oturmasıyken işin içine konforu da ekliyorsunuz. Daha iyi konfor, aynı zamanda inovasyonun gücü ve farkını yarattıkça üretim zamana, geleceğe kalmayı baz alarak ilerlemektedir. Üretim, kendi başına salt bir sözcükken üretimin itici gücü insan ve onun en değerlilerinden biri olabilen beynidir. İnsanın beyni, ihtiyaçları ve arayışlarının ortak paydasındaki gereksinmeler, üretime birer yanıt niteliği taşımaktadır. Bu da üretmenin neden sonu gelmiyor sorusunun cevabı olabilir.

Üretmek, insanı mutluluğa götürmede başat rol üstlenebilen, devingen, atılgan, elzem bir eylemdir. Aynı zamanda üretilmişe sahip olan insan da üreten gibi mutlu olabilmektir. Örneğin yeni bir şeyler satın almak, kitap mesela. Yazarı siz olmadığınız hâlde size aitmişçesine davranmanız, "benim şu kadar kitabım var" diyebilmeniz ki üretilmiş şeylerin hazzını, sahipliğini yaşayabilmenizdir. Bu yönüyle de üretmek; sahip olma arzusu ve refleksi kazandırmaktır.

Gel gelelim yüzüğün icadına ve ardından biçimsel farklılıkların yüzükteki dinamik seyrine.

Yüzüğü şu icat etti, bu icat etti diyemeyiz! İlle de bir şeyler diyeceksek ilk olarak 1987 yılının başına uzanmalıyız! Evet, çok uzak değil, sadece 30 küsür yıl evveli. Şıp diye geçen zamanın nazarında göz açıp kapamak kadardır...

O günlerde hava bugünkü gibi sıcak ve tutarlı değildi! İklim berbat, mevsimler birbirinin içine girmişti! Örneğin Temmuz'un 10'larında kar yağar, 16 Temmuz'da yaz sıcaklığı devam ederdi. Şubatta 14 gün yaz yapar, kış eski hâline dönerdi! Ekonomik sistem allak bullaktı, "ekonomide tavan yapmak" diye bir deyimden asla bahsedemezdiniz! Reel sektörün sorunları, finansal sektörün kredi çıkmazı falan tam da o günlerde patlak vermiş(!) yer yerinden oynamıştı! Temmuz'un 10'u ila 16'sında gerçekleşen 6 günlük kış mevsimine meteorolojinin aklı yetmiyordu. Gerçi meteoroloji diye bir şey yoktu, bakmayın siz benim böyle konuştuğuma! 

O günlerde bir kar yağıyordu bir kar, tam 8 metre! 15-20 gün evin içinde mahsur kalıyordu insanlar! Boş durmayıp yola devam eden belediyeler bakırlaşan soğuğa aldırmadan harıl harıl çalışıyordu. Belediye başkanı olmak, halka hizmet etmek bugünkü kadar kolay mıydı gardaşım? Önce kimsesiz, gariban biri olacaktın, malın mülkün hiçbir şeyin olmayacaktı! Yok efendim şu fakülteden mezun oldu, yok efendim şu hastanede sağlık taramasından geçti, nerdeee? Ne gezer? Hastane yoktu, okul yoktu, üniversitelerin Ü'sü bile yoktu! Taa ki 1999 yılının sonlarına değin Türkiye tarih öncesi dönemi yaşamıştır! Ne badireler atlattık da sizin kendi gövdenizden haberiniz yok! 

...

Okuyor, onlarca makaleyi baştan sona tüm detaylarıyla tarıyor, gerekli bilgileri kitaplardan çıkarıp not defterimizin kenarına yazıyoruz. Fakat birçok bilgi ne var ki söylentiden ibaret. Birisi ortaya bir laf atmış, diğeri lafı alıp taşımış, bir başkasına yarım yamalak emanet etmiş, bir başkası bir başkasına derken yalan dolan sayısızca bilgi bugünlere değin ulaşmış. Yine de inanmak istiyor ve inanıyoruz. Bazı tarihi bulgular, nesnel veriler de olmasa düpedüz masallarla avutulmayı sıradanlaştırıp kabul edeceğiz!

Her şeye rağmen inançlarımıza sahip çıkarak yüzüğün M.Ö. 1800'lü yıllarda evvela bitki saplarından yapıldığını kabullenerek jet hızıyla 1987 yılına geleceğiz. Bitki saplarından sonra madeni özle, çiçek süslemeleri bağlamında ilk kez Girit ve Miken uygarlıkları tarafından kullanıldığını da hanemize ekleyeceğiz. Antik Yunan'da daha çok sınıfsal farklılıkları ifade ettiğini hiç değilse kenara yazacağız. Alyans olarak 2. Ramses'in karısı Nefetari'nin yüzüğü parmağına takmasıyla "yüzük parmağı" adını almasına inansak da biz yine 1987 yılına döneceğiz. Çünkü bizim tarihimiz yüzüğün icadını 1987 yılı olarak kabul eder! Bir yüzükle geldik, 30 yıldır da bir yüzükle gidiyoruz! Ne yani, yalan mı söylüyorum size?

Bir yüzük hiçbir şeyi değiştirmez, öyle gelir öyle gidersiniz; eğer ben 30 yıl sonra iki yüzük sahibi olursam anlayın ki ikinciyi çaldım! Bir yüzük sadeliktir, süsten uzak olmak, kendi hâlinde masum mu masum yaşamaktır. Bir yüzükle geldim bir yüzükle gidiyorum! Ne yani, yalan mı söylüyorum size?

Ey büyük Allah'ım, o zamanlar İç Anadolu'ya bir kar yağdı bir kar! İç Anadolu da nerden çıktı? Dilim sürtçtü, Marmara diyecektim ya! 

Göz gözü görmüyor, resmen talaş yağıyor yukarıdan, ey büyük Allah'ım! Camlar, pervazlar, kapılar sökülmüş, yollara düşmüş, yoldan geçen üç beş kişi ölmüş, kafamı tam dışarı çıkarırken bir buz kütlesi "şrakkss" etti, burnuma dikildi, ey beyuuk Allah'um, ne oluyi baha?

O zamanları siz bilmezsiniz, nerden bileceksiniz? Başımızda bir tuhaf adam, sabah dediğini akşam unutuyor, zaten 8 metre 17 santim kar yağmış, evden belediyeye kadar zar zor gitmişiz, nasıl gitmişiz, ben de bilmiyorum!

Şimdiki nesil, Z kuşağı mıdır, T kuşağı mı, S kuşağı ne, onlar nereden bilecekler? Memlekete temmuzda kar yağıyor, kimsenin haberi yok, ey büyük Allah'ım! Bunları ben yazıyorum size, adım Engin, bu sözler kimsenin sözü değil, benim sözümdür. Bundan 30 sene önce ne söylediysem size bugün de aynısını söylüyorum. Belediyedeyim, başkanım, en azından başkan adayıyım; kömür dağıtacağız millete, yola çıktık, kamyon devrildi, CHP'liler gülüyor, tuz sürün tekerleklere diyorlar, yetmedi zırt pırt, cart curt sesler çıkartarak halka işaretleri yapıyorlar bize! Bu sözler benim sözlerim, adım Engin, parmağımda sadece bir yüzük var, bir yüzükle geldim, öyle de gidiyorum; araba almışım, ev almışım, onları bir şeyler satın almak olarak kabul etmeyin. Benim bahsettiğim yüzüktür yüzük, onunla geldim onunla gideceğim!

Yaşlı bir kadın çıktı önüme, oğlum yardım et dedi, etmez miyim! Kadın koşuyor, benden hızlı koşuyor, iyi de nereye koşuyor? Dönüp dolaşıyor, belediyenin önüne geliyoruz ey büyük Allah'ım! Bir garip türbülansın içindeyiz, ters dönüyor, sallanıyoruz. Parmağımda bir acıma hissettim, kanıyor, parmağım kanıyor, parmağımdaki yüzük benim mi, yoksa değil mi? Dışarıda 8 buçuk metre kar var, tüneller açmışız, ilerliyoruz, kanlı parmağımı karların üzerine sürdüm, açtığımız tünelden koşarak karşıya geçiyoruz, kafamızı kaldırıyoruz, o da ne? Yine aynı yer, yine belediyenin önündeyiz! Parmağımda sadece bir yüzük, yüzüğümü öpüp kokluyor, alnıma götürüyor, yüce Rabbime dua ediyorum, ne olur yüzüğüme sahip çık, onu da kaybedersem "üryan gelip üryan gideceğim", bari bir yüzükle gideyim!

Sene 1987
İstanbul'a temmuzda kar yağmış, ağustosta deprem olmuş, biz insanlara erzak götürüyoruz, arabamız devrilmiş, dinsiz CHP'liler arkamızdan halka işareti yapıyor, sordum arkadaşa ne demektir o işaret? Tekerleklere zincir takın demekmiş. Araba devrilmiş, zincir taksak neye yarar

Aldırma, boş ver dedim; erzakları götürüp çadırlara dağıttım. Elimi yukarı kaldırdım ve insanlara seslendim: Eğer sizler de 30 yıl boyunca hep aynı kalmak istiyorsanız 1 yüzükle gelip 1 yüzükle gidin!

Sene 2020

1 yüzükle geldim 1000 yüzükle gidiyorum. Adım Engin, bu sözler benim sözlerim, muhatabım sadece Engin'dir. 1 yüzükle gelip 1 yüzükle giden adam, yani ben, yani Engin!


Engin Yeşilyurt

×
Yayınımıza abone olun

Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.

SADECE ADALET
MADIMAK

İlgili İletiler

 

 Galeri

 Blog Takvimi

Lütfen takvim görünümü hazırlanırken bekleyin