REKABET

kadinerkek

Kadın, erkek ve onların iktidar mücadelesi bugünkü yerini alana değin çok zorluklar atlattı.

Tanrı, insanı yarattı. Nietzsche'ye göre bu Tanrı'nın ilk hatasıydı. Üç tek tanrılı dinin hepsinde kadının erkekten sonra yaratıldığını biliyoruz. Musevilikte Tanrı kadını erkeğin kaburgasından yarattı ve erkek kadının "anası" oldu. Kadın ve erkeğin yaratıldığı gün insanlığın iktidar mücadelesi de başladı. Sonra kadın ve erkek yasak olanının tadını öğrendi, Tanrı'nın cennetinden kovuldular. Hristiyan ve Musevi inancına göre bu, şeytana uyan kadının hatasıydı.Zaten kadın, ancak ikincilikle var olabilirdi. Onun aldatıcılığı ve kötü tabiatı da burada başladı. Çok uzun zamanlar kadın ve erkek birlikte avcılık ve toplayıcılık yaptılar. Sonra kadın tarımı keşfetti artık işler daha kolaydı. Tarımı kolaylaştıran bir alet olan saban tüm dengeyi altüst etti. Bu alet kuvvet gerektiren bir araçtı ve kadında bu kuvvet yoktu. Erkek, iktidar mücadelesini Tanrı'nın yardımıyla işte böyle kazandı ancak henüz bundan haberi yoktu.

Erkek, önce kadın hakkında çok şey söyledi. Kadının ne yapacağına, nasıl davranacağına, nerede bulunacağına, nerede bulunamayacağına, ne giyeceğine, nerede gülemeyeceğine karar verme hakkına sahip olduğunu sandı. Kadın karşısında ilk mücadelesini kazanan erkek bunun hazzıyla bu sefer hemcinsiyle mücadeleye girişti. Sonra erkek, erkeğin üzerinde konuşmaya başladı. Erkeğin nasıl davranacağının kurallarını da tek tek belirledi. Artık erillik kırılgan bir kavramdı, kadına yakıştırılan bir özellik taşırsan yahut bir duygu kıvılcımı gösterirsen erkek olamazdın. İşte insanlığın zorbalık tarihi de böyle başladı.

Bu esnada kadınlar evlerinde oturdu. Kendilerini geliştirdiler. Erkeğe daha iyi hizmet edebilmek ve dışardakilerden daha iyi erkekler yetiştirebilmek için yarıştılar.Kadın, aklının erkekten daha aşağıda olduğuna hiç inanmadı. Düşünme kabiliyetinin farkındaydı. Tıpkı erkek gibi düşünüyor, kamuyu değilse de evini tıpkı bir erkek gibi yönetiyordu. Hiç de öyle eksik akıllı, çocuktan farksız değildi. İçinde yaratma içgüdüsü vardı, çocuk doğuruyordu. Evinde oturup "erkek gibi" yazmaya başladı. Ama o erkeğin işiydi, yazdıktan sonra yakıyordu. Yaratıyor ama bu kez onu besleyip büyütemiyordu. Eserlerini, yaratma hazzıyla birlikte her seferinde yok etmek zorunda kalan kadın, bundan kurtulmak istedi. Yazma hakkını diğer tüm haklarıyla birlikte geri almalıydı. Harekete geçti, erkek bu hareketi ciddiye almadı ve ona " feminizm" dedi.

Erkek, müthiş şeyler düşünüyor ve bilimi ilerletiyordu. Doğasını öğreniyor, zihninin derinliklerine ulaşmaya çalışıyor, mutluluğu arıyordu. Ama kadın hakkında hep yanılıyordu. Hegel kadının sadece çocuk doğurması gerektiğini, seçim yapabilme kabiliyetine sahip olmadığını, kadının elinde devletin çökeceğini, kadının keyfî bir varlık olduğunu söyledi. Nietzsche kadının, aşk ve nefretten oluştuğunu, evrensel olmadığı için kamuya da uygun olmadığını söyledi.Kant, kadının yönetmek için değil saltanat sürmek için var olduğunu, yönetimin akılla olabileceğini ama kadında akıl değil eğilim olduğunu söyledi. Freud, onun doğuştan eksik olduğunu söyledi. Antik zamanların büyük filozoflarını, aydınlanmanın yaratıcı düşünürlerini, modern dünyanın dâhilerini herkes sever. Sokrates, Platon, Aristoteles, Rousseau, Kant, Nietzsche, Hegel, Heidegger ya da Freud kuşkusuz büyük işler yaptılar ve bugünkü dünyayı yarattılar. Ama kadın, bu büyük düşünürlerden de umudunu kesti. Erkeğin "feminizm" dediği şey onun için bir tercih olmaktan çıkmıştı. İnsan olması için feminist olması gerekiyorsa olacaktı.

Kadın bu hareketin çok faydasını gördü. Erkek kadını tanımaya başladı, kadın sadece biyolojik bir varlık değildi ve hakları olduğunu savunuyordu. Haklarını böylesine hararetle savunan bir cins akıldan yoksun olamazdı. Düşünüyor, konuşuyor, çözümler üretiyordu. Hayatı boyunca kamusal alanın bir benzeri sayılan evi başarıyla yönetmiş ve komplike düşünmeye alışmıştı, bu özelliği ile bazen erkekten daha başarılı bile oluyordu. Böylece erkek, kadına insanlık haklarını yavaş yavaş teslim etmeye başladı.

Kadın erkekten çok da farklı bir varlık değildi. Haklarını eline aldığında, var olduğu günden bu yana kendisine eziyet eden erkeğe çok kızgındı. Aynı zorbalığı ona uygulamaya kalktı. Böylece erkeğin "feminizm" dediği hareketi kendisi tekrar şekillendirip sistemli hâle getirmek istedi. Kadın da tıpkı erkek gibi doğaya karşı çıktı. Kadın egemen bir toplum hayaliyle; erkeği ezmeyi, onu ikinci plana atmayı arzuladı. Kadın kısa vadede çok fayda sağladığı feminizmi kendi eliyle neredeyse çığırından çıkardı. Aslında kadın ve erkek arasındaki iktidar mücadelesi hiçbir zaman bitmemişti.

Bugün kadın ve erkek ilişkileri üzerine yazılmış birçok eser var. Şüphesiz ki bunların "çoğu" tek yönlü ve taraflı.Bu çok yadırganacak bir durum olmasa gerek. Çünkü bir metni yazarın öznelliğinden ayırmak mümkün değil. Bu konuda elinize alacağınız bir kitap; İslamcı bakışa sahip bir yazar tarafından yazılmışsa İslamiyet'in kadına bakışı konusunda, feminist bir bakışla yazılmışsa kadınların mağduriyeti konusunda, Türkçü bir yazarın kaleminden çıkmışsa Türk kadının serüveni konusunda size yol gösterecektir. Ancak İslamcı yazar, size Osmanlı döneminde peçeyle gezmek zorundaki kadının sokakta bir erkek gördüğünde duvara dönmesi gerektiği dönemin açıklamasını yapmayacaktır. Feminist yazar ise; sadece kadınların ne kadar mağdur olduğundan bahsedecek, Türk kadınını İslamiyet'in zincirleriyle bir tutup İslamiyet öncesi Türk kadınını yok sayacak yahut Atatürk'ün kadınlara karşı hassas tutumunu bile erillikle suçlayacaktır. Türkçü yazar; Türk kadınını yüceltecek, diğer milletlerin kadınlarından üstün tutacak ama asla hatalarından yahut karanlık dönemlerinden bahsetmeyecektir.

İnsanı anlamaktan daha zor bir şey varsa muhakkak ki o da kadın ve erkeğin birbirini algılayış tarzını anlamaktır. Çok sevdiğimiz Dünya ve Türk klasiklerini düşünün.MÖ. 5. yy.de Sophokles'in Antigone'sinin yaptıklarını yapabilecek bir kadın var mı? Shakespeare'in Lady Macbeth'inin gerçek bir kadın olma ihtimali var mıdır?Yahut Tanzimat yıllarında Namık Kemal'in Zekiye'si sokakta karşınıza çıkabilecek türden biri midir? Hayır. O büyük yazarlar kadını hep gördüklerinden ve olduğundan farklı çizmişlerdir. İlginçtir ki hepsi hırslı, azimli, güçlü ve bilgili olmalarına rağmen hiçbirinin toplumda karşılığı yoktur.Peki, erkekler neden sürekli toplumdaki kadından daha uzak ve onu asla yansıtmayan kadınlar yaratıyordu? Aristoteles sanatın taklit olduğunu söylememiş miydi? Erkekler neden kadınları yanlış taklit ediyorlardı? Acaba kadınların bu arka planda kalmış durumlarından onlar da mı rahatsızdı? Toplumdaki kadının tamamıyla eserlerinde yarattığı türden kadınlar olmalarını mı istiyorlardı? Kendi hayatlarında bu yarattıkları kadınlar ile bir eksiklik mi tamamlıyorlardı? Öyleyse neden hâlâ kadınları aşağı görmeye devam ediyorlardı?

Asıl sorunu ise oryantalist bakışla açıklamak daha kolay görünüyor. Batı ve Doğu karşılaştırması oryantalizmde kadın ve erkek karşılaştırması ile eş tutulur.Erkek, kadını nasıl görüyorsa Batı da Doğu'yu öyle görür. Batı'ya kendi içinde baktığımızda kadın, erkeğin karşısında "öteki" durumundadır. Ancak Batılı kadın Doğu'ya baktığında, Doğulu kadın karşısında acıma duygusu besler. Kadın Doğu'da din olgusunun altında ezilmiştir ve hâlâ ezilmektedir. Batılı kadın Doğulu'ya baktıkça, kendi erkeği karşısında hissettiği "ötekiliği" unutur. Artık öznedir ve bu ilişkide öteki, Doğulu kadındır. Erkeklerin ilişkilerine bakıldığında ise kendi kadını karşısında "özne" olan Doğulu erkek, Batılı erkek karşısında ve hatta Batılı kadın karşısında "öteki" haline gelir. Bu durumda; Batı karşısında, Doğulu erkek her koşulda "öteki" yani "kadın"dır. Peki, farkında mı?

Kısacası kadınlar ve erkekler, saban sürecek kuvveti olanlar ve doğurma kabiliyeti olanlar diye ayrılamazlar. Bu karmaşık varoluş ve iktidar mücadelesinin sonsuz döngüsü içinde mühim olanın peşine düşmek gerekmez mi? Sahiden her zaman "özne" kalmayı başarabilecek miyiz? İnsanlar neredeyse her fikirleri, tercihleri, yönelimleri sebebiyle ötekileştirilirken hep "özne" kalmayı başarmak mümkün mü? Kız çocukları için ayrı okullar açılması düşünülürken, sanatçılar sanatları değil kıyafetleri nedeniyle eleştirilirken, mîllî sporcular özel hayatlarıyla aşağılanırken yukardan izleyenler her zaman "özne" kalmayı başarabilecekler mi?

×
Yayınımıza abone olun

Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.

TÜRKÇE YOKSA TÜRK DE YOKTUR
SERZENİŞ

İlgili İletiler

 

 Galeri

 Blog Takvimi

Lütfen takvim görünümü hazırlanırken bekleyin