POST-TRUTH DÖNEMDE LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI’NA YÖNELİK BİR DEĞERLENDİRME

lozan100yil

Özet

Hakikat sonrası (Post-truth) çağ, kamuoyunu gerçeği ortaya koyan kanıtların değil, kişisel duygu ve inançların belirlediği bir dönemi anlatmaktadır. Lozan Antlaşması ise bu çağda Türkiye özelinde, hakkında pek çok spekülatif içeriğin üretildiği bir mücadele alanı hâline dönüşmüştür. Bu bakımdan makalede Lozan Antlaşması ve hakikat sonrası (post-truth) arasındaki bağıntılar ve post-truth içerikler halkla ilişkiler disiplini ışığında tarihsel ve toplumsal arka planla ilişkilendirilerek değerlendirilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Lozan Antlaşması, Post-truth, Politik iletişim, halkla ilişkiler, yeni medya

Giriş

Türkçeye hakikat ötesi veya hakikat sonrası olarak çevirebileceğimiz post-truth kavramı, gerçekliğin ve onu ortaya koyankanıt niteliğindeki olguların reddedilerek kişisel inanç ve duygularla, hakikatin ötesine geçilmesi anlamına gelmektedir. Post-truth, enformasyon çağı olarak nitelendirdiğimiz, çağdaş dönem toplumunun çelişkisini gözler önüne sermektedir. Günümüzde gerçeğe ulaşmak daha kolay olduğundan, mit alıntılarının, efsanelerin ve sahte hakikatlerin bükülmesine sebep olur. Böylece ideolojik ve kullanışlı birer propaganda aracına dönüşmektedirler.

Gerçeklik arayışı,Orta Çağ'dan bu yana farklı inanış ve arayışları ortaya çıkarmıştır. Bu inanışlar toplumların insanlık dışı faaliyetlerini normalleştirmiş, bu faaliyetlerin yeni uygulayıcılarını ve izleyicilerini yaratmıştır. Günümüzde gerçeklik, şahsi kanaatlerin bir yansıması hâline dönüşmüş, medya ise bu gerçekliğin en görünür üretim alanlarından biri durumuna gelmiştir. Bilgiye erişimin ucuzladığı ve basitleştiği bu dönemde, bilginin değerinin önemli belirleyici öğelerinden biri olan doğruluk, ön plana çıkmıştır (Sarıoğlu, 2020: 383). Sosyal Bilimler alanına postmodernizmin bir dokunuşu olarak tarif edebileceğimiz görecelilik yaklaşımı, moderndünyadaki ön kabulleri sarsarak her şeyin bağlama dayalı, diğer bir deyişle göreceli olduğu bir başka dünya yaratmıştır (Paktin & Karaca, 2018: 2).

Söz konusu göreceli yapı hakikati kişiden kişiye, gruptan gruba ve toplumdan topluma değişken kılabilmektedir. Aynı toplum içinde de farklı görüş ve ideolojilerin meşruiyeti için birer araç hâline gelebilmektedir. Özellikle dijital ortamda bilginin kolayca manipüleedilebilmesi, hızlıca viral haline getirilebilir bir formda üretilmesi, çok kanallı ve eş zamanlı yayılabilmesi, anonim olarak üretilen içeriğin kaynağına her zaman kolayca erişilememesi gibi pek çok problem içeriklerin doğrulanabilirliğini zorlaştırmaktadır. Bunun yanında gerçek kişiler tarafından üretilen sahte hakikatler de kimi zaman belli bir ideoloji, kişi veya grupların savunuculuğunu yapmak, kolay ezberlenip hızlı dolaşıma sokulabilir ve tekrarlanabilir bir argüman haline getirmek ya da fikir kalıplarını pekiştirmek için kullanılabilmektedir.

Bu çalışmada, post-truth kavramı farklı perspektifler ile ele alınacak ve hakkında kısabir tarih çerçevesi çizilecektir.Ardından,Lozan Antlaşması hakkında metin, görsel ve diğer dijital ortam içerikleri doküman incelemesi yöntemiyle ortaya konulacaktır. Ayrıca bu içeriklerin post-truth bağlamında ne tür işlevler gördüğü ve hangi motivasyonlarla üretildiği tartışılacak, post-truth çağda Lozan Antlaşması hakkındaki hakikat ötesiliğin itki motivasyonları irdelenecektir.

1.Post Truth Kavramı, Politik İletişim, Sosyal Medya, Halkla İlişkiler ve İdeoloji

Post truth, genel anlamıyla duyguların ve kişisel inançların hakikatin ötesine geçmesi anlamını taşımaktadır. Bu kavram, 2016 yılında Oxford Dictionary tarafından yılın kelimesi seçilmiştir. Oxford Dictionary 'Post Truth' kavramını "nesnel hakikatlerin kamuoyunu şekillendirmede duygulara ve kişisel inanca göre daha az etkili olması durumu" olarak ifade edilmiştir (Oxford Languages, 2022). Kavramın Türkçe karşılığının bulunmasındaİngilizcede bir sıfat olarak var olması ancak Türkçeye çevrilişinde isimleşmesi, gerçek-hakikat-doğruluk sözcüklerinin felsefi ve gündelik kullanım açısından farklı anlamlar ihtiva etmesi gibi çeşitli zorluklarla karşılaşılmaktadır (Terzi, 2020). Mevcut literatürde sıkça karşılaşılan Türkçe kullanımlar "hakikat ötesi", "hakikat sonrası" ve "gerçek ötesi" şeklinde ortaya çıkmaktadır. Post eki post-truth kavramı için genelde kullanılan anlamından biraz farklılaşmaktadır. Buna göre "post truth" kavramının önüne gelen Post ön ekinin, önüne geldiği diğer kavramlara kattığı 'belli bir olay ya da konumdan sonrası' anlamı, bu kullanımda kavramın değersizleşmesi ya da önemsizleşmesi anlamında kullanılmıştır (Açıkalın & Canbey, 2022: 3).

Kavram ilk olarak 1992 yılında Amerikalı oyun yazarı Steve Tesich'in 'Hükümet Yalanları' isimli makalesiyle ortayaatılmıştır. Bu makalesinde Tesich, halkın totaliter canavarların iştahını kabartan bir halk prototipi halinegeldiğini ve gerçekleri inkâr edilebilmesini sağlayacak ruhsal mekanizmalar edindiğini söylemektedir. Buna göre halk, özgür bir topluluk olarak yine özgürce post truth bir dünyada yaşamak istediğine karar vermiştir (Tesich, çev. 2021). Dünya post truth bir çağda yaşamaktadır. Bu çağ içinde, hakikat ötesilik adeta bir etik karanlıkta bulunmaktadır. Bu durum, insanlara dürüst olmadıklarını gizleyebilmek için lmkânimkân yaratmaktadır. Bu bakımdan, insanların değerleriyle davranışları çeliştiğinde, çelişen değerlerini yeniden anlamaya çalışmakta ve pek azı da etik dışılığını itiraf etmeye gönüllü olmaktadırlar. Ralph Keyes, durumu bu şekilde özetledikten sonra bunun, alternatif etik olarak düşünülebileceğini belirtmektedir (Keyes, 2004).

Post truth kavramının günümüzde politik meselelerde ve siyasal iletişimde ön plana çıkması, , kendisini popülerleştiren olayların da yine çeşitli politik meseleler olmasıyla açıklanabilmektedir. Post truth kavramı Tesich'in ortaya koyduğu ilk dönemde büyük bir etki yaratmamıştır. Ardından Ralph Keyes de kitabında,kavramdan bahsettiyse de görünürlüğü oldukça düşük düzeyde kalmıştır.

Birleşik Krallık'ın Avrupa Birliği'nden ayrılış süreci (Brexit) ve Donald Trump'ın 2016'daki başkanlık seçimleri esnasında yaşanan hadiseler, bu kavramı yoğun biçimde gündeme getirmiş ve dolaşıma sokmuştur. Yılmaz vd. (2020)'ne göre post-truth, Brexit referandumu sürecinde İngiltere'nin Avrupa Birliği'nden ayrılmasına yönelik ayrılık taraftarı kesimlerde ve aynı şekilde Donald Trump'ın seçimleri kazanmasında etkili olmuştur (Yılmaz, Yolcu, Özkaynar, & Aykaç, 2020). McIntyre'a göre faillerin yaptıklarının ne olduğunu bildikleri halde gerçekleri kendi lehlerine dönüştüren bu "politik saçmalıklar", aslında yalnızca saçmalık değildirler.Çünkü bir başkasını etkileyebilmek için açık bir niyeti sembolize etmektedirler. Bununla birlikte post-truth daha da vurucu bir biçimdevarlığını devam ettirmektedir. Gerçeğin ne olduğunu aktarabilecek ve ona itiraz edecek kaynakların varlığına rağmen kendini kandırma ve yanılsamaların varlığında, birilerinin o yalana inanması post-truth'un en şiddetli olduğu an haline gelmektedir (McIntyre, 2018).

Michael Hannon'a göre post truth iddiaları, siyasi karışıklıklar nedeniyle şaşkına dönen liberal sınıfın temel inançlarınındarmadağın hâle gelmesiyle ortaya çıkan üzünç ifadeleridir ve post truth retorik büyük oranda partizandır. Hakikati umursamayanlar diye sınıflandırılan kitleler, genellikle ideolojik bir hedefe sahip olmakla suçlanırken, onları suçlayanlar da aslında ironik şekilde belli ideolojik hedeflere sahiptirler. Hannon, bu suçlamaları gerçekleştiren yine aynı şekilde belli ideolojik hedefe sahip kişi ya da grupların hasımlarını mantıksızlık, dezenformasyon ve ahlâksızlıkla kandırılmış gören politik sol olduğunu ifade etmektedir (Hannon). Hakikat iddiaları, politik bağlama oturtulduğunda görülmektedir kidogmatik bir dünya görüşüyle, otoritesini dünyayla kurduğu dürüst ilişkilere dayandıran nitelikli siyasal iddialar arasında ince bir çizgide ilerlemektedir. Diğer yandan hakikat iddiası ve hakikate yönelik oluşturulmuş siyasal teoriler, bir gerçeklik duygusu oluşturmak için kullanılmakta ve bu nedenle de politik argüman üretiminde kendine ağırlıklı bir yer bulmaktadır (Henry, 2018).

Hakikat, politik tabanda her zaman ideolojik olarak kendisine yer bulmaktadır. Fakatbu, siyasilerin gerçekleri sunma sorumluluğunun ortadan kalktığı anlamına gelmemektedir. Böyle olmadığı gibi siyasilerin söylemlerinin tam anlamıylasübjektif pozisyondan hareket kazanması, demokrasi için başlı başına bir risk unsuru hâline gelmesine yol açmaktadır. Bununla birlikte, gerçek olgular siyasette her zaman yer almalıysa da sübjektivite veideoloji, sözü edilen gerçekliğin okumalarını şekillendirmektedir (Deligiaouri, 2018: 305).

Şu ana kadar bahsedilen politik bağlam içinde post-truth, özünde tüketilen söylemlerin ve çeşitli içeriklerin mesajın alıcıları tarafından yapılan öznel ve ideolojik okumalarla tam gücüne ulaşmaktadır. Diğer bir deyişle, post-truth olarak nitelendirilen öğelerin özümsenmesindeki kişisel motivasyonlar, politik aidiyet ve şahısların ideolojik görüşleri olarak ortaya çıkmaktadır. Aidiyet ve ideolojinin dışında duygular ve inanışlar da gerçekliğin okumalarını değiştiren ve hakikati anlam dünyasınıniçindeki boşluğa birebir denk gelecek şekilde büken önemli etmenler hâline gelmektedir. Post-truth çağı anlamlandırılmaya çalışılırken, onun politik konumu göz ardı edilemez. Bunun yanında, teknoloji ve sosyal medyanın hakikat ötesi zamanın ortaya çıkışında ne gibi etkileri olduğunu anlamak önemlidir.

Teknolojik gelişmeler, içinde yaşadığımız çağların iletişiminde belirleyici konumda rol almıştır. Gelişen teknolojilerin ortaya çıkardığı yeni iletişim yöntem ve teknikleri, sosyolojik değişimleri de beraberinde getirmiştir. Kitlelerin yönlendirilmesinde medya yirminci yüzyıl içinde büyük bir rol oynamış, 2000'li yıllarda ise kullanıcıların içeriklerin üreticileri haline gelmesi post-truth çağının zemini hazırlamıştır (Karagöz, 2018:705). Güven (2020)'e göre "sosyal medya ve artık sosyal medya ile entegre hale gelmiş olan konvansiyonel medyanın yapısında hız, yüzeysellik, katılımcılık, merkezsizlik ve niceliğin büyüklüğü gibi özellikler mevcuttur" (Güven, 2020: 32). Bununla birlikte, katılımcılık ve merkeziyetsizlik gibi özellikler, her ne kadar demokratik bir ifade alanı görünümü ortayakoysa da bilginin, hakikatini ve bağlamını önemsizleştirmekte, anlamsızlaştırmaktadır. İçeriğin ve bilginin değerini, üretildiği ortam yani sosyal medya belirlemektedir. Bu da eğlencenin vesıra dışı olanın devamlı gündemhâline getirildiği sosyal medyada, gerçek bilginin değersizleşmesiyle hakikatin adeta kısırlaşması durumuna neden olmaktadır (Güven, 2020: 32).

Yeni medyada kullanıcıların elde edilebilen her çeşit bilgilerinin depolanması, internet üzerinde takip edilen ayak izleri, kullanıcıların yine her tür inanış, görüş ve alışkanlıklarının da 'big data (büyük veri)' kapsamında anlaşılabilmesine imkân sağlamaktadır. Söz konusu kişisel bilgiler, kullanıcıların önüne onlar için muhtemel uygun kaynakların ortaya çıkmasınaimkân tanır. Bu durumda yeni medya, özünde, kullanıcıları çok sesli ve rengarenk bir dünyaya değil tek sesli, türdeş bir dünya içine hapsetmektedir. Sonuçta, farklı ses ve görüşlerle karşılaşamayan kimseler için hakikat, kişisel yargılarından ibaret hâle gelmektedir. Bu bakımdan post-truth ve yeni medya ilişkisi mutualist bir ilişki olarak anlaşılabilmektedir (Karakaş & Doğru, 2021: 164).

Alice Marwick ve Rebecca Lewis, "Media Manipulation and Disinformation Online" isimli çalışmalarında medya dezenformasyonunu ve dezenformasyon unsurlarının neler olduğu hakkında çeşitli başlıklar altında incelemeler yapmışlardır. Buna göre, medyanın neden savunmasız olduğunu incelerken, medyaya azalan güven, yerel haberlerin düşüşü ve ekonomik sebeplere dikkat çekmektedirler. Medyaya güvenin 21. yüzyılda giderek azaldığını ve gençler arasında haberlere duyulan güvensizliğin önemli bir sebebinin de önyargılı haber tutumlarının oluşturduğundan bahsetmektedirler. Yerel haberciler dijital medyaya yatırım yapabilecek ekonomik güce sahip olamadıklarından, büyük medya şirketleri tarafından yutulmuşlardır. Büyük medya şirketlerinin öncelikleri ise kaliteli gazetecilik ya da haber değil, kâr elde etme güdüsüdür. Bu da medyaya karşı azalan güvenin önemli bir etkenidir. Ekonomikaçıdan medyanın önceliğini; ilgi çekici, etkileşim yaratan ve ekonomik getirisi, tıklanma sayısı yüksek içeriklere yöneltmesi, sponsorlu içeriklerin artması, medyaya güvenin azalmasına ve dezenformatif içeriklerin çoğalmasına neden olmaktadır (Marwick & Lewis, 2017: 40-44).

Günümüzde dijital cihazlar ve sosyal medya, kişisel birer propaganda aracı haline dönüşebilmektedir. Öyle ki, şu an tek tek bireylerin elindeki teknolojikimkânlar, asırlar boyunca çok sınırlı sayıda seçkinin elinde bulunabilmiştir. Buimkânlara sahip olmak hayli maliyetliyken, iletişimdeki teknolojik gelişmeler sayesinde yaşanan güç transferiyle birlikte, artık komplike ve maliyetli teknolojiler edinmeden topluma hitap edebilen, onları etkileyebilen pek çok aktör ortaya çıkmıştır. Geçmişte kitle iletişim araçları üzerinde bulundurulan otoriter kontrol mekanizmaları bu denli çok aktörün bulunduğu bir ortamda topluma iletilebilecek hikayeler üzerindeki filtreleme yeteneğini yitirmiştir (Altun, 2022: 261).

İletişim teknolojilerinin gelişmesi, kitlelere düşüncelerini, inançlarını ve yaşam tarzını iletebilme kapasitesine sahip milyarlar yaratmıştır. Herkesin söz söyleyebilme kapasitesine erişebilmesi için yalnızca internet ve akıllı cihazlara sahip olmasının yeterli olduğu bir çağda, enformasyon da yine sayısız boyutlara ulaşmaktadır. İnsanların ekonomik, sosyal ve bireysel yaşam deneyimlerinin farklılaştığı dünyada gerçekliğin algılanması ve farklı okumaların olması şaşırtıcı değildir. Bu durumda bir olgu ya da durumun kişisel süzgeçlerden geçerek algılanışı kadar hakikatin ne biçimde üretildiği de önemli bir konudur. Sosyal medya bu bağlamda hakikatin politik ve taraflı halini sunmak için iyi bir mecrasunar, en çok etkileşim alanını dolaşıma sokar ve barındırdığı algoritmalarla kendi hakikatlerimizipekiştirir. Buna karşılık, demokratik bir ortam oluşturduğu illüzyonunun altında bizi türdeşliğe ve tek sesliliğe itebilmektedir. Sosyal medya ve siyasal iletişimin post-truth çağdaki rolünü anlayabilmek kadar ideolojik bir yöntem olarak da halkla ilişkilerini denkleme katmak gerekmektedir.

Devletlerin baskı ve zora dayanan yönetim anlayışlarının değişimi hem teknolojik gelişmelerin hem de yönetilenlerin özgürlük mücadelelerinin bir sonucudur. Devletin kaba kuvvete dayanan baskı yöntemleri, bu savaşma ve gelişmelerle birlikte sırasını ideolojik araçlara ve işlevlere devretmiştir. Eğitim, siyaset, kitle iletişim ve sendikalar sözü edilen ideolojik araçların birer hedefi ve pratik alanı hâline gelmişlerdir. Bu bağlamda, devletin ağırlık verdiği alan, artık, topluma belli bir düşünce, yaşayış, davranış ve tutum aşılamaya yönelik toplumsal etki yaratan görevler üstlenmektir (Kazancı, 2016: 19).

Halkla ilişkilerin ideolojik üretimdeki önemli rolü onun doğasından kaynaklanmaktadır. Çünkü halkla ilişkiler modern ideolojinin gereksindiği her tür düşünce ve düşünme süreçlerini biçimlendirme yeteneğine sahiptir. Hatta öyle ki, bilinçaltına yönelerek onu yönetmede de etki sahibidir. Bununla birlikte halkla ilişkilerin doğası ve ideolojik bir yöntem olarak işleyişi medyada yer alan sistemin kendisinin doğrudanlığını gizleme olanağı da sunmaktadır (Yıldız, 2003).

Halkla ilişkiler, post-truth söylemin üretilmesinde kullanışlı bir araç hâline gelebilmektedir. Egemen halkla ilişkiler anlayışında, halkla ilişkiler,teorik ve yönetim bazlı bir fonksiyon olarak ele alınmakta,örgüt yapılarıyla ilişkiyi merkeze alan yaklaşımlar, halkla ilişkilerin toplum ve kültürle ilişkisini göz ardı etmektedir. Halkla ilişkilere güç ve iktidar merkezinden bakış, onun hegemonik ilişkileri ve egemen sistemi nasıl yeniden ürettiğine yönelik bir perspektif kazandırmaktadır. Bu bakımdan halkla ilişkileri yalnızcakuram çerçevesinin içinde anlamlandırmaya çalışmak, onun bireysel ve kâr amacı gütmeyen kurumlar tarafından kullanılışını açıklayabilmek için oldukça yetersiz kalmaktadır. Halkla ilişkilerin farklı görünüm seçeneklerine odaklanmak, çok çeşitli söylem ve yaşam anlatılarını ortaya koyabilmektedir. Böylece örgütleyici işlevi açısından halkla ilişkilere dar bakış, küçük anlatıların da alana dâhil edilmesiyle aşılabilecektir (Holtzhausen, 2000; Edwards, 2017; akt. Aydemir, 2018: 66).

Halkla ilişkiler taktikleri, izleyicilerine genellikle doğrudan sosyal medya, etkinlikler, viral videolar ve topluluk ilişkileri çalışmalarıyla hitap etmektedir. Bu nedenle halkla ilişkiler ister medyayla birlikte isterse de medyadan bağımsız biçimde görünüme aracılık etmektedir. Organizasyonelaçıdan halkla ilişkiler anlayışının varlığını kabul etmekle birlikte, bireylerin politik davranış ve hareket ihtiyacı için de teknikbir araç hâline gelmektedir. Diğer bir deyişle halkla ilişkiler teknikleri bireylerin politik davranabilmeleri için giderek daha tanıdık ve erişilebilir olmaktadır (Edwards, 2018: 319).

Post-truth bağlamında halkla ilişkilerin bireylerce gerçekleştirilen etkinliklere yönelik de genişletilmesi, Lozan Antlaşması hakkında oluşturulan söylemlerin iktidarın da faydalanabileceği hakikat ötesi durumlar yarattığını açıklığa kavuşturabilmek bakımından önemlidir. Lozan Antlaşması kapsamında oluşturulan hakikat ötesilik, Türkiye kapsamında kültürel bir "biz" ve "onlar" çatışmasının hem bir çıktısı hem de bu çatışmanın yeniden inşasına yönelik bir politik kazanç kaygısına karşılık gelmektedir. Bir sonraki başlık altında Lozan Antlaşması için üretilmiş çeşitli dezenformatif içerikler ele alınacaktır.

2. Lozan Antlaşması Hakkında

Devletler arasında yapılan antlaşmaların tasnifleri çeşitli öğelere göre gerçekleştirilmektedir. Antlaşmalar, konusuna göre barış,askerî,siyasî, iktisadî ve kültürel antlaşmalar, taraf sayısına göre ikili veya çok taraflı antlaşmalar ve hukuki işlevine göre de yasa antlaşması ve akit anlaşma olarak isimlendirilebilmektedir. Bu sınıflandırmalara göre incelendiğinde Lozan Antlaşması, çok taraflı, çok yönlü ve akit özelliğine sahip , savaş durumuna son veren bir barış antlaşması olarak değerlendirilmektedir (Kodaman, 2014: 5). Türk tarihinde oldukça önemli bir yeri bulunan Lozan Antlaşması hakkında çeşitli iddialar bulunmaktadır. Kimi kesimlerce Lozan bir başarı hikâyesi olarak değerlendirilmekteyken, kimi kesimlerce de bir hezimet ve hüsran hikâyesidir. Dönemin gerçekleri ve gereklilikleri, siyasi koşulları dikkate alınmadan antlaşmada gizli maddeler bulunduğu ve bu maddelerle ülkenin feda edildiği iddiaları, Lozan'ı bir hüsran hikayesi olarak görenler tarafından vurgulanan argümanlardan birisidir. Bu nedenle Lozan'ın değeri yeterince iyi anlaşılamamaktadır (Demirci, 2017: 249-250). Lozan Antlaşması süreci oldukça sancılı geçmiştir. Konferansın ilk dönemi 21 Kasım 1922'de başlamış ve 4 Şubat 1923'e kadar sürmüş, ilk dönemde çeşitli ihtilaflı konularda anlaşmaya varılamadığından konferans kesintiye uğramıştır. Konferansın kesintiye uğradığı dönemlerde temaslar sürmüş ve 24 Nisan 1923'de yeniden toplanma kararı verilmiştir. Konferansın ikinci dönemi olarak ifade edilebilecek bu dönem, 17 Temmuz 1923'e kadar devam etmiş veantlaşma 24 Temmuz 1923'te imzalanmıştır. İlk devrede karşılıklı çekişmeler yaşanırken , ikinci devrede fikir birliğine varma girişimlerisonuç vermiştir. İlk devre karşı tarafın istek ve düşüncelerinin baskın hâle geldiği, ikinci devre ise karşılıklı fikirlerin ortak noktasının bulunduğu ve hatta Türk formüllerinin lehine neticelenmiş bir devre olarak görülebilmektedir. (T.C. Dışişleri Bakanlığı, 1973: 119).

Lozan Antlaşması hakkında pek çok yanlış bilgi bulunmaktadır. Hakikate ulaşabilmenin kolaylaştığı günümüzde, birer şehir efsanesi olmaktan öteye gitmeyen iddiaların yakın geçmişte gündemealınması, duyguların, inanışların ve kişisel hakikat okumalarının, diğer bir değişle post-truth'un etkisini gözler önüne sermektedir. Lozan Antlaşması hakkında bir dönem, sosyal medya ortamlarında dolaşıma sokulmuş önemli iddialardan biri Antlaşma'nın yüz yıllık bir süresi bulunduğu ve bu sürenin 2023 yılında biteceğidir. İddianın ilk kaynağının neresi olduğu tam olarak bilinmese de 2 Kasım 2015 yılında Abdullah Şanlıdağ, Akit'in web sitesinde kalemealdığı köşe yazısında "…Önümüzde Lozan Antlaşması'nın süresinin dolduğu 2023 var…" diyerek söz konusu iddiayı dile getirmiştir (Şanlıdağ, 2015). Bir diğer önemli iddia ise Lozan Antlaşması'nda gizli maddeler bulunduğudur. Bu iddianın da asıl kaynağına dair net bir veriyoktur. 10 Kasım 2015'teTakvim gazetesinin web sitesinde Bekir Hazar'ın kaleme aldığı köşe yazısında iddia dile getirilmektedir. Bekir Hazar "Aptallaştılar" isimli yazısında "İnönü'nün imza attığı Lozan'da, İngiliz dayatması ile konan gizli maddelerden biri de -Türklerin geçmişle bağları tamamen kesilecek şeklindeki talepti-" demiştir (Hazar, 2015).Söz konusu iddialara yönelik inancın az olduğu düşünülse de Konda'nın 2018 yılındayaptığı araştırma, Lozan'ın 2023'te biteceğine yönelik inancın güçlü olduğunu göstermektedir. Bu araştırmaya göre Lozan'ın 2023 yılında biteceğine dair inancın en güçlü olduğu grup dindarmuhafazakârlar (%54) iken, toplumun genelinde bu oran yüzde elliye yakındır. Lozan'ın 2023'te biteceğine dair inancın en az olduğu grup ise modernler (%40) olmuştur. (Abacı, 2020). Bir diğer iddia, 12 Adanın Lozan Antlaşması'nda verildiğidir. BBC News Türkçe'nin 29 Eylül 2016 tarihli haberine göre Recep Tayyip Erdoğan, yaptığı bir konuşmada "İşte şu an Ege'yi görüyorsunuz değil mi? Bağırsan sesinin duyulacağı adaları biz Lozan'da verdik. Zafer bu mu?" demiş aynı şekilde "Tarihte bize ne yaptılar. 1920'de bize Sevr'i gösterdiler, 1923'te Lozan'a bizi razı ettiler. Birileri de Lozan'ı zafer diye yutturmaya çalıştı. Her şey ortada." demiştir (BBC News Türkçe, 2016).

Lozan Antlaşması hakkında bunun gibi daha pek çok iddia bulunmaktadır. Lozan'ın 2023 yılına kadar geçerli olduğu iddiası doğru değildir. Lozan'ın tam metni incelendiğinde görülmektedir ki antlaşma için bir bitiş zamanı belirlenmediği gibi gizli olduğu iddia edilen maddelere de rastlanmamaktadır (Düstur, 3.Tertip Cilt 5, 1931). Erdoğan'ın "Sevr'i gösterdiler, Lozan'a razı ettiler" iddiaları da görecelidir. Temuçin Faik Ertan'a göre, Lozan'ın imzalanması Sevr kadar kolay olmamış, farklı heyetler, farklı zihniyetler ve çok daha zorlu ve mücadeleci süreçlerden geçilmiştir. Süreç açısından Sevr ve Lozan'ı değerlendiren Ertan, Sevr'i Anadolu işgallerinin, Birinci Dünya Savaşı'nın ve Mondros Mütarekesi'nin bir sonucu olduğunu buna karşınLozan'ın işgal karşıtı direnişlerin ve Mudanya Mütarekesi ile sonuçlanan askerî başarıların bir ürünü olduğunu belirtmektedir (Ertan, 2016: 25-26). Bu bakımdan Lozan Antlaşması'nda Türk tarafının elinin Sevr'e göre çok daha güçlü olduğu iddia edilebilir. Ege adaları konusunda ise adaların tamamının Lozan'da verildiği iddiası gerçeklik taşımamaktadır. Fuat İnce "Lozan Antlaşması ve Ege Adaları" isimli çalışmasında bu durumu şu şekilde ifade etmektedir:

"24 Temmuz 1923 Lozan Barış Antlaşması'nın onikinci maddesi ile Limni, Semadirek, Midilli, Sakız, Sisam ve Ahikerya, Taşoz, Bozbaba ve İpsara adaları gayri askerî statüde kalmak şartıyla Yunanistan'a bırakılmıştı. Aynı antlaşma ile Menteşe Adaları; İstanbulya, Rodos, Herke, Kerpe, Çoban Adası, İlyaki, İncirli, Kilimli, İleriye, Batnoz, Lipso, Sömbeki ve İstanköy adaları bunlara bağlı adacıkları ile beraber ve Meis Adası İtalya'ya verilirken Gökçeada, Bozcaada, Tavşan Adaları ve Anadolu sahillerine üç milden az uzaklıkta bulunan adalar üzerindeki Türk hâkimiyeti teyit edilmiştir (İnce, 2013: 124)","Ayrıca Yunanistan, Lozan Barış Antlaşması'nın imzalanmasından yaklaşık yirmi dört yıl sonra, 10 Şubat 1947 Paris İtalyan Barış Antlaşması ile Lozan Barış Antlaşması'nda İtalya'ya bırakılan Menteşe Adaları'nı ve Meis'i de bitişik adacıkları ile beraber gayri askerî statüde olmaları kaydıyla elde etmiştir (Saka'dan aktaran İnce, 2013)."

3. Post-Truth ve Lozan Antlaşması

Lozan Antlaşması'nın post-truth bağlamında yeterince kavranabilmesi için izleyicilerin bahsedilen örnekleri ne için ve nasıl kabul ettiklerini anlayabilmek, tarih ve kültürel çatışmaların kökenine göz atmak gerekmektedir.

Lozan Antlaşması, yalnızca bir barış antlaşmasıdeğildir. İmzalandığı tarihin siyasi, ekonomik vesosyolojik bağlamından koparılarak, günümüzde belli politik söylemlerin yeniden üretilmesini ve kültürel çatışmanın yeniden kurumsallaştırılmasını sağlayan önemli bir tarihi unsurdur. Bu unsuru temeline koyan argümanlarla üretilen söylemlerin "biz-onlar" karşıtlığı üzerine kurulduğu apaçıktır.Bütün bunlar incelendiğinde, modern Türkiye'nin edilgen bir konuma yerleştirildiği, geleneklerden ve tarihten kopulduğu iddiaları görülebilmektedir. Muhafazakâr-İslamcı perspektifle ele alınan Lozan Antlaşması, bir mağlubiyet anlaşması olarak nitelendirilmektedir. 'Onlar söyledi biz yapmak zorunda kaldık' biçimindeki edilgen anlayış modern-seküler-cumhuriyetçi yapıya bir eleştiri olarak ortaya konulmaktadır. Ayrıca bu yapıların kaynağı olarak gösterilen Avrupa, bir düşman olarak resmedilmekte, Osmanlı içerisindeki Batıcı-Gelenekçi karşıtlığı yeni bir kavramlaştırma üzerinden aynı kültürel çatışma yeniden üretilmektedir. Bu bağlamda Lozan'ın 100 yıllık bir antlaşma olması, Türkiye'nin bu 100 yıl boyuncaelinin kolunun bağlandığına ve 2023'te, yani Lozan'ın bitişiyle bu boyunduruktan kurtulacağına yorulmuştur. Bu boyunduruğun sebebi ise Batı ve Batı'nın dayatmalarının kabulü olarak değerlendirilmiştir. Buna göre Türkiye bir asır boyunca ablukaya alınmış, zincirlenmiştir. Bu nedenle, Türkiye'yi ablukaya alan Avrupa ve onları temsil eden değerlerin reddi üzerinden bir zafer ve mücadele ruhu yaratılmaktadır.

Aristoteles'in iknanın üç unsurundan biri olarak nitelediği Pathos tam olarak burada devreyegirmektedir. Pathos, konuşmanın duygulara hitap eden yönüne vurgu yapmakta ve Lozan Antlaşması ile ilgili retoriğin önemli bir unsurunu oluşturmaktadır. Bu aynı zamanda Post-truth kavramının en önemli yönüne, duygu ve inanışların nesnel gerçeklerin önüne geçişine örnek oluşturmaktadır.

Bu iddiaların yanında antlaşmanın gizli maddeleri Türkiye'yi tarihi ve kültürel bağlarından soyutlayabilmek için yapılmıştır. Ancak antlaşmanın maddelerinin (kimilerine göre antlaşmanın içinde yazılı kimilerine göre dışında ve sözel) ne içinde ne de dışında gizli maddelere rastlanması, bu iddiaların da uzun süreli bir sosyolojik ve kültürel bir kavganın yeniden yaratılması olarak kavranmasını mümkün hâle getirmektedir.

Ege adalarının Yunanlara verildiği iddiasının ardındaki gerçeklerden biri ise söz konusu adaların uzun süredir işgal altında bulunduğu ve fiilen kaybedilmiş olduklarıdır. Bahsi geçen tüm iddialar seneler boyu gündemi meşgul etmiş, üzerine defalarca tartışmalar yürütülmüştür. 2018 tarihli Konda araştırması bu şehir efsanelerinin ne denli yaygın olduğunu ortaya koymaktadır (Abacı, 2020).

Politik iletişim kapsamında post-truth,yeni bir tür gerçeklik anlayışı yaratmaktadır. Bu yeni gerçeklik, yanlı ve kullanışlı bir gerçeklik olduğu gibi onun kaynaklandığı olgular, uzun soluklu bir toplumsal ve sosyal dönüşümün köklerinde aranabilmektedir. Uzun vadeli politik hedeflerin ve iktidarın korunabilmesi için iktidarın politik konumunun uyumlu olduğu yaşam tarzlarının, inanışların, duyguların, kültürün ve geleneğin korunmasını ve pekiştirilmesini gerektirmektedir. Bu süreçlerin ise alelâde biçimde gerçekleştirilmesi olanaksızdır.

İster iktidar tarafından isterse iktidardan bağımsız bireyler tarafındangerçekleştirilsin, halkla ilişkilerin bir ideolojik yöntem ve kültür aracı olarak işlevi kritik görünmektedir. İletişim teknolojilerinin gelişmesi bunu daha kapsamlı ve çok boyutlu bir iletişim çalışmasına dönüştürmektedir. Bireyler, politik hedefler ve dünya görüşlerinin hem taşıyıcıları hem de temsilcileri olarak bir başkasını ya da daha geniş bir topluluğu sosyal medya aracılığıyla etkileyebilir hâle gelmişlerdir. Her bir fert bilinçli şekilde bir gerçekliği, belli bir yaşam tarzını, bir siyasi görüşü, duyguyu ya da inanışı temsil edebilmekte ve bunlarıyayabilmektedir. Oysa, halkla ilişkilerin doğrudanı görünmez kılabilen doğasına atfedebileceğimiz bir süreç içinde, daha kurumsallaşmış ve sistemik bir yapı tarafından istenilen şekilde işlendiklerinin farkına varamamaktadırlar. Bu süreç yalnızca yukarıdan aşağıya doğru değil aynı zamanda aşağıdan yukarıya,yani dolaylı biçimlerde iktidara yönelik de işlemektedir. Çevre ve toplum, ekonomik yapı, eğitim mekanizmaları, medya ve dil gibi insanı belirleyen pek çok öğe içerisinde inanışların öylesine şekillenmesi ve gerçekliğin okumalarının gerçek dünyanın ve yaşamın kendisinden koparak ortaya çıkmasının imkânsızlığı ortadadır.

Sonuç yerine

Lozan Antlaşması Türk tarihinde önemli bir dönüm noktasını temsil etmektedir. Osmanlı'da modernleşme çabalarından bu yana farklı olgular etrafında süregelen tartışmalar, o dönemde farklı kabullere neden olduğu gibi Lozan'danbu yana da bu antlaşma, farklı gerçeklik okumalarıyla ele alınmıştır. Türkiye'de, modernizmden postmodern yapıya doğru yaşanan sancılı geçiş, kimi okumaları güçlendirmiştir.

Teknolojiler, küreselleşme, aktörlerin artışı, mesaj ve düşünce bombardımanları bireyleri iç dünyalarına ve kendi algı kabuklarına çekilmek zorunda bırakmaktadır. Bu çalışma ise özünde post-truth dönemde içine çekildiğimiz kabuklara hangi motivasyonlarla çekildiğimizi ve bu kabukların nelerden oluştuğunu sorgulamaktadır. Yine bu çalışma, herhangi bir grup ya da topluluğu etiketleme amacı gütmemektedir. Zira post-truth çağında, her topluluk için hakikatin değersizleştiği örnekler bulunabilmektedir.

Post-truth ve Lozan Antlaşması'na yönelik bu inceleme, ortaya pek çok farklı disiplinin katkısının bulunduğu bir anlayışı ortaya koyarak, post-truth çağın yalnızca iç inanış ve duygulara indirgenmesinin bilinçli süreçlere ve sisteme bakışını zayıflatacağını göstermektedir. Bu bağlamda, bu çalışma post-truth çağa ve onun örneklerinden biri olarak Lozan Antlaşmasına yönelik yalnızca yüzeysel denilebilecek düzeyde bir bakış getirerek, farklı disiplinlerin bu çağı anlamakta ve insanın kabuğuna çekilişinde, hakikati iç okumalarla kavrayışını anlamlandırmadaki olası etkilerini tartışmaktadır.


Kaynakça

Abacı, A. O. (2020, Şubat 17). Teyit. https://teyit.org/komplo-teorileri-iii-sagligimizi-korumak-icin-ne-yapabiliriz adresinden alındı

Açıkalın, Ş. N., & Canbey, M. (2022). Post-Truth Bağlamında Sosyal Medya. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, 1-11.

Altun, F. (2022). Sosyolojik Teori Bağlamında Post-Truth Anlatısının Eleştirisi. Erciyes İletişim Dergisi, 249-267.

Aydemir, F. (2018). Kültürel, Ekonomik, Politik Bir Söylem ve Uygulama Alanı Olarak Kişisel Halkla İlişkiler: Teorik Bir Değerlendirme. Halkla İlişkiler ve Reklam Çalışmaları E-Dergisi, 64-76.

BBC News Türkçe. (2016, Eylül 29). https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-37505231 adresinden alındı

Deligiaouri, A. (2018). Discursive construction of truth ideology and the emergence of post-truth narratives in contemporary political communication. International Journal of Media & Cultural Politics, 301-316.

Demirci, H. (2017). 24 Temmuz 1923 Tarihli Lozan (Lausanne) Barış Andlaşması'nın Türk ve Dünya Tarihi Açısından Yeri ve Önemi. Anasay Dergisi, 247-263.

(1931). Düstur, 3.Tertip Cilt 5. 1931: Necmi İstikbal Matbaası.

Edwards, L. (2018). Public Relations, Voice and Recognition: A Case Study. Media, Culture & Society, 317-332.

Ertan, T. F. (2016). Sevr ve Lozan Antlaşmaları Hakkında Karşılaştırmalı Bir Değerlendirme. Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, 21-37.

Güven, A. (2020). Hakikatin Yitimi Olarak Post-Truth: Bir kavramsallaştırma Denemesi. İnsan&İnsan, 20-36.

Hannon, M. (tarih yok). The Politics of Post-Truth. PhilArchive. PhilArchive. adresinden alındı

Hazar, B. (2015, Kasım 10). Takvim. https://www.takvim.com.tr/yazarlar/bekirhazar/2015/11/10/aptallastilar adresinden alındı

Henry, C. (2018). Theories of Truth in Contemporary Philosophy. 1-12. Englefield Green, Birleşik Krallık.

İnce, F. (2013). Lozan Barış Antlaşması ve Ege Adaları. Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, 101-128.

Karakaş, O., & Doğru, Y. B. (2021). Covid-19 Aşılarına Yönelik Üretilen Yeni Medya İçeriklerinin PostTruth Kavramı Bağlamında Analizi. Asya Studies, 163-182.

Kazancı, M. (2016). Kamuda ve Özel Kuruluşlarda Halkla İlişkiler. Ankara: Turhan Kitabevi Yayınları.

Keyes, R. (2004). The Post-Truth Era: Dishonesty and Deception in Contemporary Life. New York: St.Martin's Press.

Kodaman, B. (2014). Lozan Andlaşması Hakkında Bir Değerlendirme. Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 6-12.

Marwick, A., & Lewis, R. (2017). Media Manipulation and Disinformation Online. Data&Society.

McIntyre, L. (2018). Post-Truth. Cambridge: MIT Press.

Oxford Languages. (2022). https://languages.oup.com/word-of-the-year/2016/ adresinden alındı

Paktin, S., & Karaca, H. S. (2018). Post-Truth, Medya ve İktidar. 2.

Sarıoğlu, E. B. (2020). Yalan Haber, "Post-Truth" Kavramı ve Medya Üçlemesi: Geçmişten Günümüze Gündem Belirleyen Örnekler. İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, 383.

Şanlıdağ, A. (2015, Kasım 2). Akit. https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/abdullah-sanlidag/1-kasim-secimleri-ve-dunyanin-geldigi-nokta-12566.html adresinden alındı

T.C. Dışişleri Bakanlığı. (1973). Türkiye Dış Politikasında 50 Yıl: Lozan. Ankara, Türkiye: Dışişleri Bakanlığı.

Terzi, A. (2020). Post-Truth Kavramı ve Türkçe Karşılıkları Üzerine. Türk Dili Dergisi, 80-86.

Tesich, S. (2021). Yalanlar Rejimi. Hakikat-Sonrası çev. (s. 23-29). içinde 2021: Yapı Kredi Yayınları.

Yıldız, N. (2003). Halkla İlişkilerin İdeolojik Bir Yöntem Olarak İşleyişi. Amme İdaresi Dergisi, 35-42.

Yılmaz, A., Yolcu, T., Özkaynar, K., & Aykaç, Ö. S. (2020). Siyasal Pazarlama ve Siyasal İletişimde Post-Truth: Donald Trump Örneği. Sivas Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 298-309.

×
Yayınımıza abone olun

Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.

YAPAY ZEKÂ İNSANLIĞIN SONUNU GETİRECEK!
Duvarlar Üzerine

İlgili İletiler

 

 Galeri

 Blog Takvimi

Lütfen takvim görünümü hazırlanırken bekleyin