ÇIKMAZ SOKAK

cikmazSokak

Birileri çıkıyor ve bir şeyler anlatıyor.
Doğru mu?... Yanlış mı?…

Hatırladığım kadarıyla bu YouTube ifşa modası Sedat Peker ile başladı.
Belki yanılıyor olabilirim ama ifşa videoları onunla başlamasa bile en azından toplumun gündemine bu kadar oturtan Sedat Peker oldu.

Sedat Peker yıllardır Türk kamuoyunda bilinen bir isim.
Ben onun anlattıkları hakkında da kesin doğru, kesin yanlış demiyorum.
Ama en azından yetkili birinin, mesela bir savcının veya ben ne bileyim, bu iddiaları soruşturma yetkisine sahip bir görevlinin söylenilenlerle alakadar bir araştırma yapmasını isterdim.

Çünkü iddialar yenilir yutulur cinsten değildi.
Başka hürriyetçi demokratik hukuk devletinde söylenenler ciddi bir hükümet krizi oluştururdu.
Ama olmadı…

İnsanların özel hayatları, yatak odaları üzerinden yapılan iddiaları doğru bulmuyorum.
Bu tür yaklaşım hukuk devleti ve demokrasi anlayışıma aykırı.
Ama devletin yönetim mekanizmasında görev alanlar devletten aldıkları yetki ve gücü menfaat elde etme ve şahsi çıkarları için kullanıyorsa, devletten aldıkları gücü başkalarına karşı veya gayri yasal işlemler için kullanıyorsa bu araştırılmalı.

Hatırlayalım;
Bodrum Marina, uyuşturucu kaçakçılığı vesaire…
Bunlar yenilir yutulur cinsten suçlamalar değil.
Tersi kanıtlanmalı, kanıtlanamıyorsa muhatapları görevlerini bırakmalı, hatta doğrulukları kanıtlanıyorsa suçlarını çekmeleri gerekirdi.
Ama bir şey olmadı.

Tabi burada birilerinin sergilediği 'Sedat Peker kim de dediğini ciddiye alalım' tavrı fazlasıyla samimiyetsiz.
Bu soruyu bir eliyle Bozkurt, diğer eliyle Rabia yapan Sedat Peker'i kendi çıkarlarınca kullanırken sormaları gerekirdi. Aynı tarafta olduklarında yeğledikleri Sedat Peker hakkında onlara karşı çıkınca'o da kimmiş' diye yaklaşılmasına kimse inanmaz ve insanların kafasında soru işaretleri oluşur.
Muhatapları bu soru işaretlerine cevap veremezse, kanıt olmasa da herkes 'ateşin olmadığı yerde duman tütmez' mantığıyla iddialara inanmaya başlar.
Dolayısıyla başta içişleri bakanı olmakla beraber tüm iddiaların muhatabı bence sınıfta kaldı.

Şimdi yine birileri YouTube'da konuluyor.
Anlatılanlar yine yenilir yutulur cinsinden değil.
Bu sefer ne Muhammed Yakut, ne de Ali Yeşildağ Sedat Peker kadar toplumun tanıdığı simalar değil.

Ve yine çok ama çok ciddi iddialarda bulunuyorlar.
Ve yine yetkililer sus pus…
Tekrarlıyayım,
kimin eşcinsel olup olmadığı hakkında belki 'kimi ne ilgilendirilir' denilebilir.
Ama anlatılan diğer yolsuzluklar hakkında neden hiçbir yetkili gereken adımları atmıyor?

Ben söylenilenler doğrudur.
Bunlar bakın neler neler yapmış demiyorum.
Diyemem, çünkü kanıtım yok.
Ama vatandaşı olduğum Türkiye Cumhuriyeti'nin kurumlarında yolsuzluk var mı, ihalelerde rüşvet dönüyor mu, yetkililer (ki mevcut Cumhurbaşkanlığı makamında bulunan şahısla başlayarak çok üst düzey yöneticiler söz konusu) usulsüzlük yapıyor mu bilmek, benim hakkım.

Çağdaş hukukta bir ilke vardır, kimse suçu ispatlanana kadar suçlu sayılamaz.
Eyvallah tamam.
Zaten ben de 'Suçlular' demiyorum, araştırılsın diyorum.
Ama iddialardan daha çok beni üzen başka bir husus var.

Özellikle Ali Yeşildağ'ın anlattıklarını dinleyenler bilecektir;
Antalya havalimanı işletmesi için olan bir ihalede yardımcı olmak istediği arkadaşını satarak karşı tarafla iş birliğine nasıl başladığını,
Recep Tayyip Erdoğan'ın ihaleden 1 milyar USD'yi kendisi için aldığını,

Tarım Bakanlığında 3,5 milyar USD'lik vurgunu nasıl yaptıklarını ve Türkiye'de tarım ve hayvancılığın bu tür olaylar yüzünden nasıl iflas ettiğini,
iş hayatına atılmak için gereken sermayeyi bir genci kaçırıp babasına şantaj yaparak elde ettiklerini anlattı.

Ve bütün bunları anlatırken de, beraber iş çevirdikleri insanların ona parasını vermediklerini söylüyor.
Şunun bana şu kadar, bunun bana bu kadar borcu var gibi.
Ve ne ahlaken ne de hukuken asla hakkı olmadığı bu paraların hesabını soruyor ve parasını geri alacağını söylüyor.
Dedim ya, varsayalım anlatılanlar yalan, anlatılandan çok beni üzen unsur şu:
Bu kadar kanunsuzluk ve yolsuzluğa gırtlağına kadar batmış biri nasıl oluyor da benim devletim, yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin en üst makamında bulunan birine, kendini dünya lideri ilan etmiş birine, bu kadar yakın olabilmiş?

Adaletin normal bir şekilde işlediği bu ülkede bu tipler bırakın devlet erkanına yakın olup bu kadar büyük paralarla oynamayı tutuklanır, cezalarını çekerler ve devlet erkanından kimse makamına ve şahsına şüphe düşürmemek için bunları muhatap almaz. Yani asla devletin bütçesine yaklaşamaz ve dolayısıyla da bu kadar zengin olamazlar.
Ama iddiaya göre taa belediye başkanlığı zamanından gelen bu samimiyet Cumhurbaşkanlığı döneminde de bayağı devam etmiş.

Ne olmuş da bozuşmuşlar, çok muhabbet tez ayrılık mı getirmiş artık bilemiyorum.
Benim devlet, adalet ve hukuk anlayışıma çok ters ama hala iddialar araştırılmamasına daha doğrusu kasıtlı bir şekilde yok sayılmasına rağmen bu zihniyette bir yönetimi, yöneticiyi destekleyen çok insan var.
Ben de bunu anlamıyorum.

Arkadaş tarım bakanlığından çalındığı iddia edilen 3,5 milyar USD benim param değil.
Milletin parası.
Doğmamış bebenin hakkı var o parada.

Hangi mantıkla bunun örtbas edilmesine göz yumulur,
hangi mantıkla ört bas edenler desteklenir aklım almıyor.
Bu mu devlet anlayışı?
Bu mu milliyetçilik?

'Yolsuzluğu bizimkiler yaparsa önemi yok' mantığı mı?
Sizden olmayana, sizin gibi düşünmeyene nasıl bir nefret ve kin bu?
Devleti mi tapuladınız?

Bakın iç işleri bakanı şu partinin, bu cemaatin iç işlerinden sorumlu değildir.
İç işleri bakanı Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin iç işlerinden sorumludur.
Sorumluluk alanından biri de tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının güvenliğidir.
Seçim esnasında aday olan bir iç işleri bakanı 'muhalefet şunu şöyle yapmak istiyor, ben bunu doğru bulmuyorum, beni seçerseniz bunu böyle yapacağım' diyebilir belki ama muhalifler için 'erkek erkeğe, kadın kadına evlenecekler, hayvanla evlenecekler, yok şampanya patlatacaklar, yok bilmem ne…'

Bu ne Allah aşkına?

Maaşını devletten, yani milletin ödediği vergiden alam biri Erzurum'da yaşanan olaylara öyle yaklaşamaz.
Bunun ne kanunen,
ne ahlaken,
ne de dinimizce tutulacak bir yanı yoktur.

Ben şimdi bir vatandaş olarak bu iç işleri bakanına bağlı polise nasıl güveneyim arkadaş?
Vatandaşın kendi devletinin kurumlarına güvenini kaybetmesini sağlamaktan daha büyük bir bölücülük, devlete verilen daha büyük bir zarar olabilir mi?

İnanın muhalefetin bayrağı indirelim, ezanı dindirelim diye bir iddiası yok ama iktidarın bu anlayışı milleti resmen bölüyor, kutuplaştırıyor.

Kimse bizimle kanka olun, vurup oynayalım, muhabbet edelim, kucaklaşalım demiyor tamam da, aynı milletiz aynı!!!
Bunu anlamak çok mu zor?

İmralı'daki bebek katilinden bu ülkede sosyal demokratı de nefret etti, ülkücüsü de, terör, pkk olaylarında tek yürek olduk ama sizin bu tavrınız artık aynı millete mensup insanların buluşabilecekleri ortak müşterekleri yok ediyor.

Bu da ne demek biliyor musunuz?
Bu milletin bölünmesi demek…
Bakın o YouTube'a çıkıp akıl almaz iddialarda bulunanlar hep iktidarın has adamlarıydı.
En önemli güç merceklerine sizin asla olamayacağınız kadar yakınlardı.
Ama şimdi?...

Yani adaletsizlik başkalarına yapıldığı sürece göz yumarsanız bir gün size yapılan adaletsizliği gören göz bulamazsınız!

Milliyetçilik ortak müştereklerde buluşabilmektir.
Ortak müştereği adalet olmayan bir toplum, bir millet batmaya mahkumdur.
Ortak müştereklerimiz yeteri kadar zarar aldı. Hepten yok olmalarına müsaade etmeyin.
Bizim için değil.
Kendiniz için.
Çocuklarımız için.

Bu yol yol değil,
bu artık çıkmaz sokak ve sonu çok net belli, görünüyor.
Çocuklarınız AKP'siz, partisiz, reissiz, ampülsüz büyüyebilirler ama adaletsiz büyüyemezler.

En azından hür büyüyemezler.


×
Yayınımıza abone olun

Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.

Muharrem İnce Siyasi Geleceğini Düşündü...?
Üzerine Alanın!

İlgili İletiler

 

 Galeri

 Blog Takvimi

Lütfen takvim görünümü hazırlanırken bekleyin