ATEŞ'İN DÜŞTÜĞÜ YER…

sinanAtes

Aslında bu konuya hiç girmeyecektim.
Söylenecek o kadar çok şey olmasına rağmen, bu konuya girmememi gerektiren birçok nedenim var.

Ama artık bu yaklaşık son bir haftadır yaşanan her ne ise (bazıları yas diyorlar ama ben yasın samimi olması gerektiğine inananlardanım) öyle boyutlar aldı ki, tahammül etmek çok zor.

Camia olarak ölü seven bir kitleyiz.
Hayatlarında değer vermediğimiz, hatta husumetle yaklaştıklarımızı öldüklerinde göklere çıkarmayı çok severiz. Kişileri öldükten sonra sadece söyledikleri ve yaptıkları ile anmayız. İşimize gelince günümüzde ters giden olaylardan ölmüş ve dolayısıyla kendini savunamayacak birini sorumlu tutmak ne kadar kolayımıza geliyorsa, ölülerimizin ardından söylemedikleri sözleri (hayatta iken düşünce ve görüşlerine aykırı olsa da) onlar söylemiş gibi yayar, yapmadıkları icraatları onlara mal eder, kendi kafamıza göre kahraman yaratır ve kendi yarattığımız kahramanları kutsamaya bayılırız.

Sanırım ben bu konuda biraz farklıyım.
Beni sevdalarım ve aşklarım kadar kin ve nefretim de ayakta tutar.

Şahsıma yapılanı unutmuş görünebilirim, hatta pişman olunduğuna gerçekten inanırsam unutabilirim de ama sevdiklerime ve değerlerime yapılanı unutamadığım gibi unutmamak için de özel çaba gösteririm.

Ne de olsa

"…Unutmamak beni ayakta tuttu,
Unutamam, unutamam, unutmam…" diye haykıran bir babanın evladıyım.

Buna rağmen susmak istedim.
Buna rağmen kaç gündür gerek samimi, gerekse küstahça sorulan sorulara,
Ozan Arif'i çok sevdiğini iddia edenlerin yaşananı Ozan Arif'in kaderi ile bir tutmasına, mukayese etmesine sustum.

Fırat'ı hiç şahsen tanımadım, ama şehit edilmesinin bende nasıl bir üzüntüye ve ardından ona yapılan haksızlığın bana nasıl dokunduğuna evvelki yazılarımda değinmiştim.

Onun için rahmetli Fırat ile ilgili benzetmeler en az babam ile yapılan benzetmeler kadar zoruma gitti.

Severim, sevmem, bir insanın ölümü söz konusu. Bence en hassasiyet gösterilmesi gereken konulardan biri olduğunun farkındayım.

Ama artık bu olay 'Kel ölür sırma saçlı olur, kör ölür badem gözlü olur' boyutunu çok ama çok aştı.

Şahsen tanıyorsanız veya muhabbetiniz varsa (elbette herkesin benim gibi mesafeli olmasını beklemiyorum) usulünce başsağlığı diler, cenazeye katılır, vazife olarak gördüğünüzü yaparsınız. Buna kimse bir şey diyemez ama milliyetçi arabeskte tavan yaptırmaktansa yaşananları akıl süzgecinden eleyip ders çıkarmak daha doğru değil mi?

Bir kere sosyal medya çağında bir Youtube kanalı, veya bir Facebook sayfası kurup kendini fikir önderi, araştırmacı gazeteci veya yok bilmem ne olarak adlandırılanlara kanmayın. Gerçek bilgi aktaranlar ile bu tiplerin farkını görün lütfen.

Felaket tellallığı yapıp, iki tıklama fazla elde edip, Google'dan elde edecekleri üç kuruşun hesabını yapanların olayı 'seçim öncesi gerginlik', 'Türkiye karanlık günlere sürükleniyor' gibi komplo teorisi olarak yansıtmalarına ben inanmıyorum. Bence olayın Türkiye'nin geneli, seçimi, siyaseti ile alakası yok.

Araştırmalar daha devam ediyor ama edinebildiğim bilgiye göre gelişme benim ilk başında da tahmin ettiğim gibi bir grup içinde çıkar hesabından ibaret.

Dolayısıyla böyle bir olay vatanını, devletini bölücülere karşı savunduğu için, savunduğu esnada öldürülen Fırat ile nasıl mukayese edilebilir? Fırat benim için şartsız şüphesiz şehittir ama kimse kusura bakmasın böyle bir çıkar hesaplaşması esnasında öldürülen birini rahmetli Fırat'la bir tutmak Fırat'ın anısına saygısızlıktır. Fırat'ın yönetimi eleştirip eleştirmemesinin, savunup savunmamasının hakkında hala zerre kadar bilgim yok. Hiç sorgulamadım. Tek önemli olan devletini, vatanını, bayrağını savunurken canını feda etmiş olması.

Ama son yaşanan olayda sebep bu değil görünüyor.
Sinan Ateş'in hayatında takındığı tavrı toprağın temizleyebilmesi benim için mümkün değil.

Benim babam 13 Şubat 2019 sabahı ruhunu teslim etti.
Sinan Ateş'in 13 Şubat 2019'da isim vermeden yaptığı küstah paylaşım hala sayfasında duruyor.
Kendisinin canını kaybetmiş olması paylaşımın küstahlığını telafi edemez.

16 Şubat 2019'da babamı toprağa verirken Osmaniye'de verilen konser son günlerde tekrar gündeme geldi. Görüyorum ki babamı sevenler unutmamış.
Ama 16 Şubat 2019'da Ülkü Ocakları genel başkanı kimdi unutulmuşa benziyor.

Birilerinin babamın vefatında baş sağlığı dilemediği tekrar hatırlara geldi.
Ama baş sağlığı dilemeyenlerin birinin de dönemin Ülkü Ocakları Genel başkanı olduğunu ben hatırlatayım.

Mesele başsağlığı dileği falan değil.

Açıkça söyleyeyim; ailem ve ben böyle bir başsağlığı beklemedik. Aksine, Allah şahit, böyle riyakarlıkta bulunmadılar diye de çok memnun olduk.

Lakin Samsun'da „Rahmetli babamın arkadaşıydı, ben böyle bir vefasızlıkta bulunamam ve cenazeye gideceğim." diyen ilçe Ocak başkanını 'Emir demiri keser' edebiyatı yaparak görevi bırakma mecburiyetinde bırakan Ocak Genel başkanı kimdi?

Mesele sadece babam da değil…

Kemal Kılıçdaroğlu'da yapılan saldırıdan sonra kim „Sabrımız taşarsa öfkemiz sel olur. Kimse sokağı ajite etmemelidir." diye racon kesiyordu?

Veya dönemin İstanbul Ocak başkanı içinde rahmetli Mustafa Kafalı gibi doksan yaşına merdiven dayamış büyüklerimizin isimlerinin de bulunduğu listeyi „Ya tam susturacağız, yak kan kusturacağız" diyerek yayınlarken Ocak genel başkanı kimdi? İstanbul Ocak başkanını bu tavrı yüzünden uyardı mı?

Daha ne olaylar aklıma geliyor.
Tartaklanan gazeteciler, sosyal medyadan hakaretler…

Ama sadıktı.
Sadakati şerefinden olanlardandı.

Atatürk'e dil uzatan birine ağzının payını verdi diye görevden alındığı söyleniyor.

O görevden liderinin 'müsadesi' ile ayrıldığını söylerken bile „bu can bu bedende oldukça" liderinin emrinde olacağını vurguluyordu.

Ama bu sadakat tek taraflıymış demek ki, çünkü canı bedeninden ayrılınca ona sahip çıkan ölene kadar methiyelerle andığı lideri değil, görevi boyunca kin kustuğu camia oldu.

Tartaklandıklarında ses çıkarmadığı gazeteciler olayın aslını aydınlatmaya çalışıyor, baş sağlığı veren Kemal Kılıçdaroğlu, Meral hanım ve kendi partisi hariç diğer partilerin siyasileri oldu.

Bir arkadaşımın söylediği gibi, Sinan Ateş'in demesi ile „Defolup gitmiş, başka yerin yenisi olmuşlar üzüldü en çok…''

„Oh oldu" falan dediğimi sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz.
Sadece almasını bilen için Sinan Ateş'in düştüğü veya düşürüldüğü durum çok ibret alınması gereken bir durum aslında.

Üzüldüm mü?
Elbette üzüldüm.
En çok iki sabinin babasız kalmasına üzüldüm.
Ben yetişkin yaşta babamı kaybetmeme rağmen her gün yokluğunu hissediyorum. O yavruların ne büyük bir eksikle yetişecekleri beni üzüyor.

Üzüldüm,
babamın destanlara sığdıramadığı hareketin kimlerin eline kaldığına, ne hale geldiğine, ne tür olaylarla anıldığına, bağdaştırıldığına üzüldüm.

Üzüldüm,
mensubu olduğum camianın doğruya, gerçeğe önem vermediğini, sadece peşinde ağıt yakacak kahraman aradığını, bulamazsa da işine gelince yaratıp ne derece arabeskleşebileceğini gördüğüme üzüldüm.

Üzüldüm,
şehitlik gibi bir mertebenin bu kadar rahat sulandırılabilmesine üzüldüm.

Üzüldüm,
görünüşe göre çıkar, menfaat hesabı yüzünden hayatını kaybeden birinin, hayatını bu harekete adamış Ozan Arif ile bu kadar kolay bir tutulabilmesine üzüldüm.

Üzüldüm,
başkalarını kendi inandığı fikre ikna edebilmesi ile değil, kendisi gibi düşünmeyenlere başkasının emri ile bu kadar rahat kin kusabilen birisinin adeta 'ülkü devi' ilan edilmesine üzüldüm.

Aslında uzun yıllardır üzüldüğüm konular bunlar. Benim için yeni bir gözlem değil yani.

Baş sağlığı dilemedim.
Başta da yazdığım gibi, beni sevda ve aşklarım kadar kin ve nefretim de ayakta tutar.

Diğer baş sağlığı dilemeyenlerden farklı gerekçelerim var.

Belki şimdi

'Sana yakıştıramadık' diye düşünürsünüz.
Elbette, yakıştırmamak hakkınız ama diğer yandan da riyakar, samimiyetsiz bir ölü seviciliğini ben kendime yakıştıramıyorum.



×
Yayınımıza abone olun

Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.

SESSİZLİĞİN SIRRI
İNADINA

İlgili İletiler

 

 Galeri

 Blog Takvimi

Lütfen takvim görünümü hazırlanırken bekleyin