VENEZUELA

maduro2

Bir ülke cehalete, hırsa, saplantıya ve ihanete nasıl kurban edilir...

23 Temmuz'da İMF yıl sonuna kadar Venezuela'da enflasyonun %1.000.000'u (evet, yüzde bir milyon!) aşmasını beklediklerini açıkladı. Yine İMF geçen nisan ayında ise Venezuela'nın gayri safi yurt içi hasılasının 2013'ten %45 daha düşük olacağına dair uyarmıştı.

2015 yılı itibariyle Venezuela'nın petrol rezervleri 65,32 milyar ton olarak tahmin edilmekte. Böylece Venezuela 36 milyar ton petrol rezervine sahip olan Suudi Arabistan'dan bile açık ara önde dünyanın en çok petrolüne sahip olan ülke.

Ülkenin yüz ölçümü 912.050 km2 ile Türkiye'den %16 daha büyükken Türkiye'den 50 milyon daha az, yani 31 milyon nüfusa sahip. Yine 2015 verilerine göre Venezuela yaklaşık 467bin km2 ile dünyanın en çok ormanına sahip 16. ülke.

Üstteki verilere sahip Venezuela gibi bir ülkenin sadece Weimar Cumhuriyeti ve 2008-2009 arası Zimbabve'de görülmüş bir enflasyona rağmen tarihte büyük depresyon ve İspanyol İç Savaşında %29'luk ve Yunanistan'ın GSYİH'nın son krizde %26,9 küçülmesini solda bırakarak çökmesinin incelemeye değer olduğunu düşünüyorum.

Ülkenin yakın geçmişine baktığımızda gelinen durumun süpriz olmadığı, bağıra bağıra bu noktaya gelindiği kanaatindeyim.

Venezuela hükümeti petrol piyasasında 2004'te başlayan talebi toplum ve özel sektörün yetkilerini kısıtlamak ve ekonomiyi tamemen devletin kontrolüne almak için kullandı. Böylece üretim ve arz tamamıyla devletin kontrolündeyken hükümet talep edilen ürünlerin hepsini ithal ediyordu. Bu da ekonomide üretimin daha da gerilemesini sağladı. İthal edilen malların bedeli petrol gelirleri ile tamamen karşılanamadığı için ülke borçlanmaya gitti.

2004 yılında toplam dış borcu 27,4 milyar USD olan Venezuela 2013 yılında aşırı borçlanma (44,8 milyar USD) ve uluslar arası siyasi yaptırımlar sebebi ile uluslar arası sermaye piyasalarında para bulamaz oldu. Burada 2004-2014 yıllarında petrol fiyatlarının deli gibi arttığını, hatta 2008'de 140 USD'yi, 2008 krizi sonrası ve 2011'de 110 USD'yi gördüğünü unutmamak gerek.

2014 yılında Deutsche Bank Venezuela'nın bütçe dengesini tutabilmesi için piyasada petrol fiyatının 162 USD'de olması gerektiğini açıkladı. Yine aynı yıl Credit Suisse Venezuela'nın dış borçlarından oluşan yükümlülüklerini yerine getirebilmesi için gereken petrol fiyatının 97 USD olması gerektiğini hesapladı. Oysa aynı yıl petrol fiyatının 100 USD'nin üstünden 35 USD'nin altına düşmesiyle ülkenin çöküşünün kaçınılmazlığı bariz şekilde görünür oldu.

Bunun üzerine Maduro yönetiminde bile özel sektörün güçlendirilmesi ve dış yatırımcılara yönelik daha elverişli bir ortam yaratlıması gerektiğine dair sesler yükselirken, Maduro ekonomiyi daha da devletin tekeline çekerek ekonomik dengeleri daha da bozacak adımlar attı.

2015'de ekonomik sarsınmanın sadece finansal boyutta kalmayacağı, ülkenin kıtlık ve açlık tehlikesi ile karşı karşıya olduğu anlaşılmasına rağmen bu tehliklere karşı en ufak önlem alınmadığı gibi dışardan teklif edilen insani yardımlar bile reddedildi.

Maduro hükümeti çöken ekonomi ve kaybettikleri vergi gelirlerini daha fazla para basarak kapatma yöntemini tercih etti ve halk bu tercihin bedelini fırlayan bir hiper enflasyonla çok ağır ödemekte. 

Hugo Chávez - Önceki Venezuela Devlet Başkanı

Bu özete bakıldığında 'sonradan akıl vermek kolay' gibi bir sonuca varmayın. Bütün bu gelişmeler olurken gerek dışardan gerekse içerden durumu gören ve uyaran çok insan oldu. Örneğin Chavez 1998'de yolsuzluğa karşı savaşılacağı, halkın demokratik kararlara doğrudan dahil edileceği, ülkenin siyasi ve ekonomik bağımsızlığının artacağı ve ekonominin petrol ihracatından bağımsızlaştırılacağı vaadleri ile %56 oyla seçildi.

Eski anayasayı değiştirerek yerine bir anayasanın gelmesini referandum ile başardıktan sonra 2000 yılında tekrar %60 ile tekrar seçildi. O zamandan beri Venezuela'nın resmi ismi 'Bolivar Cumhuriyet Venezuela' olarak değiştirildi.

2010 yılında parlamento bir 'yetkilendirme yasası' onaylayarak Chavez'e 18 ay boyunca parlamento onayı gerekmeden yasama yetkisi verdi.

Chavez 5 Mart 2012'de öldüğünde ülkeden ne yolsuzluk azalmıştı, ne de halkın demokratik kararlara katkısı artmıştı. Chavez hükümetine muhalif olan herkese karşı çok sert bir tavır sergilerken ülkenin petrol satışından elde edeceği gelire her zamandan çok ihtiyacı vardı. Petrol haricinde hiç bir sektöre ciddiye alınacak yatırım yapılmadığı gibi petrol sektöründe de teknolojiniin güncel kalması için gereken yatırımlar ihmal edilmişti.

Chavez öldükten sonra anayasa mahkemesi yeni seçimler gerçekleşene kadar kimin Chavez'in makamına vekillik yapacağına henüz karar vermemişken Maduro kendisini Chavez'İn vekili olarak ilan etti ve 14 Nisan 2013'te yapılan seçimleri %50,78 ile kazandı.

2014 yılında Venezuela Bolivarı'ı / USD resmi paritesi 6,9 ile ve 21bin ürünün fiyatı ve devlet tarafından sabitlenmişti. Oysa karaborsada 1 USD 183 Bolivar alıyordu. En temel gıda, enerji ve ilaç ürünlerinde kıtlık çekiliyordu. Suç oranı aşırı derecede yükseldi. Özellikle yeterli gıda maddesi olmadığı için süpermarket ve bakkalların önünde askerler nöbet tutuyorlardı.

Ülkede isyanlar başladı. İsyanlar bastırılırken gerek hükümet karşıtlarından, gerekse hükümet yandaşlarından toplam 42 kişi canını kaybetti, en az 785 kisi yaralandı ve 2200 kişi tutuklandı. Tutuklananların 58'i yabancı uyrukluydu. Ülkenin huzurunu tehdit etmek ve ajanlık gibi suçlarla suçlandılar.

Maduro'ya göre bütün bunların, birden düşen petrol fiyatlarının ve %64'e ulaşan enflasyonun sebebi ABD tarafından Venezuela'ya karşı kurulan komploydu.

2015 seçimlerinde muhalefet parlamentoda koltukların 2/3'ünü kazandı. Bunun üzerine yargıtay üçü muhalefet olan 4 vekilin seçiminin geçersiz olduğu kararını verdi ve muhalefet 2/3'lük üstünlüğünü kaybetti.

2016 yılında hükümet benzinin fiyatını %6000 artırdıktan sonra bir araba deposu benzin bir teneke bira bedeline eşdeğer oldu. Aynı zamanda piyasada içecek su kalmadı, zira artık hükümetin su için belirlediği fiyat suları doldurmak için gereken şişenin masrafına bile denk gelmiyordu. Ülkenin dış üreticilere olan 15 milyar doları aşkın borcu yüzünden ithalat da durdu. Dolayısıyla tek eksik içecek su değildi. Eczacılar odasının verilerine göre aranan ilaçların %90'ından fazlası bulunamamaktaydı. Artık ülkeye ne buğday ne de başka hububat girmiyordu. Ekonomi %18 çökmüş, 2015'te 'sadece(!)' %150'lerde gezen enflasyon %800' çıkmış karaborsada bir USD 1150 Bolivar olmuştu.

Hükümet enerji tasarrufuna gitmek için haftada sadece 4 gün çalışılması kararı verdi. Cep telefon şirketleri faturaların ödenmediği için hizmeti kısmaya başladı. Sağlık ve posta ağı çöktü, ülkeye sefer yapan uçak şirketleri seferlerini iptal etmeye başladı.

Bütün bunlar olurken, halk açlık, hastalık ve susuzluk çekerken 520bin personelle askeri tatbikat uygulandı.

24 Nisan 2016'da muhalefet 'Görevden Alma Referandumu' için imza toplamaya başladı. Maduro'yu görevden almak için 30 gün içinde 200bin imza gerekirken 2 gün içinde 1,5 milyon insan imza verdi. Bir sonraki adım kabul edilen imzaların 200.000'in parmak izleri ile tasdik edilmesiydi, lakin Venezuela başkan vekili Aristobulo İsturiz asla böyle bir referandumun gerçekleşmeyeceğini Mayıs 2016'da zaten söylemişti.

Ağustos başına kadar 400bin imza parmak izleri ile tasdik edildi. Bir sonraki adımda eylülün ilk yarısına kadar 2 gün boyunca seçim sandıkları kurulup 4 milyon Venezuelalı başkanın görevden alınması için oy kullanmalıydı. Yüksek seçim kurulu anayasayı ihlal ederek sandıkların kurulmasını ekim sonuna kadar erteledi ve böylece ülkenin yeni seçime gidilmesi engellendi.

Bir milyon kişiyi aşan bir yürüyüşle halk hükümeti protesto etti. Maduro protesto hakkında 'halkımızı ve hükümetimizi korkutmayı başaramadılar...' dedi, protestolar esnasında tutklananları 'ihtilalci' olarak tanımladı. Referandumun yapılması için imza veren memurları işten attırdı.

Artık çok geçti. Atı alan çoktan Üsküdar'ı geçmişti.

Sandıklar ekim sonunda da kurulmadı. Yüksek seçim Kurulu referandum tarihi olarak Şubat 2017'yi belirledi. Aynı zamanda görevden alma oylarının her eyalette %20'yi geçmesi şartını anayasaya aykırı olmasına rağmen koydu. Ekim 2016'da beklenmeyen bir karar ile tekrar referandumu iptal etti. Bunun üzerine oluşan protestolarda 120 kişi yaralandı. Vatikan arabulucu olarak devreye girdi. Muhalefetin isteklerinden biri de siyasi tutukluların serbest bırakılmasıydı. Maduro'nun emri ile serbest bırakılan 5 siyasi tutuklu ülkede kağıtta kuvvetler ayrımının varlığı olsa bile fiili durumda ülkeyi tek adamın yönettiğinin kanıtıydı.

Vatikan'ın arabuluculuğu Maduro'nun zaman kazanmasından başka işe yaramadı ve muhalefet 2016 sonunda görüşmeleri terk etti.

Anayasanın 233. maddesine göre başkan görevini yapmazsa veya yapamaz halde olursa parlamentonun başkanı görevden alma yetkisi vardı. 9 Ocak 2017'de parlamento 233. maddeye dayanarak ve yeni seçim olur ümidi ile başkanı görevden aldığını ilan etti. Maduro'ya bağlı olan yargıtay parlamentonun kararını geçersiz ilan etti. 

Eski Venezuela cumhuriyet başsavcısı Luisa Ortega Díaz

29 Mart 2017'de yargıtay tüm vekillerin dokunulmazlığını kaldırdı ve yetkilerini kendi üstlendi. Böylece yargıtay yasamanın görevlerini uygulamış ve kuvvetler ayrımını resmen ihlal etmiş bulunmaktaydı. Cumhuriyet başsavcısı Luisa Ortega Díaz bu durumun anayasa ihlali olduğunu açıkladı ve 29 Mart kararları 1 Nisan 2017'de iptal edildi. Muhalefetin tüm itirazlarına rağmen Maduro bir şey olmamış gibi devam etti. Hiç bir yargıtay hakimi görevinden alınmadı. Parlamentoya yetkisi ve vekillere dokunulmazlıkları geri verilse de yargıtayın Maduro'ya verdiği vekaletler kaldı. Örneğin Maduro artık devlet petrol fonu PDVSA için doğrudan kendi anlaşma imzalayabiliyordu.

Yine protestolar oldu ve bir çok kişi öldü ve yaralandı. Yargıtay 29 Mart kararlarını anayasa ihlali olarak ifade eden cumhuriyet başsavcısı Luisa Ortega Díaz'ın görevden alınması için dava açtı.

1 Mayıs 2017'de Maduro yeni bir anayasa için 540 kişilik yeni bir parlamento kuracağını ve halkın yeni anayasayı onaylaması için referandum yapacağını ama anayasa oluşurken halkın söz hakkı olmayacağını açıkladı. Aslında eski anayasaya göre halk evvela yeni anayasa isteyip istemediğine dair referandumla oylaması gerekiyordu. Dolayısıyla Maduro'nun bu hareketi kesinlikle bir anayasa ihalali oluşturmaktaydı. Ayrıca Maduro bu yeni 540 kişilik parlamentoda muhalefetten kimsenin olmayacağını da söyledi.

Bunun üzerine yine oluşan protestolarda 6 Mayıs'a kadar 37 kişi hayatını kaybetti. 23 Hazirana kadar bu rakam 76'ya, Temmuz sonuna kadar 100'ün üstüne çıkacaktı. Protestolara rağmen Maduro yeni anayasa konusunda o kadar ısrarcıydı ki, '...oylarla başaramazsak, silahlarla başarırız' diyordu.

Muhalefet 17 Temmuz'da hiç bir bağlayıcılığı olmayan sembolik bir referandum gerçekleştirdi. Bu referanduma 7 milyon insan katıldı ve Maduro'nun gitmesi için oy kullandı.

Yeni parlamento için Temmuz 2017'de yapılan seçimlerde Maduro kendi partisinin kazandığını ilan etti. İddiasına göre oylamaya 8,5 milyon katılmıştı. Oysa muhalefetin verilerine göre toplam katılım sadece 2,5 milyondaydı. Gerek Reuters haber ajansı, gerekse 2004'ten beri seçimler için yazılım hazırlayan bir Venezuelalı şirket, hükümetin katılım rakamını şişirdiğini söylediler.

Uluslar arası alanda seçimin anti demokratik ortamda gerçekleştiği düşünüldüğü için kimse yeni parlamentoyu kabul etmedi. Buna rağmen Maduro eski parlamentoyu feshetmedi ama tüm yetkilerini iptal ederek yeni parlamentoya aktardı. Aynı şekilde yasama, yürütme ve yargıda doğrudan yeni parlamentoya bağlandı.

Protestolarda ölenlerin sayısı Ağustos sonuna kadar 125'e ulaştı. Bazı TV ve radyo kanalları kapatıldı, lisansları uzatılmadı. Amerikan tehditine karşı büyük kapsamlı yeni bir tatbikat yapıldı.

Bütün bunlar olurken halk açlık çekiyordu. Günlük gıda satışları kişi başına 200g ile sınırlandırıldı. 4 Yemek kaşığı şekerin fiyatı 4000 Bolivar olmuştu. Bu günlük asgari ücretin 2/3'üydu. Hükümet büyük bir jest olarak ailelere 'tavşan' dağıttı, hiç değilse bir kere et yiyebilsinler diye. Venezuela halkı çektiği kıtlığın adını 'Maduro Perhizi (Maduro diet)' koydu.

ABD hala Venezuela'nın ihraç ettiği petrolün yarısını satın alıyor ve paraları Venezuela'nın ABD'de ki banka hesaplarına yatırıyordu ama aynı zamanda yaptırım olarak Venezuela'nın bu hesaplara ulaşımını engelliyordu. Çin Venezuela ile olan ticari ilişkilerini durdurdu. Sadece Rusya 'müttefiğine' destek vermeye devam ediyordu.

Ekim 2017 eyalet seçimlerinde muhalif oldukları bilinen 16 belediye başkanı tutuklandıkları için seçimlere katılamadılar. Hükümet muhaliflerin seçime katılmamaları için bir çok başka engeller de uyguladı. Seçim sandıklarının yeri değiştirildi, bazı yerlerde insanların gizli seçebilmeleri engellendi ve bazı bölgelerde de mühürsüz oy pusulası kullanılarak kişi başına birden fazla oy kullanılmasına göz yumuldu.

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Şubat 2018 raporuna göre 2017 sonu itibariyle 1,3 milyon insan açlık sınırının altında yaşamaktaydı ve her hafta açlıktan ölen çocuk sayısı 5 ile altı arasındaydı.

Sözde yeni anayasa için kurulmuş ama filen eski parlamentonun yetkilerini kaybetmesinden başka işe yaramamış yeni parlamentodan hala ses seda çıkmamakta.

Madulro Mart 2018'de Bolivardan üç 0 sileceğini açıkladı ama bu gerçekleşmedi. 2008'de eski başkan Chavez de 3 sıfır silmişti. Tabii ki 0 silmek enflasyonu engellemedi. Bu sefer Maduro bu senenin Temmuz ayında beş sıfır daha sildi. Ve yine enflasyuona engel olamadı...

Her ne kadar uluslar arası zemninde Maduro'nun başkanlığı kabul edilmese de güç hala Maduro'nun elinde. İnsanlar hala açlık çekmeye devam ediyor ve hala baskı altındalar.

Bütün bunlar Venezuela'da olayların nasıl geliştiğini, hangi hataların yapıldığını izah edebiliyor. Gerek siyasi bilim açısından gerekse ekonomi bilimleri açısından durumun bu noktaya gelmesi çok rahat engellenebilirdi. Ama olayın 'nasıl'ı hariç bir de 'neden' boyutu var.

Neden bir yönetim halkına karşı bu kadar acımasız ve baskıcı davranabiliyor.

İşte bu nedene cevap bulmak 'nasıl' sorusuna cevap bulmaktan çok daha zor.

Benim aklıma cevap olarak üç seçenek geliyor; stratejik uygulama, umursamazlık ve kasıt.

Stratejik uygulama ile ne kastettiğimi Venezuela örneğinden bağımsız olarak izah edeyim.

Birbirleri ile rekabette olan iki sistem 'ilk önce karşımdaki çöker ben geri kalırım, hasar görmüş olurum, ama hiç değilse karşıdakini yok etmiş olurum ve tekrar yapılanırım' düşüncesi ile kendi kötüleşmesine karşı önlem almayarak ekonomik dengenin sağlanmasını geciktirir.

Bu seçeneğin Venezuela örneğinin 'neden?' sorusuna doğru cevap olduğunu düşünmüyorum, zira Venezuela'nın kendi ekonomik refahını tehlikeye atarak çökertmek için rekabete girdiği başka bir ülke söz konusu değil.

İkince seçenek umursamazlığa gelince... Gerek Chavez, gerekse Maduro'nun yönetiminde bile durum hakkında uyaran ve bu noktaya gelinmemesi için devletin özel sektörü güçlendirmesini savunanların olduğunu biliyoruz. Tamam, Maduro'nun ekibinde ekonomi uzmanı olmayabilir, hatta kendisinin de üniversite diploması olmadığı bilinmekte, ama olayların bu noktaya gelmesi, yani dünyanın en büyük petrol rezervine sahip bir ülkede 1,3 milyon insanın açılık sınırının altında yaşaması, çocukların açlıktan ölmesi basit bir 'umursamazlık'la izah eidlemez.

Ve geriye sadece 3. seçenek, yani kasıt kalıyor.

Demek ki hükümet veya yönetimden sorumlu olan(lar) bu yolu diğer yollardan daha iyi olduğu düşüncesi ile seçiyorlar.

Venezuela örneğinde görüldüğü gibi krizden çıkmanın daha doğrusu krize bu kadar batmamanın tek yolu özel sektörü güçlendirmek, piyasanın kendi dengelerini kurmasını ve bu dengelerin sağlıklı çalışmasını sağlamaktan geçerdi.

Özel yatırımın ülkeye gelmesini sağlamak için her şeyden önemlisi hukuk devletinin etkin olmasını yani kuvvetler ayrımının tam manada bağımsız işlev yapıyor olabilmesi gerekiyordu.

Oysa Chavez ve Maduro ortodoks bir sol öğretinin mensuplarıydı. Burada önemli olan kendilerinin bu öğretiye ne kadar inanıp inanmadıklarından ziyade o öğretinin söylemleri ile güce ulaşmış olmalarıydı. Dolayısıyla piyasayı ve insanların bireysel haklarını güçlendirmek ve serbestleştirmek sadece söylemlerinden caymış olmaları manasına gelmez, aynı zamanda gücü kaybetmelerini de sağlayabilirdi.

Ama onlar milyonlarca insanı açlığa sürükleyecek bir facia ile liberal, hatta belki ordo-liberal bir çözüm arasında tercihlerini faciadan yana kullandılar. Çünkü faciada tabii ki rejim de yıpranacak ve gerek yurt içi gerekse yurt dışı meşruiyeti zedelenecekti. Ama toplum, halk rejimden çok daha fazla zarar göreceği ve rejimden zayıf düşeceği için rejimi değiştiremeyeceklerdi ve böylece Maduro ve yönetimi kontrolü ellerinde tutmaya devam edecekti. Ve görüldüğü gibi hala etmekte...

Belki ilk başta bu noktaya getirme gibi bir niyetleri yoktu.

Belki gittikçe battılar.

Hırsları, nefsleri, ihtirasları ve cehaletleri yüzünden yaptıkları hiç bir hatadan dönmeyerek, hataları örtmek için daha büyük hatalar ve belli bir noktadan sonra ihanetler yaparak daha da dibe battılar.

Ve gücü kaybettiklerinde başlarına gelecekleri bildikleri için,
kendi tatlı canlarını kurtarmak için gözleri döndü.

Onun için halka uyguladıkları bu zulmün bu baskının hesabını sorabilecek hiç bir kurum bırakmadılar.

Askeriyeye kendi adamlarını,
komutanlarını yerleştirdiler,
polis teşkilatı zaten ellerindeydi,
yargıyı kuklaları haline getirdiler,
ve parlamentoyu feshettiler.
Bütün buları yaparken ağızlarından "devrim", "eşitlik", "adalet" ve "emek" gibi kelimeler eksilmedi.

İlk başta gerçekten halkın tercihi ile ve sonra sahtekarlıklar ve mühürsüz pusulalar sayesinde kazandıkları her referandum ve seçimlerde tarafları naralar attı, sokaklara dökülüp konvoylar yaptılar ve "koyduk mu?" diye alay ettiler.

Çoğunluğun bir parçası olmanın şımarıklığı ile gelen tehlikeyi görmediler.
Nerden geldiği bilinmeyen eziklik psikolojileri ile kendileri gibi cahil, kendileri gibi eğitimsiz, kendileri gibi seviyesiz bir despotun her dediğini sorgulamadan, doğrusunu, yanlışını tartmadan alkışladılar.
Eğitime, kültüre, güzele, sanata, tarihe ve doğaya duydukları tüm kini doya doya yaşama fırsatını yakalamış olmanın sarhoşluğunu yaşadılar.

Kendilerinden farklı düşünenlere iş vermediler ilk başta onların hakları yendi.
Kendilerinden farklı düşünenleri 'devrime', 'halka' ve 'devlete' ihanet ile suçladılar...
Ama aralarında çok çok azı hariç, şimdi hep beraber açlık çekiyorlar.

Her hafta ölen 5-6 çocuğun kaçının ailesi kimbilir Chavez'e veya Maduro'ya oy verdi...

×
Yayınımıza abone olun

Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.

FİLİSTİN VE DOĞU TÜRKİSTAN SORUNUNA GENEL BAKIŞ
SÜKÛTU DİNLE

İlgili İletiler

 

 Galeri

 Blog Takvimi

Lütfen takvim görünümü hazırlanırken bekleyin