Özeleştiri I

       Üzülüyorum, üzülmek ne kelime, hattâ kahroluyorum. Neredeyse insanlıktan çıkmış bir coğrafyada insanca yaşamak mümkün mü? Nereye kadar böyle devam edebilir, daha ne kadar dayanabiliriz? Bu kader midir? Bizler de kurbanları...

       Yaşanan bütün acılar içimizi yakıyor. İsyan ediyoruz birçok kere yaşanan vahşete, o alçaklığı bize yaşatanlara, göz yumanlara, sorumluluğunun gereğini yerine getirmeyenlere öfke duyuyoruz. Elbette öfke duymak hakkımızdır kabul, lakin unutmamalı ki "Emeksiz yemek olmaz." Diyeceğim odur ki kötülüklerden hoşlanmıyor olmamız iyi, hattâ iyiden de öte çok iyidir. Ancak hangi konuda beklentimiz olursa olsun öncesinde mutlaka üstümüze düşen sorumluluğu yerine getirip elde etmeyi umduğumuz değeri hak etmeliyiz. Şimdi tam da bu noktada kendimize bir soru sorup sorduğumuz soruya açık yüreklilikle cevap vermek durumundayız. Soru basit: "Ben bütün yükümlülüklerimi eksiksiz bir şekilde yerine getirdim mi, şu an getiriyor muyum, gelecekte de getirebilecek donanıma ve iradeye sahip miyim?" Bu soruya "Evet." cevabı verecek kaç kişi var bilemiyorum, ancak kendi adıma ben çok istediğim halde veremedim. Asıl üzüntüm de zaten bu noktadan kaynaklandı. Çünkü daha ben olması gerekeni yerine getiremezken bunu başkasından beklemem anlamsız. Hani bir söz vardır ya "Hem dersini bilmiyor hem de şişman herkesten." tam da öyle bir durum işte yanlışı görmüştüm oturduğum yerden. Gördüm de ne oldu çözüm için hangi adımı attım eleştiri dışında. Sorumluluk makamında olanları eleştirdim. Hattâ o koltukları terk etmelerini istedim, beceremedikleri için kızdım onlara, haklıydım da, çünkü beceremiyorlardı. Ancak onlar gidince yeni geleceklerin daha iyi olacaklarına dair hiçbir veriye sahip değildim. Tek fark eskilerle yeniler arasındaki var olduğuna inandığım samimiyet farkı idi. Bana göre eskilerin kafasındaki Türkiye vizyonu ile benim kafamdaki ve yönetime gelmesini istediğim kişilerin kafasındaki arasında dağlar kadar fark vardı. En azından gelecek olanlar milli idi ya da ben öyle düşünüyordum. Bir şey olmasa bile eskilerin milli olmadıkları iktidara geldikleri günden bugüne yaptıkları onlarca uygulamadan, birlikte hareket ettikleri odaklardan ve Türkiye'nin geleceği ile ilgili ortaya koydukları perspektiften kolayca anlaşılıyordu. Türkiye bir an önce bu gayri milli eğilimden yakasını kurtarmalıydı. Tamam da; benim görevim, sorumluluğum sadece eleştirmek ve oy vermekle mi sınırlıydı yani oturduğum yerde oturmaya devam edecek, geleni, gideni beğenmediğimde eleştirecek, seçimden seçime oy verecek sonra da görevini yerine getirmiş bir insan edasıyla kurum kurum kurulacaktım, öyle mi? Ne güzel, onca eğitimi boşuna almıştım zaten, yazık, çok yazık etmişim kendime, ki meselâ:

   * Yüce Rabbimizin varlığa koyduğu nizamı,
   * İnsanoğlunu yeryüzünün halifesi olarak yaratmasındaki gayeyi,
   * Bize akıl vermesindeki hikmeti ve o aklı kullanmadığımızda bizi pislik içinde bırakacağını bildirmesindeki ikazın ciddiyetini,
   * Özünde varlığa huzuru barışı ve düzeni getirmek olan Allah(cc) dininin siyasi ve çıkar ihtirasları uğruna şer odaklarınca nasıl da amacından saptırılarak aklını bu odaklara kiraya vermiş ahmaklar eliyle yozlaştırıldığını,
   * Bu odakların bu amaçla dinimizi siyasete alet ederek kapsayıcılığını azaltmak ve inananların samimi duygularını sömürmek yoluyla aslında içinde olmaması gerektiği bir savaşın tarafı haline getirdiğini,
   * Neticesinde İslâm karşıtı bir nefret kalkanı oluşturmak suretiyle kutuplaşmanın artırılması sağlanarak uluslararası güç odaklarının istedikleri bölgede istedikleri düzeni oluşturmalarına olanak sağlandığını,
   * Bizimki gibi gelişmekte olan ülkelerde dini eğilimlerin milli akımları zayıflatmak ve bu sayede gayri milli unsurların ülke içinde kolayca örgütlenmesini sağlamak için bu odaklarca fütursuzca kullanıldığını,
   * İstiklâl harbimiz öncesinde yukarıda zikrettiğim her bir duruma çok ciddi örneklerin yaşandığını ve her birinde milletimizin, milli birliğimizin, toprak bütünlüğümüzün çok ciddi yaralar aldığını,
   * Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün bütün bunların bilincinde olarak Kurtuluş Savaşı'mızı Türk Milleti'nin milli değerleri üzerine oturtmak suretiyle Türk milliyetçiliği iradesinin şuurlu ve imanlı temsilcilerinin verdiği sarsılmaz destek sayesinde başarıya ulaştığını,
   * Savaş sonrası kurulan yeni Türk devletini de işte bu şuur ekseninde Türk milliyetçiliği ülküsü doğrultusunda oluşturmak üzere irade koyduğunu,
   * İslam dininin yukarıda bahsettiğimiz şer odakları eliyle yozlaştırılmasını ve bu yolla ülkemizde iç karışıklıklar çıkarılmasını engellemek için bizzat Atatürk'ün emriyle dinimizi insanımıza doğru şekilde sunmak üzere komisyonlar oluşturulup tefsirler ve mealler hazırlatıldığını,
   * Meselâ o emirle Elmalılı Hamdi Yazır başkanlığında hazırlanan tefsirin günümüzde dahi - hattâ Atatürk'e karşı akılalmaz iddialarda bulunan, kin güden, onu Müslüman olmamakla suçlayan kesimler tarafından bile - en çok itibar gören tefsirlerden biri olduğunu,
   * Bu coğrafya üzerindeki tasarrufta bulunma emelleri suya düştüğü için Atatürk'ün bu tavizsiz milli duruşundan rahatsız olan yabancı şer güç odaklarının - özellikle de İngilizlerin - içerideki birçok hoca kılıklı hainle çeşitli pazarlıklar neticesinde işbirliğine gidip, din elden gidiyor propagandası yaptırdığının, Atatürk'e karşı türlü türlü iftiralar ile kamuoyu oluşturmaya çalıştığının ve ayaklanmalar çıkarttığının belgelerle sabit olduğunu,
   * Her şeye rağmen o dönemde Kurucu İrade'nin bir yandan ülkemizi çağdaş medeniyetler seviyesine çıkarma yönünde kararlılıkla sağlam adımlar atmaya çalışırken, öte yandan da onlarca cephede savaşırken yokluk, yoksunluk ve yoksulluk içerisinde kalmış ve eğitim imkânı bulamadığı için cehalete mahkûm olmuş insanımızı içine düşürüldükleri o karanlıktan kurtarmak için yoğun gayret sarfettiğini,
   * Bu amaçla alfabe değişikliğine gidildiğini, birçok iktisadi, idari, kültürel faaliyetler ve kalkınma hamleleri başlatıldığını, çok sayıda kurum ve kuruluşun milletin hizmetine sunulduğunu ve öğrencilerine bir insanın günlük yaşamında ihtiyacı olan her türlü bilgiyi uygulamalı olarak öğrenme fırsatı sunan Köy Enstitülerinin - diğer birçok faydalı adım gibi bu da Atatürk'ten sonra yozlaştırıldı ve en sonunda tamamen kapatıldı - kurulduğunu,
   * Ne acıdır ki bütün o insanüstü gayretlerin adeta küllerinden yeniden inşa edip ayağa kaldırdığı, makûs talihine meydan okuyup bir defa daha dünya sahnesinde söz sahibi olacak seviyeye getirdiği Türk Milleti ve onun son bağımsız devleti Türkiye Cumhuriyeti'nin, Atatürk'ün vefatı sonrasında kimi kifayetsiz muhteris, kimi üzerinde yaşadığımız coğrafyanın stratejik önemi dolayısıyla vatanımızda gözü olan şer dış güç odaklarının maşası, kimi ise belki iyi niyetli lâkin iş bilmez yöneticiler eliyle - yaşananlar hepimizin malûmudur, izahı sayfalar süreceği ve bu yazının konusu olmadığı için burada detaylandırmayacağım sayısız uygulama neticesinde - yeniden İstiklâl Savaşı öncesindeki o karanlık döneme geri döndürüldüğünü,


çok çok iyi görmeme, idrâk etmeme ve de bilmeme rağmen oturduğum yerden şikâyet etmek dışında hiçbir adım atmamışım.
       Yuh olsun bana!


Telif Hakkı

© Tunga Eralp @ tahtaPod.com | Tüm hakları saklıdır.

×
Yayınımıza abone olun

Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.

SADECE İYİ PARTİ NATO YANLISI DEMEK NE KADAR DOĞRU...
Bayramımız kutlu olsun

İlgili İletiler

 

 Galeri

 Blog Takvimi

Lütfen takvim görünümü hazırlanırken bekleyin