ATATÜRK MÜ? ERDOĞAN MI?

images.jpeg

Gördüğünüz başlık algılanış tarzı açısından öylesine tehlikeli bir başlık ki özellikle muhalif çevremi düşündüğümde ne yazarsam yazayım bu karşılaştırmayı yaptığım için duygusal refleksleri hissedeceğim bir başlıktır. Bir bildiğim, ulaşmak istediğim bir yer var diyerek onları sakinleştirmeyi umuyorum.

Bilimsel olarak tam bir karşılaştırma yapmak elbette mümkün değil. Çünkü yaşadıkları çağ, fikirlerini geliştirdikleri çevre, hayat tarzları ve yaşam serüvenleri olarak birbirlerinden bambaşka yerdeler. Fakat şu an rövanşist bir devir yaşadığımız için alışkanlıklarımızın, zengin olan çevrelerin, alkışlanan ya da öfkelenilen değerler tersine döndüğü için ister istemez bir kıyaslama içerisine giriyoruz. Kıyaslamanın hangi tarafında olduğumuz ise hiçbir şeyi değiştirmiyor. 

Siyasi düşünceler tarihine meraklı olanlar için bu durum güzel bir kıyaslamadır. Fakat ben olabildiğince bilimsel zemine yaklaşabilmek için sosyolojik bir bakış açısıyla sizlere kıyaslamayı aktarmaya çalışacağım.

Sosyolojik bakış açısıyla devam etmeden önce kişisel düşüncemi kısaca açıklayayım ki siz okurların ne kadar tarafsız olabildiğimi anlayabilmeniz için bir not düşmüş olayım. Beni tanıyanlar bilir ki bu soruya cevap olarak en azından Erdoğan cevabını vermeyeceğimi bilirler. Bu kararın Erdoğan karşıtlığıyla alakası olmamakla birlikte düşünce ve hayat tarzımın neredeyse taban tabana zıt olmasından kaynaklanır. Demokratik düzene inandığımdan ötürü halkın çoğunluğu Erdoğan kararı verdiyse, yönetimi ona devretmek ya da devam etmesini izlemek zorundayım. 

Çevremdekiler Atatürk'e son derece sevgi bağıyla bağlı olduğumu düşünüyorlar, biliyorum. Haklılar. Şahsiyeti ve fikir dünyası itibariyle hayran kaldığım, yaptıkları itibariyle yani zirveye çıkış hikayesini okuduğumda takdir etmekten kendimi alamadığım biri. En alt tabakadan en zirveye çıkmanın hikayesi pek nadir gerçekleşir bilirsiniz.

Atatürk devrimlerini ise Atatürk'e hayran kaldığım kadar sevmediğimi belirteyim. Bazı fikirsel noktaları ileri görüşlülük seviyesinde takdir ediyorum ama halkın yaşayış tarzlarını değiştirmek konusundaki baskıcı ve müsamahasız tavrın bugünkü Kemalist nefrete sebep olduğunu düşünüyorum. Çünkü birey olmaya inanan Kemalist devrim elini Türk evlerinin içine kadar sokmak konusunda ısrarcı olmamalıydı. 

Kanaatlerimi ilettiğime göre artık sosyolojik bakış açısına başlayabiliriz. Atatürk devrimi tarih olarak daha önce geldiğine göre ondan başlayabiliriz.

Atatürk devrimleri yapısal işlevleri itibariyle Fransız devrimini hatırlatır. Hatta bazı noktaları itibariyle birebir örtüşür. Jakobenliğin fikirsel ve davranışsal yansımaları görülür. O yüzden Atatürk devrimleri bireyin ; hacıya ya da hocaya, aşiret ağasına, mutlak otorite sahibi bir padişaha, geleceğinin elinde olduğunu iddia eden bütün otoritelere bağlılığını reddeder. Bütün bu bağlardan kopmuş bireyi bir ulus çatısı altında birleştirmeyi ifade eder. Çünkü kutsal otoritenin yerini ulusun ortak kararının akılcı bir hakimiyete bırakması gerektiğine inanır. Halk atanmış yöneticileri kabul etmek yerine kendi iradesini gerçekleştireceği kişileri kendi seçmelidir. Bu irade gerçekleşirken temsilcilerin yanlış yapacağı şeyleri eleştirmeli, hafızasında tutmalı ve bir sonraki seçimde kararını verirken süreci göz önünde tutmalıdır. Tabii ki bu yönetim serüveninde belli bir eğitimden geçerek kendi karar mekanizmasını geliştirmelidir. Kendisini bütün kutsal ve kutsal olmayan bağlardan kurtararak geleceğe hazırlamalıdır. Ulus bilinci bu sayede gerçekleşecek ve "Atatürk Türkiye'si" vuku bulacaktır.

Teorik kısımdan akılcı ve güzel gelmesine rağmen bu süreç ülkenin bazı yerlerinde gerçekleşirken bazı yerlerinde ters tepki gösterdi. Çünkü birey olma inşası eşit şartlarda ve özgür ortamlarda  meydana gelir. Türkiye büyük bir çoğunluğu köylerde yaşayan, yoksulu ile zengini arasında büyük bir fark olmadığı için kapitalizmin gelişmesine elverişsiz bir ortama sahipti. Üstelik 20'ler ve 30'lar birinci dünya savaşı etkisiyle birlikte ortaya çıkmış ayrılıkçı, faşist ve ekonomik krizi derinden yaşamış zaman dilimleriydi. Türkiye birey olma atılımlarını dünyadaki bu eğilimler yüzüne erkene çekmek istiyordu. O yüzden toplumun alışkanlıklarını değiştirme süresi göz önüne alınmaksızın birtakım kültürel devrimler konusunda baskıcı ve ısrarcı olundu. Ülkemizin bugünkü dünya ile entegre olmuş bazı kısımları elbetteki o günkü toplumun en küçük biriminin aileden bireye dönüştürülmesi sonucunda gerçekleşti. Belki toplumun en küçük biriminin aile olmasında bir sakınca gözükmeyebilir ama bu felsefenin toplumda yansıması, bireylerin karar vermesi için sürekli bir "baba, hoca, reis ya da başkan" tiplemelerine ihtiyaç duyması anlamına gelir. Bu ise Atatürk devrimlerinin kat'iyen karşı olduğu şeydi. Çünkü Osmanlı devletinin toprak kaybetmesi, emperyalizmin Anadolu topraklarına çöreklenmesinin sebebinin halkın yapılacak şeylerin sorumluluğunu " Devlet -i Aliyye'ye" bırakmasıydı. Oysa yeterince birey bilincini geliştirmiş bir halk bu aşamaya gelmeden emperyalizme son derece şiddetli bir başkaldırışıta bulunabilirdi. O yüzden Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi birey aşamasını tamamlamış bir toplumun dinamik güçlerine geçmişten son derece devrimci bir şekilde seslenir.

Peki Atatürk devrimleri Türk toplumuna etki olarak ne kadar teneffüs edebildi? 

Toplum yapıları her zaman değişime uğrar. Tahayyül edilen seviye toplumun değiştiği çizgiyle ne kadar örtüştü? Kemalist devrim "devrin Jakobenleri" olarak mı kaldı yoksa istediği atılımı gerçekleştirebildi mi?

Karşılaştırmalı bu iki soru sadece buraya kadar okumaya dayanmış siz okuyucuları düşündürmek içindir. Çünkü siyah mı ya da beyaz mı gibi bir sorudur. Ve içinde her zaman karşıtlığa dayalı manipüle edilebilir bir zemin barındırır. O yüzden bu iki sorunun cevabı net bir şekilde verilemez. Aslında cevap her ikisi için de hem " evet " hem " hayır " cevaplarıdır. Yani cevap gri alana çoktan dahil olmuştur.

Kemalist devrim Türk toplumunda değişimin hızını istediği kadar ayarlayamamış olsa da üst seviyeye çıkardı. Hızlı bir şekilde eğitim tarzını, kültürel dinamiklerini, ekonomik sistemini, köyden kente göçü, alfabeyi, bilimsel zemindeki değişimleri, cumhuriyet ve demokrasi algısını, " hacıya, hocaya, reise, başkana ya da sultana " bağlılık seviyesini değiştirdi. Bugün çocuklarımız her ne kadar bilimsel zemini tartışılsa da seküler okullara kayıt ettiriyor, batılı değerlere göre çocuklarımızı yetiştiriyor, köye dönüşü engelliyor, cumhuriyet ve demokrasinin olmazsa olmaz olduğunu düşünüyor ve çocuğumuzun özellikle kız çocuğumuzun kendi ayakları üzerinde durması için her şeyi feda etmeye hazır davranıyoruz.

Kemalist devrimin istediği noktaya kemalist devrimin istemediği sürede geldik. Elbette her devrim ya da her iktidar kendi karşıtlarını oluşturduğu için iktidar olduğu sürede Kemalist devrim etkileri 21.yy zaman diliminde açığa çıkaracak ( hatta patlayacak) bir karşı - devrim hareketine neden oldu. İşte Erdoğan bu karşı - devrim hareketinin lideri ve düzenleyecisi olarak Türkiye Cumhuriyeti sahnesine hiç de unut(a)mayacağımız gürültülü bir şekilde, ellerinde halkın desteğini hissederek çıktı. İşte yazımızın 2. kısmını bu karşı - devrim hareketi oluşturacaktır. Üstelik Erdoğan çağında kendisini ne kadar rahat hissettiğini söyleyen çok sevdiğim, üniversiteden bir arkadaşımın deneyimlerini ve hissettiklerini sizlerle paylaşarak bu yazıyı hazırlayacağım.

Buraya kadar gelebilmiş, okuyabilmiş bütün okurlara şükranımı sunmayı bir borç bilirim. Diğer vakte kadar değerli okuyucularım :

Kendinize iyi bakın.

×
Yayınımıza abone olun

Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.

OLUP BİTENLER ÜZERİNE DEĞERLENDİRMELER
ON YÜZ BİN MİLYON...

İlgili İletiler

 

 Galeri

 Blog Takvimi

Lütfen takvim görünümü hazırlanırken bekleyin