APO'NUN HEYKELİNİ DİKECEĞİZ!

inbound9058185088140760808
Kalkmaz Cilo dağlarından buzullar, kristal ağırlığın soğuk çehresi en derine saplar bıçağını, ölümün kazdığı kuyularda sessizce bekleyen yaşam kırıntıları, toplar mavinin çağıltılarından gizli bir sükuneti, elleri çatlak köylülerin böğrüne sürer. Pençedir, çeliktendir rüzgâr, çizikler atar yüzlere ve çocuklar, hiçbir zulme ön ayak olmamış, tertemiz belgesellerle uçururlar kuşlarını Cilo dağlarının yalnızlıktan kırılan tepelerine.

Bu tektonik yapının asırlara yaslanan sırrını insan çözmeye çalıştıysa da ömürler yetmedi yüceliğini devirmeye, kalender suretlerde kaç çocuk biriktirdi dikey çizgileriyle gökyüzünü tarayan morluk, akşamları inatla öten cırcır böceklerinin tabiata duyduğu sınırsız aşk, mevsiminde şenlenir tatlı duygular tıpkı cırcır böceklerinin sesine karışan ılık gecelerin refahı gibi.

Çocuklar kadar türküler de bilir, bilir gardaş bilir ağıt yakmanın, karabasana dönüşen kaygının, kaybetmenin, acı çekmenin nasıl bir hüzün barındırdığını. Ateşi avuçlarında söndürmeye meyyal yüreklerin arkası gelmeyen isyanı ki, kar tanelerine benzeyerek tek tek dökülür Cilo dağlarının münferit doruklarına. Canlı hayatına yer vermez, üşütür üşütür; ama sineleri, suçsuz, çıplak göğüsleri yakar yakar kül eyler.

Çocuklar kadar ağaçlar, çimenler, davarlar ve ince ince, büküle büküle akan kaynak suları, yamaçların damında eriyen buzlar da bilir haykırmanın, yıkılmanın, dizleri üstüne çöken bedenlerin karanlığını.

Sevap işleyerek geçirmiştir günlerini; ahşap kapının üzerindeki paslı çivide asılı duran seccadeye yanağını sürerek namazını kılarak eskitmiştir zamanı nineler, dedeler. Ağlamış, eksilmiş, ezilmiş; küsmüş çoğu zaman, atmış içine, istiflemiş yenilgiyi.

Nineler görür, çocuklar görmez; nineler söyler, çocuklar anlamaz. Onlar diplerde, kerpiç yapıların avlusunda, toprağa değdikçe tozlanan plastik topun peşinde, koşar koşar, umudun esintileriyle yoğrulurlar. Zehirli yılanların yuva yaptığı, deliğine girip çıktığı yerden habersiz, oynar bir müddet daha çocuklar.

***

_Berdan nerde Berdan?

_Çalıların arkasındadır başkanım!

_Gene mi tuvalete gitti? Ondaki sürgün bizde yok. Aynı şeyleri yediğimiz hâlde biz niye kabızlıkla savaşıyoruz, anlamadım gitti ha Bedo?

_Baran başkanım, gördün mü, bak bak geliyor!

_Nihayet ha nihayet! Yarım saat oldu, ayıp yahu ayıp! Oğlum Berdan; bundan sonra beş dakika tanıyorum sana, işini hâllet, hemen dön! Faşist TC arkandan mı vursun seni, onu mu istiyorsun?

Yüksek dağların, ulaşılmaz sanılan kayalıkların altındaki düzlükte 250 terörist hizaya geçmiş, başkanları Berdan, Baran ve Şivan'dan komut bekliyorlar eğitim için. Kayalığın kenarında sıraya dizilmiş sırıklarda dalgalanan üç bayrak vardı. Biri ABD'nin, diğeri İsrail'in, bir diğeriyse Türkiye'den de koca bir parça koparıp almayı hedefleyen Büyük Kürdistan'ın sarı, kırmızı, yeşil bayrağı.

Bundan 10 yıl kadar önce Güneydoğulu iyi yetişmiş, eğitimli birini tanımıştım, tanımaz olaydım. Bir gün maç izliyoruz. TV'de Galatasaray'la Fenerbahçe'nin maçı vardı. Galatasaray gol attıkça boynundaki sarı-kırmızı atkıyı öpüp kokluyor, canım canım diyordu. Dönüp sordum: yahu bu kadar çok mu seviyorsun Galatasaray'ı? Cevabı şaşırtıcıydı: Biliyor musun dedi, daha çok renklerinden ötürü tutuyor, seviyorum onu. Sahaya çıktıklarında yeşille birleşen rengin uyumu alıp götürüyor beni. Galatasaray'ın onurlu, vatan tutkunu varlığını, geçmişini, kendi pis arzularıyla birleştirdiği için yolları ayırdım onunla.

Bayrakların üstündeki kayalıklardan gökyüzünün sonsuzluğuna karışırcasına kartallar geçer. Şahinler yuvalarından ayrılır, yavruları için ava çıkardı. Kara kargalar da uçar, gak gak eder; tepelerinden her geçişte Şivan'ın başına pislerlerdi. Galiz küfürler ederdi Şivan, hatta bazen öndeki pkklılardan birinin silahını kaptığı gibi kurşun yağmuruna tutardı kargaları.

_Ey özgürlükçüler; bugünkü eğitim kısa sürecek, biliyorsunuz ki, iki gün sonraki tarih bizler için çok özel bir güne işarettir.

Devam edecekti Berdan, edemedi öfkesinden; çünkü hemen önündeki bir pkklının dizini kaşıdığını görür görmez tepkisini koydu:

_Dik dur lan, eğrilme! Asker dediğin dimdik olur; çivi gibi, sert!

_Arkadaşlar;

Halkımızın kanı, canı için ömrünü, gençliğini bu kutsal dağlarda harcamaya hazır, şehit namırın olmak için annesi, babasını terk eden savaşçılar, dinleyin beni! İki gün sonra önderimiz Apo'nun doğum günü. İçinizde "şimdi duydum, az önce bilmiyordum" diyen varsa el kaldırsın. 250 kişilik pkklının içinde bilmedim, duymadım diyen tek kelle çıkmadı. Üst düzey isimler tarafından kendi doğum tarihleri gibi kuvvetli bir ezberle öğretilmişti her birine Biji Apo'nun doğum tarihi.

_Sadece bu kadar mı?
_Hayır!

Sonra hangi gün en zorlu çatışmaya girip nerede kaç tane şehit namırın verdikleri, Türk askerine ilk operasyonu ne zaman, hangi saatte yaptıkları, kaç TC askerini kendi tabirlerine göre öldürdüklerinin hesabını, kitabını iyi tuttular. İçlerinden hangisine sorarsan sor, bölücülük yolunda motive edici kilit noktaların neler olduğunu bilirler. Üst düzey akılların ağzındaki sloganik çaba pkknın atan kalbini sıcak tutmak, adrenalin yaratmak için önceden üzerinde sıkı çalışılmış bir ders niteliği taşıyordu.

_Arkadaşlar;

Duydum ki içinizde resim yapma yeteneği yüksek, eli kalem, fırça tutabilenler var. Şimdi onları birer adım öne alayım.

Evet, doğruydu. İçlerinde resim yapabilen, özellikle portre çiziminde usta sayılabilecek eller vardı.

Bir, iki, üç...tamı tamına 15 pkklı, bir hışımla öne adım atıp Başkan Baran, Berdan ve Şivan'ın önünde beton kesilip selam verdiler.

Daha önceden yapılan hazırlık; karton mukavva, kalem, boya, fırça, tuval, palet gibi detayların tedarikini içeriyordu.

_Arkadaşlar;

Çok zamanınız yok, bir buçuk gün içinde portrelerinizi teslim alacağız, ona göre yetiştirin dedi Şivan.
Sizlerden özgürlük savaşçısı önderimizin, mücadele kahramanımızın, şu anda hapiste bağımsızlık uğraşı veren liderimizin portresini çizmenizi emrediyorum. Haydi başlayın!

Berdan, Şivan, Baran 235 askerin sıraya girip 100 metredeki hedefi on ikiden vurmaları için nizami bir hareket sağlarken 15 pkklı ise Serok Apo'nun portresini çizmek için kolları sıvamıştı.

235 pkklı sırayla hedefe atış yapıyor, ne mümkün, her atan boşa atıyor. Şıvan çıldırıyor.

_Özgürlük savaşçısı dediğin kişi attığını vurur, sizi kim gönderdi buraya? Size atış eğitimini kim verdi?

İçlerinden birisi patlayan silahın sesinden korkup bayılınca Şivan ayılana kadar dövdü onu.

_Kaldırın, götürün bunu buradan, biriniz kulağının dibinden havaya ateş etsin, bu salak herif kurşunun sesine alışana kadar yerinden kalkmasın.

Baran, 15 pkklının portre çizimleri ne durumda deyip kontrole çıktı. Herkes önderlerinin doğum günü için önderlerine en çok benzemesini hayal ettikleri portreyi çiziyor ve bu işi şevkle zevkle yapıyordu.

Bir gün sonra Şivan, 15 pkklının tamamladığı portre çizimlerini teker teker inceledi.

_Bu oldu, bu olmadı...senin yaptığın sadece çizimden ibaret, benzerlik yok...bunun neresi önderimize benziyor? Kalk bakayım, doğruca atış talimi için sıraya gir!

15 pkklının içinden sırf 5 elin yaptığı portre çizimini beğenmişti. Fakat beşincide dikkatini çeken, celâllenmesine sebebiyet veren açık bir ayrıntı vardı. Serok Apo'nun şimdiki görüntüsünü; bıyığı, sakalı, saçının beyazlamış hâlini kağıda yansıtan genç pkklı, Şivan'dan bir güzel dayak yer!

_ Sen sen, ey duyarsız, mazisi karanlık herif; bu mudur ha bu mu?! Önderimiz bu kadar yaşlı mı, ulan o hiç yaşlanır mı? Ulan biz bayraklarımız, posterlerimizde onun gençliğini, TC askerini kurşunladığı günlerdeki siyah saçı, bıyığı ve sakalını boşuna mı gezdiriyoruz bu dağlarda? Alın alın, alın götürün bunu, atış talimi için sıraya girsin, bir daha da TC askeri öldürmeden karşıma çıkmaması gerektiğini söyleyin!

Kala kala ellerinde 4 tane portre çizimi kaldı. Her çizim Biji Apo'nun gençliğindeki duruşunu yansıtan çizimdi. Bunun üzerine Şivan bir küçük konuşma daha yaptı.

_Arkadaşlar;

Bu çizimlerle hedeflediğimiz ölümsüzlüğü TC'den kopartacağımız illerin merkezlerine yayacağız. Önderimiz Apo'nun yolundan giden, halkımızın nabzını hisseden eş genel başkanımız ve bilhassa TC'nin batı illerinde siyasi gücünü ortaya koyan partimizin talimatıyla böylesi bir girişimi başlatmış bulunmaktayız. TC'nin batı illerinde halkımızın derdini dinleyen, halkımızın yarasına merhem olan siyasi liderlerimizin sanattan anlayan bir kurulu tarafından bu 4 portre çizimi değerlendirilecek, en savaşçı duruş hangisinde varsa onu baz alacak, onun anatomisini tamamlayacaklar. TC'nin batı illerinde durmaksızın çalışan "Bombalarım Türkiye'yi Partisi", yani BTP'miz, önderimiz Apo'nun heykelini dikmek ve dağdaki gerillanın kalem, fikir, düşünce gücünü ölçmek için sizlere büyük bir fırsat sağlamıştır.

_Arkadaşlar; sakın ola ki aklınızdan "Önderimizin onca fotoğrafı dururken gerçeğin kendisi olamamış bu portreler neden baz alınır?" gibi bir yargı geçmesin. Mühim olan sizlerin önderimizi kaleminiz, fikriniz, inancınız, felsefeniz, sosyolojinizde ne derece yaşattığınızdır. Sanırım anlaşılmayan bir şey yoktur?
O hâlde dağılabilir, birkaç saat dinlenebilirsiniz. Sonra Berdan başkanınız atış talimi için sizleri yeni hedeflerinizle buluşturacaktır.

Pkklıların eğitimi sürerken Şivan, Berdan ve Baran silahlarının temizliğini yapıp dağların yüceliğine bakıp ah geçirdiler.

_Yarın şehre ineyim, siz burada kalın, sonra da sırasıyla sizler inersiniz dedi Şivan.

Yarın oldu, Şivan şehre indi çıktı, gezdi dolaştı, saç tıraşını oldu, isyan şarkıları dinleyip tekrar dağlara döndü. Kara kargalar gak deyip her ân başına pisleyecek korkusuyla başını ellerinin arasına aldı. Bu defa kötü şeyler olmadı, kargalar pislemek istediyse de ıskaladılar.

Şivan kayalığın eteğindeki düzlükte yerini alınca Berdan indi şehre, birkaç gün sonra da Baran.
İndi çıktılar, kimselerin ruhu duymadı.

Başka bir gün sürünün arasından geçip şehre inerken kavalını çalan bir çobana rastladı Şivan. İşkillendi, çoban şikayet edebilirdi kendisini, belki de etmişti.
Huzursuz olup kasvete kapılan Şivan durumu Berdan ve Baran'la paylaştı. Acil bir çözüm gerekiyordu. Kökünden sökülecek, kim vurduya gidecek bir çözüm.

Baran'ı pkknın düzeni, tertibi amacıyla dağda bırakıp sarıldıkları otomatik silahlarıyla pusuya yattılar. Aynı çoban, sürüyü güderken birbirlerine göz işareti yapıp bastılar tetiğe, oracıkta öldürdüler masum, ekmeğinin peşinde koşan zavallı çobanı.

Her daim güçlünün dizleri dibinde el pençe duran hainlerin kurşununu yiyerek terk etmişti üç günlük dünyayı. Günahsız bileklerini virüs yüklü yarasaların emeceği aklına nereden gelecekti?

Önceden dağdan kente indiklerinde kimselerin ruhu duymazdı, şimdi durum farklı. İz bıraktı, kokusu, pisliğini bıraktılar arkalarında Şivan'la Berdan.

Zamanla eğitimini tamamlayan pkklıları başka dağlara, başka başkanların emrine yolladılar. Ellerinde 50 kişilik, yarı eğitimli pkklı kalmıştı.

Serok Apo'nun portre çizimlerini siyasi partinin casuslarıyla buluşturup heykelin dikileceği tarih için gün saymaya başlamışlardı ki, saklandıkları kayalığın elli metre sağında sallanır gibi renk veren bir morluk fark etti Şivan.
Berdan'ın omzuna dokunup "gördün mü" dedi. Berdan baktı baktı, göremedi. 50 kişilik pkklıyı eğitmekle görevli Baran'ı çağırdılar. Görüyor musun, orada bir şey mi var? diye sordular. Baran da hiçbir şey görmediğini, Şivan'ın tedirginlikten kaynaklanan hayali şeyler ürettiğini düşündü.

Serap olamaz, düş, hayal ne derseniz deyin bu, gerçektir. Orada birileri var deyip bir daha baktı, bir şeylerin kıpırdadığını, kıpırdayan morluğun insan olabileceğini düşündüğü şey yoktu yerinde. Ayağa kalktı, Baran'a 50 kişilik pkklının yerlerini almasını, el tetikte beklemesini emrettiği sırada duyuldu silah sesleri. Baran silahına davranamadan alnından vuruldu, elli kişilik pkklı grup, keklik gibi avlandı. Şivan silahını alamadan Berdan'ın önüne geçerek attı kendini boşluğa, metrelerce yuvarlandı. Berdan silahını kaptığı gibi Şivan'ın peşinden yuvarlanırcasına kattı kendini sarp arazinin kaygan yüzeyine, otlarla birleşen taşlıkta, bodur düzeyindeki bitkilerin arasında yara bere içinde saklanak yer aradı. Şivan önündeki çukurda hareketsiz, Berdan geride; Türk askeri peşlerinde... Kaçarken karambole ateş ediyor Berdan. Şivan hareketsizliğini mi koruyor yoksa?..

_ Hey Şivan hey hey! Şimdi bizi de avlayacak faşist TC'nin askerleri! Hey Şivan, taşıdığın sonsuz korkaklık yüzünden yem olacağız faşist TC'nin askerlerine!

Berdan, Şivan'ın suratına tükürmek istedi, silahını çekip vursa kendince haklıydı. Ne düşlediyse ne yaptıysa kâr etmedi. Kâr etmedi; çünkü kaçmaya başladığı ilk anda yemişti sırtından kurşunu Şivan ve yuvarlanıp Berdan'ın önüne yüzüstü düşmüştü. Orada fark etti öldüğünü, teslim olmak ölmekten beterdi. Bu sebeple tam Türk askeri ele geçiriyordu ki onu, silahını çenesinin altına yerleştirip gürüldeyen sesle intiharın çıkmazına savurdu tenini Berdan. Ne taşlar yerinden oynadı ne bağlar, yok olup gittiler.

Hangi dağın uçurumları böyle rezillik gördü demeyin, görüyor işte! Yıllarca kirletmedikleri yalçın yokuş, arazi, vadi bırakmadılar doğuda. İnsanı yaşatmayı değil, öldürmeyi çözüm bilerek memleketin başına her türlü çorabı örmeye ant içtiler. Kentlere geldi; yedi, içti, doymadılar. Ağaların, feodal sistemin, aşiret düzeninin girdabından kurtulmayı denemedi, köylerdeki halkı sömüren vurucu kırıcı, acımasız düzenin, feodalitenin kuklası olmaktan vazgeçmediler. Öldü gittiler, geride hainlikten gayri hiçbir damgaları kalmadı.

**

Lisedeyken hocamız anlatmış, tüylerimiz diken diken olmuştu duyduklarımız karşısında.
Hocamızın anlattıklarını kendi üslubum dahilinde aktarayım:

Yedek subay olarak gittiğimizde Hakkâri'ye güz mevsiminin son aylarıydı. 6 ay vardı önümüzde, 6 ayı tamamlamıştık sıkıntısız. Ne zaman tuzak kuracaklar karakola, nereden baş verecekler, belli olmuyordu. Fare gibi tırmalayıp çok kez kaçmışlardır. Yalnızlaşınca ödleri patlar, o yüzden grup hâlindedirler. Korkaktırlar, iyi saklanır, fırsat kollarlar. Bir kimse ne denli korkaksa kendini o denli ürpetiyle gizler. Aynen öyleydiler.

Erkekçe dövüşmekten imtina etmeleri, kayıp sayılarını asgari seviyede tutmaları yanında, korkak olduklarından ileri geliyordu. Başardıkları görülmemiştir, şayet başarsalardı istedikleri Amerikancı, sözde bağımsız düzen çoktan kurulmuş olurdu.


Çatışmaya girdik, iki şehit verdik, ağlayacağız; fakat sırası değildi, az kalsın ölüyorduk, ölmedik, ölsek şehit düşecektik, vatan sağ olsun diyecektik. Razıydık; ama karşımızdakileri yok etmeden ölmek haramdı bize, çatıştık durduk, mermi sesleriyle parçalandı dağlar, ey güzelim dağlar, bu şerefsizlerin kancık yüzüyle temas edişiniz kahrediyor bizi, suç sizin değil, suç şehirdeki köpeklerinin, insanlıktan dem vurup çoluk çocuğu öldürme emrini veren siyasilerinindir. Yurt dışı destekli câni sürülerinden aldıkları emrin bitmek bilmeyen gereksiz intikam eylemlerinindir. Ey güzelim dağlar; sizi bunların, bu ruhsuzların elinden biz kurtaracağız: âsil, yüce Türk askeri kurtaracak!

İndirdik sonunda her birini, cesetleri görmek için gittik. Bir ceset vardı ki dikkatimi çok çekti, eğildim, yakından baktım. Bu surat dedim, bu adam üç gün evvel çarşıda tıraş olduğum berberdi, evet evet, o idi.
Yalan yok, şaşırdım, nasıl yaparsın bunu dedim.

_Kimdi, halkın kendisi miydi o adam hocam?

O adam ve diğerleri halkın kendisi değildi. Belli ki işe güce ihtiyacı yoktu, kazanmıştı kazanacağını. Bağlantılı oldukları eller tarafından dağa sürülüyor, şehre dönüyor gençlerin aklını çeliyor, halkın tamamında terörist algısı yaratmayı deniyorlardı.

Onların nazarında halkın bütününün hainlikle etiketlenmesi emelleri için belki en vurucu darbenin kendisidir. Hain olmayı, kötü etiketi doğrudan ya da dolaylı reddedenleri kurşuna dizdiklerini, infialin boyutunu değiştirdiklerini de biliyoruz. Vatansever halkı, kesinkes ayırmak, baş tacı yapmak gerek, biz Türk askeri ve halkı olarak bunu zaten yaptık, bundan sonraki atılımımız da hep böyle sürüp gidecektir.

Kandırılan, bir hiç uğruna dağlara çıkartılanların bilmediği çok şey var. Önderleri kebap gibi hayat yaşarken korunaklı sahalarda korumalar eşliğinde ölümcül talimatlar verirken talimatı alanlar böcekler gibi ölürken ölümün üzerinden şehitlik elbisesini pkklılara özgü, genel bir yas havasıyla giydirip yurdun dört yanına yaymaya çalıştılar.

Gözümüzün içine içine sokmaya yeltendikleri, akbabaların koparıp koparıp yediği cesetlerini güya ülkemizde haksızlığa uğrayan belli bir kesim için yaptıklarını söyleyip durdular. Kayalıkların arkasına saklanıp omuzlarındaki Rus, Amerikan menşeli silahlarla sözde özgürlük savaşçısı kimliğiyle yaşamayı layık gördüler kendilerine. Hayatta hiçbir şey üretemeden onlarca kütükten bir kürdan bile yapamadan başkalarının gazıyla gücüyle istiklâl naraları attılar. Dünyaya bin kez daha gelseler, milyar tutarında nefes solusalar da yine korka korka, sırtlan sürülerine benzer biçimde, bir ileri iki geri yapıp parazit gibi yaşamayı başarırlar, hepsi bu.

Halkı kinle asılsız didinmelerle bölmeye kalkanların derdi Kürt, Kürtlük olmamıştır. "Pkk Türkiye açısından bir tehdit olmaktan çıkarılmalıdır" diyen eş genel başkanlarının, halka yalandan barış çığlığı atmalarını salık verenlerin utanıp sıkılmadan demokrasi, eşitlik, hak hukuk, insanlık dersi öğretmeye kalkanların perde arkasında ne tür bir canavarı besledikleri gerçeğini bebekler, çocuklar, yetişkinler üzerinden belge belge ortaya koyup:


1) 20 Haziran 1987

Mardin'in Ömerli'ye bağlı Pınarcık köyünde 16'sı çocuk, 6'sı kadın toplamda 30 kişiyi

2) 21 Eylül 1987

Şırnak'ın Güneyce Köyü Çiftekavak Mezrasında 2'si hamile, 5'i kadın, 4'ü çocuk 11 kişiyi

3) 10 Ekim 1987

Şırnak'ın Çobandere mezrasında 9 kişiyi yaralayıp yaşlı, kadın ve çocuk olmak üzere 13 kişiyi

4) 18 Ağustos 1987

Siirt'in Eruh ilçesine bağlı Milan mezrasında aralarında 3 ve 6 günlük bebeklerin de bulunduğu 25 kişiyi

5) 7 Mart 1987

Mardin'in Nusaybin ilçesi Açıkyol Köyünde 6 'sı çocuk 8 kişiyi

6) 8 Temmuz 1987

Mardin'in Midyat ilçesine bağlı Yuvalı Köyü Haraberk mezrasında 7'si çocuk, 2'si kadın 9 kişiyi

7) 8 Temmuz 1987

Şırnak'ta 16 kişiyi

8) 28 Mart 1988

Şırnak'ta boğarak 9 kişiyi

9) 21 Mart 1990

Elazığ'da 9'u mühendis 1'i işçi 10 kişiyi

10) 10 Haziran 1990

Şırnak'ta 27 kişiyi

11) 22 Temmuz 1991

Mardin'de 19 kişiyi

12) 1 Ekim 1992

Bitlis'te 30 kişiyi

13) 22 Haziran 1992

Batman'da 10 kişiyi

14) 11 Haziran 1992

Bitlis'te 13 kişiyi

15) 5 Temmuz 1993

Erzincan'da 33 kişiyi

16) 18 Temmuz 1993

Van'da 24 kişiyi

17) 21 Ekim 1993

Siirt'te 22 kişiyi

18) 1 Ocak 1994

Mardin'de 21 kişiyi

19) 1 Ocak 1994

Elazığ'da 8 kişiyi

20) 1 Ocak 1995

Diyarbakır'da 20 kişiyi

şehit edenler kimdi, pkk değil miydi diye sormak gerekmez mi?
O hâlde "Pkk Türkiye açısından bir tehdit olmaktan çıkarılmalıdır" diyebilir miyiz?

Dahası da var, mesela İstanbul'da gerçekleştirilen, ölümlere sebep olan bombalı katliamları yazmadım. Mesela Mehmetçik şehit ve yaralı sayımızı yazmadım.

Buradaki şehitlerimizin belki tamamı Kürt kökenliydi. Kaldı ki bu ülkede benim kadar hakka hukuka sahip, demokrasiden yararlanabilen, derdini söyleyebilen vatandaşlardı. Maksadım ırkçılık, köken ayrımı yapmak değil, hayatımda kimseyi ayırmadım, sadece kim ve nereli olduğumu bildim, TÜRK kimliğimle her daim gurur duydum, bunun adı kökencilik, ırkçılıksa ırkçıların önde gideni olmaktan gurur duyarım!


Bombalarım Türkiye'yi Partisi(BTP) ve eş genel başkanı : "Pkk Türkiye açısından bir tehdit olmaktan çıkarılmalıdır" diyerek neyi garanti edebilir? BTP'nin Kürtlerin hakkını aradığından, Kürtleri savunduğundan bahsettiler, bahsediyorlar ya o yüzden yazdım, şu yukarıdaki tarihlere bakıp kurşunlara dizilip şehit edilen yurttaşlarımızın katili Rus, İngiliz, Fransız...askeri miydi diye karar versinler!

Bütün bu kayıplardan sonra Serok Apo'nun heykelini nereye diksek?

Her sivil şehidimizin, her şehit çocuğumuzun mezarı önüne birer tane diksek yeterli mi?
Yoksa Diyarbakır'a bir tane, Ankara'ya da bir tane mi diksek?


Engin Yeşilyurt
2 Ağustos 2015
×
Yayınımıza abone olun

Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.

TÜRK SİYASETİNİN YENİ ÖRGÜTLENME MODELİNDE DEĞERLE...
Dil ve Edebiyat

İlgili İletiler

 

 Galeri

 Blog Takvimi

Lütfen takvim görünümü hazırlanırken bekleyin