Hekim Hareketi ve “Müjdeler” Üzerine Değerlendirme

Giriş

Bir müddettir sağlık sektöründe yaşanan gelişmelere şahit oluyoruz. Bu gelişmeleri hem bir hukukçu olarak meslekî bir ilgiyle hem de bir hekim eşi olarak yakından takip ediyorum. Bugün cumhurbaşkanı tarafından açıklanan "müjdelere" de değinmek suretiyle yaşanan gelişmelere dair birkaç hususta fikirlerimi ifade etmek istiyorum. Bilvesile tüm tabiplerimizin 14 Mart Tıp Bayramı'nı (hak mücadelesindeki hekimlerimizin bayramını iki kere) tebrik ediyorum.

Her şeyden önce ifade etmek gerekir ki burada ifade edilecek olan sorunlar yalnızca hekimlerin değil, tüm sağlık çalışanlarının bir şekilde karşılaştıkları problemlerdir. Hekim ve hekim dışı sağlık çalışanları arasında yaşanan çatışmalar bu yazı boyunca paranteze alınacaktır. Ancak biz yakından şahit olmamız ve takip etmemiz dolayısıyla sorunları hekim süjesi üzerinden değerlendireceğiz. Uygun görüldüğü yerlerde fikirlerimiz analoji yapılmak suretiyle hekim dışı sağlık çalışanlarına da teşmil edilebilir.

Hekimler Ne İstiyor?

Yaşanan gelişmeleri daha sağlıklı analiz edebilmek için öncelikle hekimlerin taleplerini iyi anlamak gerektiğini düşünüyorum. Hekimlerin başlıca sorunları dört başlık altında toplanabilir: 1- Sağlıkta şiddet, 2- Malpraktis (tıbbî uygulama hatası) tazminatları, 3- Özlük hakları, 4- Maaş iyileştirmesi.

Bu başlıklara ilişkin kapsamlı incelemeyi birazdan aşağıda yapacağız. Şimdilik bu başlıkları kısaca ifade edecek olursak; ilk başlık olan sağlıkta şiddet başlığı hekimlerin en öncelikli sorunu olarak tebarüz etmektedir. Görevi başındaki hekimlere yönelen sözlü veya fiziksel saldırılar hekimlerin görevlerini yapmalarını engellediği gibi hekimlerin insanî standartlarda çalışma hakları önünde de bir engel teşkil etmektedir. İkinci başlık olan malpraktis tazminatları hekimlerin tıbbî müdahalede bulunurken hukukî güvenliklerini tehdit etmekte bu sebeple kamu imkânlarının verimsiz kullanımına sebebiyet vermektedir. Üçüncü başlık olan özlük hakları başta maaşların tek kalemde ve emekliliğe etki edecek şekilde düzenlenmesi olmak üzere 36 saate varıncaya kadar süren gayriinsani nöbetlerin kaldırılması gibi hususları da içeriyor. Son olarak halk nazarında afakî ücretler aldığı sanılan hekimlerin cumhurbaşkanı tarafından da bizzat itiraf edildiği üzere en düşük devlet memuruna yakın bir ücret almalarına yönelik itirazları ve maaş iyileştirilmesi taleplerini içeriyor.

İş Bırakma Eylemleri Üzerine

Hekimlerin uzunca süredir devam eden talepleri neticesiz kalınca 2022 yılının başı itibariyle hekimler sendikalaşmaya ve çeşitli günlerde iş bırakma eylemleri yapmaya başladılar. Hekimlerin iş bırakma eylemleri gerek halk nezdinde gerekse hekim camiası içerisinde hekimlerce ayrışmalara sebebiyet vermiştir. Bir grup hekimlik mesleğinin tabiatı gereği iş bırakma eylemlerinin mağduriyetlere sebebiyet vereceğini düşünürken diğer bir grupsa anayasal bir hak olan bu eylemleri bir metot olarak kullanmayı tercih etti.

Her şeyden önce grev ve iş bırakma bir anayasal haktır. İşçi ve memurlar maddî ve manevî olarak uygun olmadıkları düşündükleri şartlarda çalışmaya zorlanamaz ve bu şartları değiştirmek üzere protesto hakkına sahiptirler. Bu protestolar sayesinde kamuoyunun dikkati sorunlar üzerine çekilir, işveren veya devlet sorunları çözmeye zorlanır. İş bırakma ve grev eylemlerinin niteliği gereği insanlar bu eylemlerden mağdur olabilirler ancak bu mağduriyet kabul edilebilir düzeyde kaldığı müddetçe demokratik toplumun süjelerinden bu eylemlere saygı duyması beklenir. (Bu konuda yazmış olduğumuz bir blog yazısı mevcuttur: Demokrasi, Sivil Toplum ve Grev)

14, 15 ve 16 Mart tarihlerinde yapılacak olan iş bırakma eylemlerinden önce Sayın Sağlık Bakanı tarafından hekimlere bir mesaj gönderildi. Sayın Bakan bu mesajında hekimlik mesleğinde yapılan iş bırakma eylemlerinin hastaları objeleştireceği ve mağdur edeceği yönünde talihsiz bir değerlendirmede bulundu. Anayasal bir hakkın kullanılmasını engellemeye yönelik bu mesajdaki manevi baskıyı bir kenara koyalım… Objektif olarak da Sayın Bakan'ın değerlendirmesi yanlıştır. Zira yalnızca hekimlik değil, herhangi bir meslek kamu hizmeti için yapılır. İnsan tabiatı itibariyle sosyal hayat içerisinde bir canlıdır ve her insanî meslek bir yönüyle kamusaldır. Dolayısıyla mağduriyetlerin yaşanmasının iş bırakma eylemi yapılmaması için bir gerekçe olarak düşünülmesi esasında iş bırakma eyleminin içini boşaltan ve bu eylemleri yapılamaz kılan bir bakış açısını ifade etmektedir. Öğretmen iş bırakırsa öğrenci mağdur olur, fırıncı iş bırakırsa ekmek yiyen insanlar mağdur olur, toplu taşıma sektörü iş bırakırsa bu vasıtaları kullanan vatandaş mağdur olur. Zaten iş bırakma eyleminin cebri tarafı da bu mağduriyetlerde tebarüz eder. Mühim olan bu vasıtaların demokratik toplumun ölçütlerine uygun şekilde yapılması, ortaya çıkacak mağduriyetlerin ölçülülük ilkesine uygun olmasıdır. Hekimler tarafından yapılan iş bırakma eylemlerinde de acil servislerin (kimi zaman yeşil alan dışında), yoğun bakım ünitelerinin çalışması söz konusu hassasiyetlerin gözetildiğini göstermektedir. Bu durumda tüm diğer meslekler gibi hekimler de anayasadan ve ulusalüstü diğer insan hakları sözleşmelerinden kaynaklanan hak taleplerini dile getirmek üzere pek tabii ki iş bırakma ve grev eylemlerinde bulunabilirler.

Cumhurbaşkanının "Müjdeleri" Ne Anlama Geliyor?

Geçtiğimiz hafta cumhurbaşkanı tarafından hekimlere "giderlerse gitsinler" şeklinde bir çıkış yapılmıştı. Cumhurbaşkanının bu çıkışının hekimler arasındaki eylemlerde kararsız büyük bir çoğunluğu eylemler lehine konumlandırdığı görüldü. Cumhurbaşkanı bugün Tıp Bayramı vesilesiyle yapmış olduğu konuşmasında bir takım "müjdeler" açıkladı. (Bu müjdelerin henüz kanun taslağı şeklinde bir görünümü mevcut olmadığı için değerlendirmeler cumhurbaşkanının açıklamalarından anlaşılabildiği kadarıyla yapılacaktır. Ve cumhurbaşkanı tarafından bu vaatler "müjde" olarak ifade edildiğinden biz de lafı uzatmadan müjde diyeceğiz.)

Her şeyden önce usule dair birtakım sözler söylemekte fayda var. Tabii Türkiye'de artık bunların ne kadar anlamı olduğu muallak, ancak demokratik toplumlar aynı zamanda müzakere toplumlarıdır. Hak talebi olan bir kesimin talepleri tarafların davetli olmadıkları bir toplantıda bahşedilmek suretiyle "müjdelenmesi" demokratik sistemle pek uyumlu bir yaklaşım değildir. Her ne kadar kimi hekim ve sağlık personelleri toplantıda hazır bulunsalar da çok sayıda hekimi temsil etmekte olan ve bu eylemlerde ön plana çıkan sendika temsilcilerinin toplantıda hazır bulunmamaları ve söz hakkı verilmemiş olması bir demokratik düzene uygun bir tavır değildir. Osmanlı'da halk tebaa idi ve Padişah birtakım hakları "bahşediyordu". Cumhuriyet rejiminde demokratik hassasiyetleri olduğunu da çeşitli vesilelerle dile getiren sayın cumhurbaşkanının bahşetme usulüne benzer bir yaklaşımla birtakım yasal düzenlemeler yapılacağını kendi tabiriyle "müjdelemesi" kanaatimizce pek uygun olmamıştır.

Esasa girmeden önce ifade edilmesi gereken bir diğer husus cumhurbaşkanı tarafından yapılan vaatlerin mevcut aşamada hekimlerin hak taleplerini karşılamamış olup yalnızca bir vaadi ifade etmesidir. Şayet bu vaatler bir seçim vaadi olarak kalıp 2023'ü bekleyecekse söylenen sözlerin pek de bir ehemmiyeti yoktur, sadece bir temenni olarak telakki edilip ciddiye alınmaması gerekir. Bu sebeple behemehal somut adımların atılması gerekmektedir.

Cumhurbaşkanı tarafından duyurulan müjdelerden ilki kasten yaralama suçlarının CMK'da tutuklamaya ilişkin sayılan katalog suçlardan biri hâline getirilmesi. Söz konusu vaat gerçekleşirse sağlık personeline yönelik yaralama fiillerinde kuvvetli suç şüphesini gösterir somut delillerin mevcudiyeti hâlinde şüphelinin kaçması, delil kararma şüphesi ve diğer CMK 100/2'de sayılan tutuklama nedenleri aranmadan var kabul edilerek tutuklamaya karar verilebilecektir. Her şeyden önce 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu'na sonradan yapılan düzenlemelerle eklenen ek 12'inci maddesine göre zaten bu suç katalog suçlardan bir tanesidir. Dolayısıyla cumhurbaşkanının müjde diye sunduğu şey zaten mevzuatımızda mevcut olan, var olan düzeni değiştirmeyen bir vaat(?)tir. Bununla birlikte şayet yeni olduğunu varsaysaydık bile, öncelikle hekimlere yönelen şiddet yalnızca yaralamadan ibaret değildir. Hakaret ve tehdit gibi eylemler de hekimler üzerinde ağır bir şiddet yükü olarak durmakta ancak söz konusu müjdede bu husus gözden kaçmaktadır. Bununla birlikte söz konusu vaade ilişkin talepler esasında hekim sendikalarının bir talebi olup biz hukukçular tarafından yanlış bulunan bir talepti. Zira her şeyden önce tutuklama muhakemenin sıhhatini korumaya yönelik istisnai bir tedbirdir ve hukuk mantığının beklentisi bir an önce muhakemenin yapılarak şüpheli/sanık hakkında hükmün verilmesi ve hükmün icra edilmesidir. Yoksa tutukluluk çoğu zaman masumiyet karinesinin ihlâli anlamına gelecek şekilde bir cezalandırma metodu olarak kullanılmaktadır ki bunun hukukî düşünceyle bağdaşır tarafı yoktur. Söz konusu düzenlemenin kanaatimizce sağlıkta şiddet olaylarına çözüm olması mümkün olmadığı gibi hukuk biliminin araştırmalarına da ters düşen bir durum ortaya çıkacaktır. (Küçük bir not, bu hüküm yakın zamanda AYM'nin önüne somut norm denetimiyle birlikte gitmişti, ancak AYM bu hükmün "eşitlik ilkesine aykırı olmadığına" hükmederek başvuruyu reddetmişti.) İlk müjde olarak sunulan bu vaat esasında var olan durumu pratikte değiştirmeyen aynı zamanda sorunu da çözmeyecek bir durumu ifade etmektedir. Bu yönüyle pek müspet bir vaat olduğunu ifade etmek mümkün görünmemektedir.

Cumhurbaşkanı tarafından duyurulan ikinci müjde meslekî sorumluluk kurulu oluşturularak malpraktis davalarının bu kurulun incelemesine tâbi tutulması ve malpraktis sorumluluğunda kasıt şartının aranmasıdır. Böylece artık tıbbî hatadan kaynaklı tazminat davalarında öncelikle devlet tarafından tazminat ödenecek, müdahaleyi yapan hekime yapılan tıbbî müdahale yanlışlığında kastın mevcut olması hâlinde rücu edilebilecektir. Esasında bizce de bu gerekli bir yasal düzenlemedir. Zira hekimler üzerindeki malpraktis tehdidi hekimlerin görevlerini layıkıyla yapmasının önünde önemli bir engeldi. Malpraktis riskine karşı hekimler gerekli olan olmayan tüm tetkikleri istiyor hâliyle bu hem hastalar açısından hem hekim açısından hem de kamu açısından verimsiz bir sağlık hizmetine sebebiyet veriyordu. Kanaatimizce bu vaadin gerçekleşmesi olumlu sonuçlara sebebiyet verecektir.

Cumhurbaşkanı tarafından ilân edilen üçüncü müjde hekim aylıklarının tek bir bordro ile yapılacağı müjdesidir. Esasında bu müjdenin de hekim haklarına yönelik bir iyileştirme olduğu söylenebilir. Öncelikle bilmeyenler için mevcut durumu tasvir etmek gerekirse, hekimler maaşlarını yaklaşık altı kaleme bölünmüş vaziyette alıyorlar. Bu ödemelerden temel ücret diğer devlet memurları gibi ayın 15'inde yatırılırken geriye kalan nöbet, sabit ek ödeme gibi ücretler belirsiz tarihlerde yapılıyor. Bu durum hem hekimlerin mali öngörülebilirliğini olumsuz etkilerken hem de emekliliğe etki eden ücretinin temel ücret üzerinden hesaplanmasına ve hekimlerin neredeyse en düşün memur maaşıyla emekli olmalarına sebebiyet veriyor. Vaat edilen müjde gerçekleşirse hekimlere tek kalemde ödeme yapılacak, yapılan ödemeler emekliliklerine etki edecektir. Dördüncü müjde de aynı şekilde emekli olmuş hekimlerin de bu üçüncü müjdeden yararlanması olarak duyuruldu. Esasında bu da oldukça akla ve hukuk mantığına uygundur. Zira emekli olanların dahil edilmediği böyle bir düzenlemede eşitlik ilkesine aykırı bir durum ortaya çıkacak ve muhtemelen AYM tarafından da eşitliğe aykırı olduğu gerekçesiyle düzenleme anayasaya aykırı olarak değerlendirilecekti. Söz konusu iki müjdeyi birlikte göz önüne alarak olumlu bir gelişme olarak değerlendiriyoruz.

Beşinci düzenleme aile hekimlerinin temel ücretinde artış yapılacağı müjdesidir. Tüm hekimlerin ücret artışı gibi bir beklentiye sahip olmalarıyla birlikte aile hekimleri için durum biraz daha fazla önem arz ediyordu. Zira aile hekimleri adeta bir işletme gibi sekreterlerine, hemşirelerine kazançları üzerinden maaş veren ilginç bir memuriyet tipini teşkil ediyor. Bu ücret iyileştirmesinin de muğlak olmakla birlikte hekimler için olumlu bir gelişme olduğu ifade edilebilir.

Tüm bunlar ifade edildikten sonra söz konusu müjdelerin ne zaman yasalaşacağı ve esasa ilişkin ayrıntılarının ne şekilde olacağına ilişkin somut bir verinin paylaşılmamış olması endişe vericidir. Eylem yapmakta olan ve bir önce hem kendileri hem de hastaları için görevlerine dönmek arzusunda olan hekimlerin hak taleplerinin bir an önce kanunlaşarak sorunların çözülmesi gerektiği kanaatindeyiz. Yine yukarıda ifade ettiğimiz gibi bu müjdeler seçimden sonrasına bırakılacak bir seçim vaadiyse bir anlam ifade etmeyecektir.

Talepler Karşılandı mı?

Yukarıda hekimlerin taleplerini dört başlık altında ifade etmiştik. Cumhurbaşkanının müjdelerini bu taleplerle karşılaştırdığımızda bir iyileşmenin vaat edildiğini ancak taleplerin tam anlamıyla karşılanmadığını görmekteyiz.

Her şeyden önce sağlıkta şiddet sorununu çözmek için zaten var olan bir yasal düzenlemenin vaat olarak sunulmuş olması bir çelişkidir zira vaat edilen şey mevzuatta olduğu hâlde sorunu çözmekte yeterli olamamıştır. Üstelik sorunu çözmesi mümkün de değildir. Zira sorun organizasyonun kendisinden kaynaklanmaktadır. En ufak bir nezlede veya yıllardır devam eden kronik bir ağrıda acil alana müracaat edebilen ve böylelikle lüzumsuz iş yükü yaratan, polikliniklerde beş dakikada bir randevu veren ve arada randevusuz hastalara da bakılmasını dayatan bir organizasyon şeması içerisinde şiddet kaçınılmazdır. Yakınlarının sağlığından endişe eden insanlar adrenalini yüksek bir şekilde en iyi muameleyi talep etmektedirler. Ancak mevcut iş yükü altında böyle bir hizmet verilebilmesi mümkün değildir. Bu durum hekim ile hastayı tabiatıyla karşı karşıya getirmektedir. Elbette bu iyiniyetli hastayla yaşanan sorun, bir de diğer taraftan -belki de çağın bir hastalığı olarak- insanların ben-merkezciliği eklenince kalp krizi geçirmekte olan doktora "ama benim randevum vardı" diyecek hastaların ortaya çıkması kaçınılmaz oluyor. Üstelik 24 saat, 36 saat gibi gayriinsani sürelerde nöbet tutan sağlık çalışanlarının nöbetlerinin sonlarına doğru bıkkınlık göstermeleri, nöbet başındaki enerjilerini koruyamamaları da bu sorunu tetikleyen sebepler olarak sayılabilir. Bu listeyi uzatmak mümkündür. Sağlıkta şiddet sorununu çözmek ve sağlık organizasyonu tanzim etmek adına atılabilecek sayısız adım varken hiçbir faydası olmayacak bir vaatte bulunulması bizce talihsiz olmuştur.

Hekimlerin ikinci talebi malpraktise yöneliktir. Bu talebin kısmen karşılandığı söylenebilir. Zira artık kasten olmadıktan sonra tazminatlar devlet tarafından ödenecektir. Bu olumlu bir gelişmedir fakat malpraktis sorununun yalnızca hekim yönünden bir iyileştirilmesi olarak değerlendirilebilir. Diğer taraftan hastanın da malpraktise uğrama ihtimalinin azaltılması bizce sağlık hakkının bir gereğidir. Bu ihtimali azaltmanın yolu da tabiatıyla hekimlerin çalışma şartlarının iyileştirilmesinden geçmektedir. Zira yukarıda ifade ettiğimiz üzere 24-36 saat nöbet tutan bir hekimin nöbet sonundaki dikkati nöbet başındaki dikkatiyle aynı olmayacaktır. 24 saat nöbet tutan bir hekimin 1'inci saatinde muayene olan bir hastanın aldığı sağlık hizmeti ile 22-23'üncü saatlerinde muayene olan bir hastanın alacağı sağlık hizmetleri elbette ki nitelik olarak çok farklıdır. Yine beş dakika sürede yapan bir muayene ile örneğin on beş yirmi dakikada muayene edilen hastaya yapılan muayenelerin niteliği bambaşkadır. Dolayısıyla çalışma saatlerinin iyileştirilmesi hem sağlık maliyetini düşürecek hem hekimleri malpraktis sorumluluğundan kurtaracak hem de hastaların aldığı sağlık hizmetinin kalitesini arttıracaktır. Böylece kamu hizmeti daha verimli hâle getirilebilecektir. Organizasyon şemasına yönelik bir düzenleme yapılmamış olması bu başlık altında da bir talihsizlik olarak değerlendirilmekle birlikte taksirli malpraktis sorumluluğunun ortadan kaldırılması hekim kazanımı olarak değerlendirilebilir.

Hekimlerin üçüncü talebi olarak özlük haklarına yönelik iyileştirme talepleri ifade edilmişti. Cumhurbaşkanının müjdelerinden maaşların tek kalemde ödenmesi özlük haklarına ilişkin bir iyileşme olarak görülebilir. Ancak çalışma şartlarının insanileştirilememiş olması hâlen bir sorun olarak hekimlerin karşısında durmaktadır. Sevk zincirindeki sorunlar, hastane içerisindeki mobing, sağlık personelleri arasında yakın bir dönemde yine cumhurbaşkanının bir açıklamasından sonra ortaya çıkan ve giderek büyüyen çatışmalar gibi pek çok sorun varlığını devam ettirmektedir. Hastaların aldıkları sağlık hizmetlerinin kalitesizleştirilmesi bir tarafa, bir insan olan hekimlerin de insanî şartlar altında çalışmaları en temel hakları olarak telakki edilmelidir.

Son olarak hekimler ücretlerinde iyileştirme istemektedirler. Gerçekten de yakın zamanda bizzat cumhurbaşkanı tarafından hekim maaşlarının asgari 8 bin lira olduğu azami ise 25 bin liraya kadar çıkabildiği itiraf edilmiştir. Böylelikle kamuoyu hekim maaşlarının sanıldığı gibi afaki olmadığını bizzat cumhurbaşkanının ağzından duymuştur. Bugün en düşük devlet memuru maaşı 6 bin 800 liradır. Hâliyle üniversite sınavında bölüm bazında en yüksek puanla girilebilen ve 6 yıllık bir eğitim neticesinde mezun olunabilen zor bir fakülteden mezun olan hekimler, üstelik zor çalışma şartları da dikkate alındığında en düşük devlet memuru maaşından 1200 lira (100 dolar bile olmadığına dikkatinizi çekerim ya da bir depo mazot almadığına!) farkla çalışmaya isyan etmektedirler. Cumhurbaşkanının müjdelerinde bazı işaretler söz konusu olsa da net bir müjde mevzubahis değildir. Bununla birlikte unutulmaması gerekir ki ülkedeki enflasyonun artan eğrisi mevcut olduğu hâlde herhangi meslek grubuna yapılacak herhangi bir iyileştirmenin pek de bir anlamı bulunmamaktadır. Dolayısıyla bizce herhangi bir meslek için yapılan herhangi bir maaş iyileştirmesinin mevcut ekonomik konjonktürde ve mevcut enflasyon altında pek de bir anlamı yoktur. Kaldı ki hekimler için (insanî şartlarda şiddete maruz kalmadan çalışabilmek gibi!) maaştan çok daha önemli ve acil talepler söz konusudur.

Sonuç ve Değerlendirme

Öncelikle bir vatandaş, daha sonra hukuk felsefesi ve sosyolojisi üzerine çalışan hukukçu bir akademisyen olarak bir hak talebi olarak ortaya çıkan hekim hareketini meslekî bir ilgiyle takip etmekteyim ve takip etmeye devam edeceğim. Hekimler Türkiye'nin aydın meslek gruplarından bir tanesi olarak hak mücadelesinde öncülük etmektedirler. Henüz istenilen seviyede olmasa bile mücadelenin ilk meyvelerinin oluştuğu ifade edilebilir. Biz henüz hekim hareketleri başlamadan önce de hekimlerin grev ve iş bırakma eylemleri yapmaları gerektiğini düşünüyor bunu her ne kadar akademik ve resmî kanallarla olmasa da bulunduğumuz ortamlarda sözlü veya yazılı olarak dile getiriyorduk. Zira demokratik toplumlar bahşetmelerin toplumu değildir. Demokratik toplumda gruplar, sınıflar kamuoyu önünde taleplerini dile getirirler, iktidar mekanizması üzerinde baskı yaratırlar ve taleplerini böylece elde edebilirler. Demokrasi yalnızca beş yılda bir sandıkta yönetici elitin seçildiği ve sonra bir sonraki seçime kadar tebaa olarak yönetici sınıfa tâbi olunan bir yönetim sistemi asla değildir. Türkiye'nin daha demokratik bir toplum olabilmesi için sivil toplumun daha aktif olması gerektiği kanaatindeyiz. Devlet yönetimi demokratik bir rejimde -seçilmiş de olsa- birtakım yönetici elite bırakılamayacak bir güçtür. Sivil toplum mekanizmaları her an devlet yönetimine bilfiil katılarak iktidarı denetlemeli ve toplumsal organizasyonun şekillenmesine hizmet etmelidirler. İşte bu sebeple biz hekim hareketini önemsiyoruz.

Umarım öncelikle hekimler için asgari düzeyde insan onuruna yaraşır bir meslek şartları tesis edildikten sonra hasta, hekim ve kamu üçgenindeki tüm taraflar için ideal bir sosyal organizasyon tanzim edilebilir. Gelişmeleri merakla bekliyorum!

Pirali Çağrı ŞENSOY

14.03.'22

×
Yayınımıza abone olun

Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.

KANDEMİR KONDUK VE HAYAT DERSİ
Helva neden olmuyor?

İlgili İletiler

 

 Galeri

 Blog Takvimi

Lütfen takvim görünümü hazırlanırken bekleyin