Kelimelerin boğulduğu tütsüde sevmiştim seni,
Titrek ihtirasların ölümcül virüsü sararken düşlerimi,
Kanserojen geceler lime lime sinerken uykularıma,
bir yarısı çatlak beyin içgüdüsü,
düşünce zelzelesi
ve dağlar kadar enkazı yüklenip götürürken guruba ellerim,
yine de heceledim kızılını güneşin..
Tortusu temizlenir, boşalırdı kuyular
Suların avuç avuç durulduğu zamanlar.
Nehirler başka akar, nazlanırdı kıyılar
Yosunların taşlara sarıldığı zamanlar.
Aforizmaların bileşkesinde bütüncül iniltiyle okuduğu mektubu, ıslanmış kirpiklerini elinin tersiyle silip tekrar albümünün arasına koydu. Kasımın on beşine doğru inançlı soğuk adımlarını korkusuzca atan mevsim, iyiden iyiye hissettiriyordu olumsuzluğunun yarattığı itilesi etkiyi. Belki hıçkırıkların ipliğini kelep kelep ören hicranıyla dörde katladığı mektubunun faslında bırakmıştı Fat...
Susturuldu muhalif konuştuğu bölgede
Diline gem vuruldu savunduğu ilkede
Sorsanız demokrasi, adalet var ülkede...
Tek kişinin elinde köle iken her kurum
İyi değil bilesin memlekette son durum.
Bir kristal uykusuzluğu gecenin deminden çıkartan gözleriyle öylece tutunuyordu dikdörtgen masasının kenarına. Abanoz karanlığın tam ortasında perdeyi kısmi aralayarak şehrin nar tanesi ışıklarına bakışlarıyla klark çekiyordu. Hafiften üşüyordu zamanın kucağına yatırdığı gövdesinin en nadide sayılan noktaları. Örneğin ayakları, kolları ve burnu. Yine de masasının çentik atılmış, kestane...
Şahittir bu toprak senin namına
Adına Mustafa desem de yetmez.
Tanımam üstüne başka numune
Farkına Mustafa desem de yetmez.