Türkiyelilik Kavramı Nedir

turkiyelilik

Özet

Son zamanlarda hararetlenen Türkiyeli mi Türk mü tartışması yeni bir tartışma konusu değil. Osmanlı'nın son dönemlerine etki etmiş Osmanlıcılık ve Türkçülük tartışmasının günümüze miras kalmış hali denilebilir. Bu makalede Türkiyeli mi Türk mü tartışmasının daha iyi anlaşılması için aynı tartışmaların Osmanlı'da nasıl çıktığı ve nasıl sonuçlandığı incelenmiştir.

Anahtar Kelimeler: Türkiyeli, Osmanlıcılık, Türkçülük, Millet Tanımı, Azınlıklar

Giriş

Millet tanımı tarih boyuncaçok kez tartışıldı, çokça farklı yorumlandı. Milletleşme tarihinin başında saf ırktan milletler bulunuyordu. Sonraları, ırklar arası savaşlar, evlenmeler ve göçler gibi etkileşimler saf ırklardan bahsetmeyi imkânsız kıldı. Bu noktada artık insanları (göz rengi, yüz kemik yapısı, saç yapısı gibi) dış/görünüş özellikleriyle tanımlayan "ırk" yerine (ortak tarih, gelenek, dil gibi) kültürel kimliğiyle ayıran "etnisite" kavramı ortaya çıktı. Kimileri milletini tanımlarken ırkı gözetti, aynı kandan gelen insanları millet saydı; kimileri etnisiteyi gözetti ve ortak tarihe, mirasa, ortak hassasiyetlere sahip insanları millet saydı. Millet tanımları dünya çağdaşlaştıkça genişledi ve çeşitlendi. Çokuluslu bir imparatorluğun mirasçısı olan Türkiye'de bu konu hayli tartışma konusu.

Cumhuriyetin ilanından sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde bir komisyon kuruldu. Bu komisyonun hazırladığı anayasa tasarısı 20 Nisan 1924'te kabul edildi. Türk vatandaşı tanımı 1924 Anayasası'nın 88. maddesindeşu iki fıkra ile tanımlanmıştı: "Madde 88: - (1.) Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibarıyla (Türk) ıtlak olunur. (2.) Türkiye' de veya hariçte bir Türk babanın sulbünden doğan veyahut Türkiye'de mütemekkin bir ecnebi babanın sulbünden Türkiye'de doğup da memleket dâhilinde ikamet ve sinni rüşte vusulünde resmen Türklüğü ihtiyar eden veyahut Vatandaşlık Kanunu mucibince Türklüğe kabul olunan herkes Türk'tür. Türklük sıfatı kanunen muayyen olan ahvalde izale edilir." (Türkiye Cumhuriyeti 1924 Anayasası Madde 88.)

Cumhuriyetin kurucusu, subjektif bir millet anlayışını benimseyen Mustafa Kemal için milleti oluşturan unsurlar şunlardı: "a) Zengin bir hatıra mirasına sahip olan, b) birlikte yaşamak hususunda ortak arzu ve bunu kabulde samimi olan, c) sahip olunan mirasın korunmasına birlikte devam hususunda istek ve dilekleri ortak olan insanların birleşmesinden oluşan topluma millet adı verilir " (İnan, 1930, s.30).

Fransa'nın Suriye Yüksek Komiserliği'nde ve Cezayir Genel Valiliği'nde üst düzey görevler almış olan Fransız devlet adamı Jean Melia "MustaphaKemal ou la renovation de la Turquie" (Mustafa Kemal veya Türkiye'nin Yenileşmesi) adlı kitabında Atatürk'ün Ernest Renan'ın teorileri doğrultusunda bir ulus yarattığını ve yaşasaydı Ernest Renan'ın Mustafa Kemal'in eserini alkışlayacağını belirtiyor. Ernest Renan'ın teorisine göre bir ulusun ortak noktaları olduğu gibi ortak hatıra mirasına da sahip olmalıydı. Ernest Renan milleti şu sözleriyle tanımlamıştı:

"Gerçek olan, saf ırk diye bir şeyin olmadığıdır (…) Hayır, ulusu yaratan ırk olmadığı gibi, toprak da değildir (…) Ulus tarihin derin karmaşıklıklarından ileri gelen manevi bir ilke, manevi bir ailedir" (Renan, 1939)

Kısacası Renan'a için milleti yaratan şey "birlikte acı çekmiş, sevinmiş ve umut etmiş olmak"tır. Renan'a göre, millet, ortak bir maziye sahip olan ve gelecekte de birlikte yaşama arzusuna sahip olan insanlar topluluğudur. Bu açıdan Mustafa Kemal Atatürk'ün millet anlayışı ile benzeştiğini görmek mümkündür.

Günümüzde ise Türk vatandaşı tanımı 1982 Anayasa'sının 66. maddesinde şöyle tanımlanıyor: "Madde 66 – Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür. Türk babanın veya Türk ananın çocuğu Türk'tür."(1982 AY, m.66/1)

Bu tanımı savunan kişiler yasada geçen "Türk" kavramının bir etnik ırkı değil Türkiye sınırları içinde yaşayan veTürkiye Cumhuriyeti'ne vatandaşlık adıyla bağlı olan kişilerin ortak adı olduğunu, hiçbir etnik kökenin üstünlüğünü vurgulamadığını belirtiyor. Öte yandan anayasada belirtilen "Türk" tanımıyla hâkim bir etnik grup üzerinden bir millet inşasının azınlıkları kapsamayacağını düşünen kişiler tarafından "Türk" yerine "Türkiyeli" kavramı Türkiye vatandaşlarını kapsayan ulusal bir üst kimlik olarak sunuluyor ve çağın gereği olarak 66. maddenin daha kapsayıcı anlayışla ele alınması gerektiğini vurgulanıyor.

Erken Cumhuriyet dönemindeki Ethnos (milli kimlik) inşa etme amaçlıresmî ideolojinin başarısızlığını ve "biz" tasavvuru yaratılması alanında yetersiz kaldığı eleştirileri yöneltiriyor. Ayrıca "Türkiyelilik" kavramının kullanım alanının genişlemesi vatandaşlık temelli, herkesin "kendisi olarak" olarak katılabileceği bir demos (halk) yaratılmasını hedefleyen yeni bir proje gündeme taşınıyor . Kavram genellikle Türk milliyetçileri tarafından "Osmanlılık" fenomeni ile kıyaslanarak karşı çıkılıyor. Türkiyelilik tartışmasının köklerini daha iyi anlamak için Osmanlıcılık ile kıyaslanması, Osmanlı Devleti'nde Osmanlıcılık politikasının nasıl geliştiğini ve sonuçlarını incelenmesi önemlidir . Ancak unutulmamalıdır ki farklı dönemlerin farklı şartları vardır. Bu kabul, bize, Türkiyeli tartışması hakkında doğru-yanlış tayini yaptıramaz; ancak bir perspektif kazandırabilir.

Osmanlı'da Osmanlıcılık Politikası

1789'da Fransız İhtilâli ile dünya çapında artan milliyetçilik akımı, çok ulus yapılı Osmanlı İmparatorluğu bünyesindeki azınlıkları da etkisi altına aldı ve çeşitli fikirlere yol açtı. Osmanlı Devleti bu dönemde pek çok milliyetçi karaktere sahip iç isyanla uğraştı. Osmanlı Devleti'nde toplum yapısı "millet sistemi" üzerine inşa edilmişti.

Sosyal yapıdaki "millet" kelimesinin manası bugünkü anlamından oldukça farklıdır. Millet; "din, mezhep" ve "şeriat" anlamında kullanılmaktaydı. Kısacası gayrimüslimlerin sosyal ve siyasî konumu mensup oldukları din anlayışına göre sınıflandırıldı ve her bir din ayrı millet olarak kabul gördü. Sosyal ve siyasî yapı tamamen bu millet sistemine göre belirlendi (Demir, 2011, s.334).

Fransız İhtilali sonrası bu hâkim millet anlayışını sürdürmekimkânsız hâle geldi. Değişen ve modernleşen dünyaya ayak uydurması gerektiğini anlayan Osmanlı'da, Sultan II. Mahmut döneminde reformcu ve modernist düşünceler yeşermeye başladı. İlk kez Sultan Abdülmecit döneminde kabul edilen Tanzimat Fermanı ya da diğer bir ifadeyle Gülhane Hatt-ı Hümayunu ile 3 Kasım 1839'da uygulamaya geçirildi.

Meşrutiyet yanlısı Jön Türklerin baskısı ve Fransız İhtilâli'nin olumsuz sonuçlarından kurtulmak gayesi bu fermanın kabulüne zorladı. 1856'da ise Âli ve Fuad Paşa'lar çeşitli din ve ırkların Osmanlıcılık içinde eriyeceğini düşünerek gayrimüslimlere birtakım haklar tanıyan Islahat Fermanı'nı ilân ettiler. Osmanlı Devleti'nin ilk Anayasası diyebileceğimiz 1876 Kanun-ı Esasi'de artık farklı bir Osmanlılık tanımı vardı."Devlet-i Osmaniye tabiyetinde bulunan efradın cümlesine herhangi bir mezhepten olur ise olsun bila istisna Osmanlı tabir olunur ve Osmanlı sıfatı kanunen muayyen olan ahvale göre istihsal (edinme) ve izale (kaybetme) edilir." (Madde 8)

Buna göre Müslüman olmayan cemaatler de 'millet sistemine' dâhildi. Buradaki millet, bugün kullanıldığı gibi 'ulus' değil, Hristiyan ve Musevi topluluklar için 'dini cemaat' anlamında kullanılan bir terim idi. Kısacası devleti yönetenler çöküşü engellemek için modernleşmenin yanında ayrıca millet tanımını revize edip yeni bir millet oluşturma çabasına girdiler. Nitekim bu çaba Osmanlılık veya Osmanlıcılık olarak anılan kavramları geliştirdi. 

1856 Islahat Fermanı'nadayanan Osmanlıcılık kavramı, modern ulusu yaratan doğal dinamiklerden farklıolarak daha çok yapay karaktere ve projelere dayanıyordu. Bu anlayışa göre Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan tüm insanlar ilk siyasi kimliği ne olursa olsun onlar reddedilmeden genel çerçevede Osmanlı vatandaşı sayılacaktı (Kemal Karpat, 1995, 28-29; aktaran Semiz, 2014, 219). Batılı devletlerin önerileriyle geliştirilen Osmanlılık politikası ile Osmanlı topraklarında yaşayan ırklar ve çeşitli dinlere mensup topluluklar 'Osmanlı' potası içinde kaynaştırılacaktı. Fakat bu çaba, istenilen etkiyi yaratmaktan hayli uzak kaldı. Kanun-ı Esasiye'nin ilanından 1 yıl sonra 1877'de Osmanlı-Rus Savaşı(93 Harbi) patlak verdi. Yaklaşık 1 yıl süren savaşta Osmanlı orduları çok ağır bir yenilgi aldı. Mebusan Meclisinde hükümetin savaş politikalarına yöneltilen ağır eleştiriler üzerine Abdülhamid, meclisi 18 Şubat 1878'de süresiz olarak kapattı. Meşrutiyet rejimine son vererek, yönetime tek başına egemen oldu. II. Abdülhamit'in Kanun-ı Esasiye'yi askıya alarak Meşrutiyet'i sonlandırmasıyla yeni arayışlar başladı. Bu netice, sonrasında Osmanlı'da modernleşme yanlısı Jön Türklerin siyasi örgütü hâline gelecek İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin kurulmasına vesile oldu. 1889'da kurulan bu cemiyetin öncelikli amacı II. Abdülhamit'e karşı yeniden Meşrutiyet'in ve 1876'da ilân edilmiş 'Kanun-ı Esasi'nin geri getirilmesini sağlamaktı. Nitekim II.Abdülhamid İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin ve bu cemiyete bağlı genç subayların baskısına karşı koyamayarak meşrutiyeti ilan etmeye mecbur kaldı. Osmanlı Anayasası'nın 30 yıl askıda kalmasının ardından 1908'de yeniden ilân edilmesiyle II. Meşrutiyet dönemi başladı. Bu dönemin başlıca partileri İttihat ve Terakki ve liberal görüşlü Ahrar fırkasıseçimlere gitti. Seçimler İttihat ve Terakki'nin zaferiyle sonuçlandı.

Bunu izleyen dönemde ülkeyi perde arkasından yöneten İttihat ve Terakki Cemiyeti, Azınlık milletvekilleri tarafından âdemi merkeziyet siyasetini benimsemek yerine 'Türkçülük' yapmakla suçlandı. Cemal Paşa'nın "Bizi Türk siyaseti yapmış olmakla itham edenlere gayet kat'ı bir lisanla bildiririm ki, biz Türk siyaseti değil Osmanlı camiası siyaseti yaptık ..." şeklindeki açıklamalarına rağmen gayrimüslim vekiller ikna olmadı. İttihat ve Terakki muhalifi parti ve derneklerle iş birliği yaptılar. Ayrılıkçı fikirlerini Osmanlıcılık politikasını istismar ederek fikirden eyleme dönüştürme çabalarını sürdürdüler.

Meşrutiyet, azınlık gruplar tarafından Türklüğü boğmak için bir fırsat olarak görüldü.(Semiz, 2014, s.225) Azınlıklar Meşrutiyet'in ilânıyla Ayan Meclisi'nin kaldırılmasını ve ülke genelinde 'âdemi merkeziyetçi' bir yönetimi talep ettiler. Parlamentoda Türkçe konuşulması ve Türkçe yazılması kararlarından çıkılarak devlet dairelerinde azınlık dillerinden verilecek dilekçelerin kabul edilmesini istediler. Bulgar komitacıların kurduğu 'Makedonya-Edirne Bulgar İhtilal Komitesi' açıkça Makedonya ve Edirne'nin Osmanlı'dan kopmasını ve bağımsızlığı istiyordu. Rumların Temmuz 1909'da yayımladıkları 'Cemiyet-i Yunaniye' nizamnamesinde, silah ve benzeri araçları saklamak, gerektiğinde kullanmak gibi savaş ve ayrılık hazırlığını telkin eden cümleler içeriyordu. 'El lâ Merkeziye', 'Cemiyet‐i İslâhiye' gibi Arap dernekleri ise önce özerklik, şartlar olgunlaştığında Osmanlı'dan ayrılarak bağımsız bir devlet kurmayı amaçladılar.

Osmanlıcılık milleti oluşturmak için verilen tavizler azınlıklarca sonuna kadar istismar edildi, bağımsızlık istekleri için kullanıldı. Kısacası ne Türkler ve müslimler ne de gayrimüslimler ve azınlıklar Osmanlılık adı altında asimile olmak, milliyetlerinden uzaklaşmak istediler . Nitekim azınlıklara ve gayrimüslimlere verilen tavizler Türklüğün boğulmasıyla neticelenince, İttihat ve Terakki Cemiyeti içinde de Türkçülük artmış Osmanlıcılık fikri Balkan Savaşlarındaki hezimetle birlikte terkedilmiştir. Cemiyetteki bu politika değişimini 1875 doğumlu Türk gazeteci, yazar Hüseyin Cahit Yalçın şu yazısıyla anlatmıştı: 

"İttihat ve Terakki Osmanlıcılıktan vazgeçmiştir. Türkçülük dışında izleyebileceği başka bir yol da bulunmamaktadır. Eğer Türkler İmparatorluğu idare etmeye devam edeceklerse Türkçülük tek tercih seçeneğidir. Etnik ayrılıkçı akımlar sebebi ile İttihat ve Terakki Âdemimerkeziyete şiddetle karşıdır. Çünkü bu Midilli, Sakız ve diğer adaları Rumların kucağına atmak anlamına gelir."

Yıldız, s.86.; aktaran Semiz, 2014, s.230


Bu dönemde Osmanlıcılık politikası birçok yazarın ve gazetecinin eleştirilerinin odağı oldu. Türkçülük akımının önde gelen temsilcilerinden Yusuf Akçura 1904 yılında kaleme aldığı Üç Tarz-ı Siyaset adlı makalesinde Osmanlıcılık hakkında fikirlerini şu sözlerle kaleme aldı:


"...özellikle yeni bir milliyet teşkili için zamanın pek geciktiğini, Osmanlı Devleti'nin hakimiyeti altında bulunan farklı unsurların, menfaatleri değilse bile, arzularının böyle bir birleşme ve uyumda olmadığını ve dolayısıyla Fransız milliyet kaidesinin Doğu'da uygulamada imkansızlığını, tamamen anlayamamışlardı."

Akçura 1904, s.78


Osmanlıcılık Politikasının Sonuçları

Osmanlıcılık düşüncesi bir dönem, devlet adamı ve aydınlar tarafından ciddi olarak savunuldu ve başarılı olması için büyük çaba gösterildi. Bütün bu çabalar başarısızlıkla sonuçlanmış olmasına rağmen, siyasal düzlemde ve düşünce dünyasında önemli toplumsal tecrübelerin kazanılmasını sağladı. Bu süreç Balkan Savaşları sonrasında İttihat ve Terakki Partisinin daha milliyetçi bir politika anlayışı benimsemesiyle neticelendi. Bu dönem boyunca gayrimüslimler I. Meşrutiyet ve II. Meşrutiyet siyasal ortamında etkin ve aktif görevler aldılar. Bu siyasi güçlerini sonuna kadar istismar ederek bağımsızlık kazanmaya çalıştılar. Osmanlılık politikasında bu kadar ısrarcı olunması sosyal çevrede Türklerin ezilmesiyle ve azınlıkları gücendirmemeleri açısından milli hislerinin bastırılmasıyla neticelendi.

Hüseyin Cahit Yalçın Meşrutiyet'in halk üzerindeki etkisini yazılarında şu sözlerle anlatıyor:

'Meşrutiyetin biz Türklerde ve Türk gazeteciliğinde ilk yarattığı sonuç Türklüğü boğmak ve Osmanlılığı yaratmak olmuştu. ''Osmanlı'' sözü hiçbir zaman, zorbalık devrinde bile Meşrutiyetten sonraki kadar değer bulmamıştı. Abdülhamit zamanında arada sırada Türk sözünü ağza alma imkânı vardı. Üstelik Araplardan yararlanacağımız birçok bilimlerin bulunduğunu ileri sürenlere karşı, her şeyimizde Arap egemenliği altında kalmanın verdiği bir başkaldırı duygusu ile Türkçeyi ve Türklüğü savunmaktan geri durmamıştım. Ama Meşrutiyet gelir gelmez olaylar bizi Türk olduğumuzu unutmuş görünmeye başladı.'

Yalçın, s.39.; aktaran Semiz, 2014, s.225


1897 doğumlu Şevket Süreyya Aydemir gençlik yıllarını anlattığı Suyu Arayan Adam kitabı Osmanlıcılığın etkisini, dönemin siyasi ve sosyal ortamını tayin etmek için daha samimi bir örnek teşkil ediyor ve kitabında şöyle anlatıyor:

"Gerçi biz evvelce de Türk'tük. Fakat kendimize Türk diyemezdik. Türk sözü, birçok ırkları, kavimleri birleştiren bir imparatorlukta, bir kavmin diğerleri üstünde tahakkümünü hatırlatır ve onları gücendirir diye düşünülüyordu. Halbuki bu imparatorlukta yaşayan diğer ırkların, diğer milletlerin hepsi kendilerini, kendi milletlerinin adiyle tanır ve öyle anarlardı. Benim okuduğum asker mektebine Yemen'den, Kürdistan'dan veya sarayla hısım akraba olan Çerkes köylerinden getirilen imtiyazlı çocuklar, hep milliyetleriyle övünürlerdi. Bize yukardan bakarlardı. Fakat biz Türkler, kendimizi anlatmak için ırk hüviyetimizi hiçbir zaman dile getiremezdik. Irkımızı da bilmez, ya inkâr ederdik. Milletimizin adı geçmek lâzım geldiği zaman kendimize sadece:

- Osmanlı! der, geçerdik. Hatta dilimizin adı bile Türkçe değil, Osmanlıcaydı. Tarihimizin de Osmanlı tarihi olduğu gibi. Reddedilen, inkâr edilen Türk adına kimsenin sahip çıkmaması için her tedbir alınmıştı. Umumî kanaate göre Türk, kaba, görgüsüz ve kabiliyetsiz bir varlıktı."

Aydemir, 1959, s.62


20. yüzyılın başları Mustafa Kemal Paşa'nın büyüdüğü ve düşüncelerinin şekillendiği dönem olarak göze çarpmaktadır. Mustafa Kemal Paşa, Türk milletine dayalı bir millî devlet kurulması gerektiğine inanıyordu. Bu düşüncelerinde okumalarının yanında şüphesiz, gençliğinde Osmanlıcılık telkinleriyle ezilen Türklüğe dair şahit olduğu anılar da etkilidir. Bu anılarından birini Mustafa Kemal 14 Eylül 1931 günü Dolmabahçe Sarayı balkonunda bir sohbet sırasında anlatmıştı:
 

Bizim kuşağın gençlik yıllarında Osmanlılık telkin ve etkilerihâkimdi. İmparatorluk halkını meydana getiren Türk'ten başka uluslara, bu arada yanlış bir din anlayışıyla Araplara, sarayın, ordu ve devlet ileri gelenleri arasında bulunan ırkdaşlarının etkisiyle Arnavutlara özel bir değer veriliyor, onlardan söz edilirken "kavm-i necib" deyimi ile sıfatlandırılarak bu duygunun belirtilmesine çalışılıyor, memleketin sahibi ve devletin kurucusu olan biz Türkler ikinci planda gelen önemsiz halk yığınları sayılıyordu... Kendimi hiçbir zaman Osmanlılığın telkin ettiği başka ulusları öven ve Türklüğü aşağı gören eksiklik duygusuna kaptırmadım. Bakınız nasıl oldu? Kurmaylık stajı için -3 Şubat 1905- verildiğim süvari alayı, Hayfa'da bulunuyordu. Kışla ile deniz arasında geniş bir talim alanı vardı ve piyade acemi eğitim dönemi yeni başlamıştı. Erleri bölgeden toplanmış Arap gençlerinden, öğretici kadro da deneyimli veAnadolulu kıta çavuşlarından olan Türk delikanlılarından kurulu idi. Katıldığım bölüğün alaydan yetişmiş, Makedonya Türklerinden, ileri yaşlı bir yüzbaşısı vardı. Erler çavuşlar talim yaptırıyor, biz subaylar arada dolaşarak çalışmaları izliyor ve denetliyorduk. Yüzbaşı, çavuşlarına karşı sert davranıyor yeni erlere karşı ise fazla sevgi ve ilgi gösterir görünüyordu. Onlarınherhangi bir şekilde azarlanmasına, hırpalanmasına gönlü razı olmadığını ısrarla söylüyordu. Hâlbuki talimlerde, Türkçe bilmedikleri için, çavuşların söylediklerini iyi anlayamayan kimi erlerin yanlış hareketlerinin, zaman zaman çavuşların sabırlarını tükettiği, sertçe davranışlarına yol açtığı da oluyordu. Bir gün yüzbaşı, bu yolda hareketten kendini alıkoyamayan bir çavuşunu mimlemiş ve talimden döndükten sonra, birlikte oturduğumuz bölük komutanlığı adasına çağırtmıştı. Takım komutanıyla birlikte gelerek yüzbaşısını saygıyla ve askerce selamlayan çavuş,yirmi beş yaşlarında dinç ve yakışıklı, ince bıyıklı, elmacık kemikleri fazla kabarık, uyanık bir Türk çocuğu idi. Yüzbaşı, onu milli onurunu ağır şekilde hançerleyen "…….Türk!" sözleriyle azarlamaya başlamıştı. "Sen nasıl olur da kavm-i necib-i Arab'a bağlı, Peygamber Efendimiz'in mübarek soyundan olan bu çocuklara sert davranır, ağır söz söyler, onların kalbini kırarsın. Kendini bil, sen onların ayağına su bile dökmeye layık bile değilsin…" gibi gittikçe anlamsızlaşan fakat yaşlı yüzbaşının samimi inancından kuvvet alan sözlerle hakaret ediyor, gittikçe asabileşiyordu "

Unat, 1963, s.77-78


İçinde büyüdüğü siyasi ortam ve okumaları ışığında Osmanlıcık veyahut İslamcılık fikirlerinin kesinlikle işe yaramadığı sonucuna varan Mustafa Kemal Paşa, 1905'te kurmay yüzbaşı olarak Şam'da bulunan V. Orduya katılacağı sırada Beyrut'taki arkadaşlarına şunu söyleyecekti "Asıl mesele yıkılmak üzere olan imparatorluktan bir Türk devleti çıkarmaktır" (Özüçetin, 2004, s.67 ).

Sonuç

Osmanlıcılık,Osmanlı Devleti'nin yönetimi altındaki farklı etnik kimlikleri aynı çatı altında bir ve beraber tutma projesiydi. Her türlü etnik kimlik üzerinde üst kimlik olarak "Osmanlı Milleti" oluşturmak için geliştirdiği siyasî düşünce hareketiydi. Türkiyelilik, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan farkı etnik kimlikleri kapsayıcı bir üst kimlik "Türkiyeli" adı altında birleştirme ve " Kürt sorunu" gibi sorunlara çözüm getirme projesidir. Başta da belirtildiği gibi Türkiyelilik, Osmanlılık tanımının günümüze miras kalmış hâlidir. Fransız İhtilali etkilerinin henüz taze olduğu 18-19. yüzyıl dönemi Osmanlı'da bu politikanın azınlıkların da Türklerin de hoş karşılamaması ve hezimetle sonuçlanması, günümüzde olası bir Türkiyeli politikasının kesin bir başarısızlıkla sonuçlanacağı anlamına gelmeyebilir. Fakat hükümetlerin politikalarını tasarlarken tarihten feyz alması da önemlidir . Daha geniş sınırları ve daha fazla azınlığa sahip Osmanlı Devleti bile bir Osmanlı milleti yaratma konusunda hezimete uğruyorsa Türkiyelilik argümanı için günümüz Türkiye'sini demografi konusunda Amerika Birleşik Devletleri ile kıyaslamak mantıksız durmaktadır. Tarihten ders çıkarırken şartların aynı olmadığını göz önünde bulundurmak gerek vurgusunu yaptık fakat aynı zamanda Orta Doğu gibi bir coğrafyada politika üretirken şartlarımızın kesinlikle uyuşmadığı denizaşırı ülkeleri feyz almak da sakıncalıdır. 


 

Kaynakça

  • 18 Ekim 1982 tarih ve 17863 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası
  • 20 Nisan 1924 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasası
  • Afetinan, A., & Peker, R. (1930). Vatandaş için medeni bilgiler (Vol. 1). Milliyet Matbaası.
  • Akçura Yusuf, Üç Tarz-ı Siyaset, Akçağ Yayınevi, 2019
  • Aydemir, Ş. Süreyya, Suyu Arayan Adam, Remiz Kitapevi, 2023
  • Aydın Varol, F. B. (2023). Türk Modernleşmesinde Jön Türkler ve Hüseyin Cahit Yalçın'ın Gazeteci ve Siyasi Kimliği. Erciyes İletişim Dergisi, 10 (1), 205-221
  • BAŞAR, C. K. (2017). Osmanlı Millet Sisteminden Ulusa Geçiş. Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, 23(1), 195-231.
  • Coşkun, Y. "Atatürk Dönemi Fikir Hareketleri". Tarih ve Gelecek Dergisi 5 (2019): 344-359
  • Demir, Ş. (2011). Tanzimat Döneminde Bir Devlet Politikası Olarak Osmanlıcılık. Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, (29), 331-348
  • Ernest, R. (1939). Millet Nedir
  • Eroğlu, H. "Mustafa Kemal Atatürk ün Düşün Dünyasının Oluşumundaki Etkenlerle İlgili Bazı Görüşler". Atatürk Yolu Dergisi 7 (2001): ???
  • Faik Reşit Unat, Ne Mutlu Türküm Diyene, Türk Dili Dergisi, Sayı:146, Kasım 1963
  • Hanioğlu, M. Şükrü (2014, Eylül 07) Sabah. https://www.sabah.com.tr/yazarlar/hanioglu/2014/09/07/osmanliliktan-turkiyelilike
  • Özüçetin, Y. (2004). MİLLÎ MÜCADELE İÇERİSİNDE "19 MAYIS 1919". Ahi Evran Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi, 5 (2), 65-74
  • Semiz, Y. (2014). İttihat ve Terakki Cemiyeti ve Türkçülük Politikası. Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, (35), 217-244
  • Sevinç Murat (2021, Ocak 10) Diken. https://www.diken.com.tr/anayasalarda-yurttaslik-tanimi-unutmak-bir-ulusun-yaratilmasinda-cok-onemli-bir-etkendir/
  • Türkiye Cumhuriyeti 1924 Anayasası Madde 88, https://www.anayasa.gov.tr/tr/mevzuat/onceki-anayasalar/1924-anayasasi/
  • Uçar, F. (2018). Türk Düşüncesinde Osmanlıcılık Fikrinin Ortaya Çıkışı ve Türk Siyasal Hayatına Etkileri. Karadeniz Sosyal Bilimler Dergisi, 10 (18), 81-108
  • Yavuz, B. (1996). Fransız Gözüyle Atatürk Devrimi Üzerine Genel Değerlendirmeler . BELLETEN , 60 (228) , 443-464 .


×
Yayınımıza abone olun

Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.

Yahudiliğin Tanımı ve Tarihsel Kökeni
OKULA SİYASET SOKMAK...

İlgili İletiler

 

 Galeri

 Blog Takvimi

Lütfen takvim görünümü hazırlanırken bekleyin