BABA BENİ KURTAR!..

SerapEser_

AÇILIM, ÖTESİ ve CÜZDAN

Yüzmeyi seviyordu Serap.
Öyle denize, havuza girip suda eğlenmek için değil. Spor olarak seviyordu.

17 yaşındaydı henüz.
Belki o yaşa has özgüvenle kendini yetişkin, büyümüş görüyordu ama daha çocuktu.
Eczacı olmak istiyordu. Üniversitede istediği bölümde okuyabilmek için dershaneye gidiyordu.

Tarih 8 Kasım 2009 günlerden bir Pazar günüydü.
Gittiği dershaneden eve dönmek için İETT otobüsüne binmişti Serap.
Vakit akşam üstüydü, ve Serap'ın ineceği durakta ışıklandırma yoktu.
Kızı eve sağ salim, güvence içinde gelsin diye babası Zübeyir onu karşılamak için durağa doğru gidiyordu.

Otobüs durdu.
Durağa doğru giderken Zübeyir beyin durakta gördüğü ama 'otobüs bekliyorlardır' diye düşündüğü bir kaç kişinin otobüse yönelmesi ile otobüsten inen bir kızın birden alev alması aynı anda oldu.

Ve Zübeyir bey otobüsten cayır cayır yanarak dışarıya düşen kızın kendi kızının olduğunu anladı.

Acılı baba daha sonra "Kızım elleriyle yüzünü kapatmış, 'Baba beni kurtar' diye bağırıyordu." diyecekti.

Kendisi hemen üstündeki ceketi çıkarıp gözleri önünde yanan kızının üstüne vurarak alevleri söndürmeyi denedi ama yanıcı madde sönmek bilmiyordu.

Zaman algısı tuhaftır derler.
Bazen hoş sohbetle geçen saatler insana bir an gibi gelir,
bazen de yanlışlıkla eli ateşe değen biri için bir an bitmek bilmez…

Zübeyir beyin gözleri önünde ateşlerde kavrulan kızını söndürme çabası ne kadar sürdü kim bilir.

Ancak bir vatandaşın arabasından aldığı yangın söndürücü ile Serap'ın yardımına koşması alevlerin dinmesini sağladı.

Alevler nihayetinde sönmüştü sönmesine ama Serap'ın çilesi yeni başlıyordu. Elleri, yüzü ve bacakları yanmıştı Serap'ın. Ambulans geldi ve Serap Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne kaldırıldı.
3. derecede yanık teşhisi kondu Serap'a.
Hastanedeki sürecin çoğu komada geçti.
Deri nakli gerekti.
Serap'ın annesi Ayşe hanım nakil yoluyla kendi derisini kızına vermek için ameliyata girdi.
Sonra bir ara sanki düzelir gibi oldu Serap. Ama bu düzelme maalesef kalıcı değildi.
29 gün kaldı Serap hastanede.
Ve 29 gün sonra, gencecik bedeni daha fazla dayanamadı.
7 Aralık 2009'da dünyaya veda etti Serap.

Ayşe anne henüz ameliyattan sonra ayaklanamamıştı.
Söyleyemediler Serap'ın öldüğünü.
Kızının cenazesine katılamadı Ayşe anne.

Doktorlar „Enfeksyona bağlı organ yetmezliği" dediler.

Elbette bu olayın ‚Nasıl'ıydı…
Ama bir de nedeni vardı!

Serap'ın ölümünden 2 gün evvel dönemin başbakanı bir törende yaptığı konuşmada olaya değinerek

Sokakları illegal eylem alanı haline getirenlere çocuklara, şöyle öyle diyenlere sesleniyorum. O çocuklara molotof kokteyli attıran, o çocukları terörist eylem için kullanan kim? Serap yavrumuzu otobüste molotofkokteyliyle yakanlar kim? O çocuk değil mi? O çocukları mazlum göstereceksin o molotofkoteyli ile yanan yavruyu ne göstereceksin.Neyle izah edeceksiniz?" demişti.

Demişti demesine de o dönem Türkiye'de farklı rüzgarlar esiyordu.

Teröristlerle Oslo'da görüşülüyor,
her türlü milliyetçilik ayaklar altına alınıyor,
„Ne mutlu Türk'üm"ün karşısına „Ne mutlu Kürdüm…" lafları çıkarılıyordu.

Serap'ın ölümcül yaralandığı saldırıdan sadece 20 gün evvel, yani 19 Ekim 2009'da Habur'da çadırlar kurulmuş, devletin hakimleri o çadırlarda davul zurna ile kaşılanan teröristleri berat ettirmek için hazır bekliyorlardı.

Açılım deniyordu bu sürece.
Türkiye açılıyordu…

Ve kendine birilerinin ‚döt kılı' olmayı yakıştıran bir güruh, bu açılımı eleştirenlere, „Böyle olmaz!" diyenlere hakaretler yağdırmayı kendine vazife etmiş, sahnelerden "Meğri, meğri" diye anıranları elleri patlarcasına alkışlıyor, Barzani'ye „Türkiye seninle gurur duyuyor!" diye tezahürat yapıyordu.

Serap maalesef son olmadı.
Ne canlar verdik bu açılım sevdasına…
Ne üniversitelerin pkk yuvasına dönüşmelerine karşı gelen Fıratlar kurban gitti,
ne çocuğu karnında anne veya yavrusuyla beraber toprağa gömülen baba polislerimiz,
ne yiğit evlatlarımız bu açılımdan sonra;
„Oraları tekrar vatan yapmak için..."

Ve maalesef açılımla kalmadı.
Erkenekon'u, Balyoz'u,
Fetösü…

Her konuda „Gidişat yanlış!" diyen herkese saldırdı bu gürüh.
Ama sonra bir baktık herkesten çok milliyetçi oldular,
herkesten çok Fetö düşmanı oldular...
Hatta onlar sütten çıkan ak kaşık oldu, geri kalan herkes Fetöcü, pkkcı...

Sanki Fetöye kapıları germe ger açan,
Oslo'da teröristle masaya oturan,
Dolmabahçe'de, Meclis'te bebek katilinin mektuplarını okutan onlar değilmiş gibi...

Ama şimdi...
Şimdi durum değişti.
Çünkü ekonomi iyiye gitmiyor.
Çünkü artık ceplerine dokunuyor.
Ve artık birden bire sayıları azaldı.

Biz açılımda, Fetö'de, Ergenekon ve Balyoz'da, mültecilere kapıların germe ger açılmasında eleştirirken sövgü kakofonisine katılmak için yarışanların sayısı bayağı bir azaldı.
Eskiye nazaran sesleri kısık.
Çünkü gidişatın yanlış olduğunu artık kendi cüzdanlarında anlıyorlar.

Serap yanarken,
Fırat bıçaklanırken,
polisimiz, öğretmenimiz, askerimiz şehit edilirken birilerine toz kondurmayanlar artık memnuniyetsizliklerini dile getirmeye başladılar.

İşte bu kadar sözde milliyetçilikleri,
sözde vatan sevgileri,
sözde millet sevgileri.

Ancak cüzdanlarına sığacak kadar!


×
Yayınımıza abone olun

Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.

AŞÇIDA ÇALIŞIYOR'DA ÇALIŞIYOR
DHKPC Mİ ALLAH İLE ALDATANLAR MI?

İlgili İletiler

 

 Galeri

 Blog Takvimi

Lütfen takvim görünümü hazırlanırken bekleyin