OZAN ARİF ŞİRİN
BEN DE SiZDENİM DİYEBİLMENİN ESRARI
Dokunmadığımda bir sızıya, hissetmediğimde bir acıyı eksik kalabiliyordum. Sızlamalı bir yanım, diyor ve duyumsuyordum; yoksa neye yarar diyordum, yoksa neye yarardı benim var oluşum? Salt ben yaşamalıydım bu dünyanın cennetini; burnum havada yürümeli, gezmeli, tozmalı; kahkahalar atıp ağzı kulaklarında mesut bir hayat yaşamalı; bencil mi bencil bir gövdeyi tek başına yürütüp her seferinde sokaktan, halktan kopuk olmalıydım, deseydim neye yarardı dünyaya gelişim?
Diyemezdin, demezdim de.
Böylesi bir eksiklik, yanlışlık; hatalı bir yalnızlık demekti, aynı zamanda toplumsal mahiyetiyle de sorumsuzluk. Milyon liralık yatlarım, katlarımda, villalarım, saraylarımda yapmacık bir öykünün başkarakteri seçilmek beni mutlu kılacak seçenek olamazdı; sırf denize bakarak, sırf rüzgârı bir yerinden yakalayarak, sırtımı, yüzümü rüzgâra vererek, esintinin konforunda tek başınalığı çoğaltan egoist, sentetik mutluluklar var oluş ölçütüm olamazdı; tersi yönde kuru kalabalıklar, hâlden bilmez yalakalıklar, el etek öpen köpeklikler, bir zümreye mahsus kravatlı riyakârlıklar mutluluk ölçütüm olamazdı. Benim için esasında en mühimi seni de onu da onları da duyabilmek; onların derdi, acısı, yalnızlığı, kimsesizliği, umutsuzluğu ile dostane bir aura alanı yaratabilmekti. Beni ben yapmak demek; derdi olanla, içi ağlayanla uzaktan yakından bağlar kurup derdine deva olabilen bir çaba, inanç sistemi geliştirmekti. Tarumar insanı birleştirmek demekti; tarumar insanın her bir parçasını huzur ve mutlulukla örülü bütünlük içinde hayatta tutmak demekti. İşte ben, tam da bunun peşinde olmalıydım; aksi durumda gelip geçici, yapmacık mutluluklarım, kıyıda hafif rüzgârların alıp götüreceği toz parçacıklarımla sınırlı kalabilirdim. Sınırlanmadığım yerde kalıcı olmak adına değer verdiğim, acısını derinimde hissettiğim, özenle koruyup yaşatmak istediğim anları birleştiren şey gerçeklerimdi.
Ozan Arif Şirin'in gerçeklerinde böylesi duygular, uğraş alanları vardı; bunları yerine getirerek başarıya ulaşmak, sevilmek, sayılmak vardı. Elbette kendi acısını da dikkate alarak derinden hissettiği insanlara şiirleri, türküleri, sazı ve sözüyle elini veriyor, gönlünü aktarıyor; onlarla bütünleşiyor, tam da böyle böyle çoğalıyor ve halktan birine dönüşüyordu. Ülkücü camiada Ozan Arif Şirin'in yer aldığı bir tanışıklık, tanınmışlık yakınlığı ve bilinirliği üzerinden bin dokuz yüz yetmişler, seksenler ile bin dokuz yüz doksanlar tanımı yapılır oldu. Yetmişleri, seksenleri hiç bilmemekle birlikte doksanları küçücük yaşıyla bilen, her ne kadar bilse de sosyolojik, siyasi, psikolojik ve ekonomik bir çıkarıma elverecek yaşıyla bilmeyen bir çocuktum. Bu çocuktan hareketle Ozan Arif Şirin'i manevi derinliği ile büsbütün tanıyamazdım; aynı şekilde benimle aynı yaşta olanlar da bilemez, tanıyamazdı. Ben yalnız onu yıllara meydan okuyan, güçlülük arz eden sosyolojik, siyasi yazıları, geniş bir bakış açısı sunan şiirleri sayesinde tanıdım. Bu tanıma girişimi içerisinde belirginleşen özgün hikâyemde olabildiğince gerçekçi bir yaklaşımla doğru yorumlar yapabilmeyi denedim. Zira bunun için de kısa bir zaman önce satın aldığım iki ciltten oluşan, ilham verici, üstün biçeme sahip şiirleri ve derinlikli yazıların muhatabı Ozan Arif Şirin'e yöneldim. Evvela inandığı şeyin peşinden yeri belli, inançlı bir duruşun, sarsılması güç bir bedenin istikrarlı gidişini; sonra aynı bedende bir o kadar da hassas ruhu, duygu yüklü, ince düşünceli, kırılgan yapısını muhafaza edişini gördüm. İşte, o yapı; toplumsal olana önem veren, halktan biri olmayı özümseyen; halkla incinen, üzülen; seninle sen, benimle ben ve bizimle biz olup ağlayan Ozan Arif Şirin'i daha yakından tanımama vesile oldu. Onun yazılarında analitik yönü güçlü bir öğretmen ve sosyolog edasıyla toplumunu analiz eden bir beynin büyüleyici duruşu biçimleniyordu. Şiirlerinde ise daha çok kalbî hislerin derinliği hüküm sürüyor; öyle ki içten gelen gerçeklerin duyusu algılarda renklenerek tat vererek yankısını bırakarak betimleniyordu.
Onun şiirlerindeki gerçek; yerinde duramayan bir hak arayışının inatçı, keskin mücadelesine dönüşüyor ve mücadelenin yönünü kelimenin sihirli dokunuşuyla tayin ediyordu. Kimi dağ başlarında çâresiz, mutsuz bir köylü oluyordu kelimeler kimi kentin merkezinde ekmeğinin peşine düşüp bin bir zorluk çeken, inim inim inleyen, oğluna pantolon alamadı diye intihar eden bir babanın isyanı...
Onun şiirlerinde duygudaşlık, omuzdaşlık ve insan olmanın esrarı Tanrısal bir güç gibi yürekleri okşuyor; zordaki, zorluğun çemberindeki biçâre insanın çöken omuzlarını sanki terapötik bir dokunuşla havaya kaldırıyordu. Onun şiirlerinde halkçılık vardı, devletçilik ve en mühimi de milliyetçilik: Türk milliyetçiliği. Onun şiirlerinde büyük Türk'ün adını yücelten, şanını koruyan, şanıyla özdeşleşen, ulvî kimliğine kalkan oluşturan bir insanın vücuda gelişi vardı...
Onun şiirlerinde gördüm, "Ben de sizdenim" diyordu yoğun duyguların asaletiyle konuşan sözcükler; çünkü konuşan sözcükler, bir insanın başka bir insana "Ben de sizdenim" demesi kadar içten yakınlık hissettiren bir duyguyu, bir adanmışlığı yaşatıyordu.
"Ben de sizdenim" diyerek acıyı yurtsever halkın hissettiği gibi iliklerine değin hissettiğini söylüyordu. Sizinle üzülüyor, sazımı çalıyor, türkümü söylüyor, ağıdımı yakıyordum, diyordu...Yurdun doğusu, güneydoğusunda evlâdını alçak, kalleş teröre kurban veren Kürt kadını Şehriban annenin figanında, vatan için şehit düşen Mehmetçik'in, yani ordunun adı oluyordu gözyaşları. Ülkedeki her etnik yapıyı ortak paydaya taşıyan büyük Türk'ün sembolü oluyordu gözyaşlarını silen el. O el ki, "Ben de sizdenim" diyerek Diyarbakırlı Kürt annenin oğlunu vatana şehit veren isyanını duyuruyor; teröre, teröriste lanetler okuyor, büyük Türk'ün kadim ilkeleri, ülküsü için yaşıyordu.
Onun şiirlerinde "Ben de sizdenim" diyen Türk köylüsü, çiftçisinin çâresiz hikayesine ağlıyor, bu acıyı en derinlerimde hissediyordum. Onun şiirlerinde, yoksul olmadığım hâlde yoksulmuşçasına ağlıyor; yalnızlığı ve acısıyla kavrulan ülke insanının yorgunluğunu, bazen kimsesizliğini bazen de en yoğun kalabalığını birlik, bütünlük içerisinde görüyordum...
Bugün, tam da bu gördüklerim noktasında Ozan Arif Şirin'in her sayfası ve yaprağından âdeta kalite fışkıran, özel ciltli kitaplarını başucu kitaplarımın yanına koyup, "Ben de sizdenim" diyen sosyal adalet içerikli, halk kokulu bir duruşla korumaya alıyorum.
Ülkücü olmadığım gerçeğini burada -Tahtapod'da- daha önce birkaç kez belirttikten sonra bugün de belirterek şunları söylemek istiyorum: Bizi, sosyal düşünceye sahip, sol görüşlü tabir edilen insanları parçanın bütüne kavuşması gibi bir araya getiren başta Ozan Arif Şirin'in vatanseverliğidir; sonra Ozan Arif Şirin'in vatanseverliğinde, Atatürk çizgisinde; Tahtapod'un, Tahtapod yöneticilerinin bizleri kucaklayan dostluğudur. Bizler hep bu dostluk bağlamında yazdık, konuştuk, tekrar yazdık.
Nitekim Atatürk, vatan ve bayrak sevgisiyle ortak paydada birleştiğimiz Tahtapod vasıtasıyla daha yakından tanıma imkânı bulduğum Ozan Arif Şirin'in bu iki kitabını özellikle dostluk, vefa, "Ben de sizdenim" diyen duygudaşlık noktasında herkesin okumasını öneriyorum.
Alın başköşenize koyun. Alın, yazılan şiirlerden ilham alın; ders niteliğindeki düz yazılardan, bilhassa siyasi yaşamın gerçeklerini öğrenin ve "Ben de sizdenim" deyip sizler de Ozan Arif Şirin gibi ülkenizin derdiyle dertlenmeyi, derde çözüm üretmeyi bir yaşam felsefesi hâline getirin sevgili okur.
Her şey gönlünüzce olsun. Esenlikler diliyorum.
Engin Yeşilyurt
Sayfamızda yayımlanan yazıları kaçırmamanız için yayınımıza abone olun.
Aboneliğinizi istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz.