İleri yaşın bir hastalığı kapsamında değerlendirilen Alzheimer(Alzaymır); beynin büyük bir bölümünün ilerleyen zamanla ciddi hasar görmesi, bellek kaybının yaşanması, entelektüel işlevlerin işlevsizleşerek davranışsal, duyusal bozuklukların baş göstermesi olarak tanımlanmaktadır...

Her şey 51 yaşındaki Auguste Deter'in aşırı unutkanlık, davranış bozukluğu sebebiyle 1902 yılında hastaneye götürülüp Dr. Alzheimer'la tanışmasıyla başlar. 1906 yılında Deter'in ölümü, Alman Nöropsikiyatrist Alois Alzheimer'ı harekete geçirir. Böylece hastalık; Alois Alzheimer tarafından yapılan otopsi neticesinde 1906 yılında ilk tanımına kavuşur.
...

Dünya genelinde 40 milyon Alzaymır hastası olduğuna dair bilgiler paylaşılmakta, bu sayının 2050 yılında 115 milyona ulaşacağı düşünülmektedir. Türkiye'de şimdilik 600 bin ila 1 milyon arası Alzaymır hastasının bulunduğu bilgisine yer verilmekte, 2050 yılında hasta sayısındaki artışla ülkemizin dünyada en çok Alzaymır hastasına sahip 4. ülke olacağı tahmin edilmektedir.

Kaynak:
www.acibadem.com.tr

Hüzünle karışık bir cümle ile başlasam mutlaktır ki dişe dokunur hiçbir faydasını göremem. Günümüzde dahi tıbbın çâresiz kaldığı Alzaymır'a karşı belki sadece onların -hastalığın pençesindekilerin- maruz kaldığı en bariz belirtilerden biri olan "unutkanlık" kavramı üzerinden konuşabilir, bilincini yitirenlerin yükünü sırtlayabilirim, onlar bunun farkında ol(a)masalar da!

"İnsan unutmaz, alışır" dediler demesine de istisnaları hesaba katmadılar Mr John. İstisnaların kaideyi bozmadığına inandırdılar bizi. Oysa 99 beyazın içindeki tek siyah bendim, kabak gibi parlıyordum, ya da tersinden canlandır: 99 siyahın içindeki tek beyaz olduğumu getir gözünün önüne. Haydi, şimdi karar ver: istisnaların kaideyi bozup bozmadığını tartış benimle...

Unutuyor, alışamıyorum, kim ne derse desin benimkisi unutmaktır; "siyah-beyaz film gibi değil aslında, doksan dokuz beyazın içinde bir siyah gibi biraz, ya da tersi yönde beyaz gibi."

Mesela "Unutmak istedikleriniz nelerdir?" diye sorsalar.

En sevmediklerimi, geçmişte çakılı kalan, hassas zamanlarımın hafızama mıhlanmış olanlarını, acı hatıralarımı, onaylanmış travmalarım veya gizli kalmış, bilinmez dünün dar kapıları ardında saklananlarımı deyip tarif etmeye kalkışır mıydınız?

Unutmak istemediklerim de var. Misal ilk gençlik yıllarımda seni tanımadan önce gencecik, güzel bir kızken kıyılarda gezinir, deryalara çakıl taşları fırlatır, fırlattığım taşın suyun yüzeyindeki inişli çıkışlı seyrine hayran kalırdım. Yüzerdi mavinin üzerinde gülücükler saçan hayallerim, sağlam ayakların, bir çift gövdenin üzerindeki gürbüz başın tek muhafızı bendim. Unutulmazdım, deryalar şahit, mavilerin raksı şahit, cebren dahi sökülüp atılamazdım hafızamın kayıtlarından. Gün gelecek hayatın en gereklilerimi tüketip doymak nedir bilmeyen bir geri dönüşüm kutusuna dönüşeceğine ihtimal vereceğim aklıma gelmezdi.

Pencerelerden bakar, etrafımı doygun anlamların süzgecinden geçirir, kalbimde uçuşan kelebeklerle tarardım doğayı. Ne varsa gözümün kadrajında yerli yerindeydi, objektiflere kusursuzca yansırdı görüp hissettiklerim. Sabahın erken saatlerinde itina ile hazırlanıp okula gidişlerim, liseli arkadaşlarım, öğretmenlerim birer birer doluşurdu doğru ile yanlışı ayırt etme gücümün heybesine.

Sizi çok iyi anlıyorum, size katılıyorum. Sizin unutmak isteyip unutamadıklarınıza, salt kabullenip alışmak isteyip alıştıklarınıza artık sırtımı dönüyorum, diyebilir misiniz? Olması gerekeni yaptığım sanılmasın, sağlıklı bir komut değil bu, kontrolümün dışında gerçekleşiyor. Oysa ben mutlu anılarım, biriktirdiğim mazi kokulu sevinçlerimi, misal sarı bilyelerimin peşinden koşan şen şakrak çocukluğumu da unutuyorum. Gençlik şarkılarımı, okuduğum şiirleri, saadetin zinciriyle birbirine kenetlenmiş öykülerimin başkarakterlerini, zamanında pek sevdiğim kişinin suretini, şimdi yanımda olsa dahi perde arkasındaki güzelliğini, ele avuca gelenlerini unutuyorum işte!

Varsayalım ki bunları beynim beynime, aklım aklıma, yüzüm yüzüme söylüyor ve ekliyor: İngiltere'de doğup okuyan, fakültenin gözde profesörü, üç dili aynı anda konuşan, ders veren, ders verdiklerinin öğrenme hevesine, öğrendiklerine bakarak mutlu olan birisiydim, o bendim. Şimdi, ne hâldeyim, görüyor musun? Bunları sana söylüyorum, karşımdaki tek yüz, akıl ve beyin. İngiliz bir kadınım, yaşım elli, sonum belli, hikâyem terelelli!

Aklımda okulum, öğrencilerim, seneler boyu okuyup araştırdığım, bilgi haznemi tıka basa doldurduğum bütün enformasyonlar sanki bir anda silinip çöpe gitti. Çöpe giden iyilerimin, umutlarımın arkasından beyhude beyhude bakınır oldum aynalara, zaman geldi geçti, her geçen gün, solan takvim yaprağında düne oranla daha çok şeyler kaybettiğimi anladım. Bazen oluruna bıraktım, farkına vardım, bazen de ne yapmak istediğime dair beynimin aklıselim izdüşümünde konuşlanamadım. Mevzilenemediğim, pusuya düşürülmüş bir gafil avlanma hadisesidir benimkisi Sayın John.

Yıllarca aynı evde oturduk, evimin her köşesinde bir doku mirasımız, estetik algıya meydan veren büyüleyici bir zenginliğimiz varken ne var ki günden güne tüm zenginliklerimizi yoksullaştıran kayıplarla sınandım, sınanıyorum. Koridorun bitiminden sola ayrılan odada, masamın üzerinde duran, neredeyse ömrümün tamamını kapsayan günlüğümün bile bana ait olmadığına karar verdim. Kalemimi, kağıdımı tanıyamadım, her şeyi silen gizli bir silgi ile tanıştım. Lavabonun yolunu bulamadım, banyo kapısı önünde öylece bekledim, donuk bakışlarımla kafamın içindeki beni aradım, bulamadım. Eğer kafamın içindeki beni bulabilseydim lavabonun yolunu bulacak, ihtiyacımı giderecektim. Bir şeyleri hep mi hep eksik yaşadım, yaşıyorum. Tamamlanamamış nelerim var bilsen, sönümlenen, yitiveren, eriyip giden nelerim. Bir bilsen neler çektiğimi, sözümü geçiremediğim acımı, kahrımı. Acımı, kahrımı yenmek içindir yeni uğraşlar peşindeyim, sen de bunu tasdikliyorsun. İyi gelir diyorsun; bahçede fidan dik, örneğin toprakla haşır neşir ol; elin toza, çamura, ağaca, yaprağa, çiçeğe dokunsun, yeni ufuklar, sayfalar açılsın, açılmasa bile mevcut durumunu koru diyorsun. Gösterdiğin özene, verdiğin desteğe ne kadar teşekkür etsem azdır Mr John.

Her gün biraz daha farklılaştım, değiştim, azar azar kötüye gittim. İstemedim böyle olsun. Oldu, önüne geçemedim. Sevdiğim simaları seçemedim, birer birer bulanıklaştı gördüklerim. Yedi kat yabancı gibi hissettim her birini kuşkusuz, hissettiklerim ölçüsünde her birine yanıtlar verdim. Tanıdıklarımın çehresine bakarak "sizi tanımıyorum" diyerek olağandışılığa geçit verdim. Yerine koyduklarımı, her zaman bulundukları yerde bulamadım. Doğru yer tabirim ve işaretimin mesafe aralığı bozuldu. En yakın zamanın savunucusu olamadım, pek uzak düştüm ensemde, avucumda, kucağımda biriktirdiklerime. Yön tayini sıkıntılarım ayyuka çıktı, bir zamanlar elime gelenler elimden uçup gitti. Şekeri, tuzu koyduğum yeri unuttum. Arandım tarandım, meçhule sürüklendim, gidiş o gidiş, bön bön bakarak gittim.

Elli yaşımla sınırlı tuttunuz beni, oysa benim yaşım altmışı, yetmişi hatta sekseni, doksanı da aşabilir, daha kötü şeyler de olabilirdi. Belki de oldu, sizin bilginiz dahilinde gerçekleşti görmek istemedikleriniz. İsteseydiniz büsbütün bellek kaybına uğramış bir grandmother olarak canlandırabilirdiniz beni. Tuvaletini yapamayan, konuşmakta güçlük çeken, kendi adını, en yakınındakilerin adını unutan, yemek yiyemeyen, saçını başını yolan, yemek yerken kaşığı ağzına değil de kulağına götüren bir grandmother. Belki seyircinin hayal dünyasına emanet ettiniz yaşlılığımı, bilemeyeceğim. Bildiğim tek şey: bir daha asla geriye dönemeyecek oluşumdur.
Geceleri duvarlara bakıp özlediğim beyazlara ve sana ve bana, ilerleyen yaşıma söylediklerimi bir kez daha söylemek istiyorum:

Hello, white lights inside me and Grandma!
Do you know? Black colors cover my immaculate lights. Black colors hide my body. I can't get used to myself. I forget myself the most, grandma.

Aklın en büyük sermaye olduğunu şimdi anladım. Hani akılları pazara çıkarıp satsalar herkes kendi aklını alırdı diyenlere söylüyorum: Ben yalnızca benim olmayanı alırdım, çünkü en büyük sermayemi yitirdim, daha ne olsun!

Ben Dr. Alice!

40 milyon Alzaymır hastasını temsilen buradayım, henüz ölmedim, "Unutma Beni" olur mu?

Engin Yeşilyurt
24 Nisan 2021