By Engin Yeşilyurt on Çarşamba, 15 Mayıs 2019
Category: Yaşam

Güzel Kokulardan Kötü Kokulara

Hepimiz güzel kokuları severiz öyle değil mi? Evimiz güzel koksun arzusuna nail oluşumuz, misafiri güzel kokular eşliğinde ağırlama isteğimiz, eşimize güzel gözükmek kadar eşimizin yanında güzel kokularla belirme hevesimiz kendiliğinden gelişir durur. İçeride dışarıda, bağda bahçede, sokakta, caddede, kalabalıklar arasında etrafımızı çevreleyen somut döngüler; farkında olsak da olmasak da soluduğumuz nadide kokularla yer yer yaşama sevincimizi artırıp bizleri bulunduğumuz noktada etkisi altına alır. Endüstrinin kollarında şekillenen kozmetik ve parfümeri dünyanın eseri kokular, zaman zaman da itilesi havanın önüne geçiverir. Güncel dinamizmden aldığımız hayatsal dokuya karışıveren, alışkanlıklarımıza siniveren ve duyularımız, aklımızın imbiğini harekete geçiren güzel kokular üzerinden tarih boyu tanımlar yapılmış, benzetme ögeleri kullanılmış, "mis" nitelemesiyle anne, sevgili değerlerine atıflar yapılmıştır. Güzel kokular gerek tabiatın doğal gücüyle gerek de insan elinin değdiği boyut, içerik ve mana ile asırların iklimsel, takvimsel setlerini kırıp geçmeyi başarmıştır. Bir güzel kokunun yaşamın merkezine, düşüncenin, algının, var etmenin, edilmenin, kabullenebilmenin yapısal dengesi adına taşıdığı kudreti inkâr edemeyiz. Kişiyi kucaklayan, kişide olumlu duyguların, sıcacık düşlerin oluşumunu kamçılayan yönüyle verimli bir adaptasyon sürecine katkısını sürdürür. Doğal sınırlarımız, reflekssel sistemimizin uçlarında adeta bir çıkış noktası gibi yer edinir..


İnsan beyninde kokuları kodlayan hafıza, binlerce kokuyu ayırt etme özelliği ile bilinmektedir. Koku ayrımına varıp kokuyu kodlayan hafıza ile insan, aynı kokular üzerindeki anılarını yıllar sonra da ilk günkü etkisiyle hatırlayabiliyor. Koku ve hafıza ilişkisi tıpkı başarılı bir senaryo gibi başı sona bağlamada kusursuz işleyebilmekte. Evren üzerindeki birçok ayrıntının içindedir kokular, öyle ki güzel kokular. Her ne amaçla basite indirgenseler bile aslında evrenle güçlü bir bağları vardır. Parçadan bütüne doğru çevrelenen duyusal bu durum, bir neden ve sonuç bağıntısıyla da evrensel enerjinin lokomotifini korumaktadır..
...

Kıyamadığımız kokularımız olmuştur. Senin, benim, her birimizin baş ucuna koyup saklayabileceği, avcuna alıp gezdirebileceği, yaşanılası kokular. Hassaslaştırılmış, vazgeçilmez kılınmış, alışkanlıkların ulu öznesine dönüştürülmüş; yapar mı yapar, emrine girilir mi girilir türünden..
Himayende beliren, belki saatler süren koruyuculukla yanı başından ayırmadığın sıradan bir meyvenin hoş, mayhoş, tatlı kokusu; bir kavun, bir şeftali kokusu mesela.? Düşünebiliyor musun: bu, sadece bir şeftali değildir, bir kavun, bir gül...
...

Şehirlerden en ırak köylere, köylerin zirvesine oturmuş dağlara değin şehirli yetişkinin çocukluğunu resmeden, var oluşun son durağına giden anılar..Anılar dile gelir, ardı arkası kesilmeyen harareti sahiplenerek. Dolayısıyla son derece kişiselleşerek vücut bulurlar. Salt köyde yaşayan köylünün değil, şehirlere karışan eski köylülerin de lisanıdır koca dağlar!
Dağlara çıkıp dağın dört yanına pusmuş yalnızlığa meydan okumak! Dağların devleşerek arşı titrettiği heyulada küçücük çocuk bedeninde yağmur sonrası toprağın , çimin, çimenin kokusunun başkalaşması yok mu? Yamaçlardan yükselerek genzi gıdıklayan narin rüzgârın sürüklediği esrarengiz kokunun esiri olursun! Adını bilmediğin, derde deva onlarca çiçek arasında, hazandan kalma soluk yaprakların dibinde, yabani dağ çilekleri; kırmızının şahıdır ki seni, beni boyunduruğu altına almaz mı? Yabani dağ çileklerinden gelen büyülü, zarif, tel tel yükselen buhurdan eşsizlik topyekün kuşatmaz mı benliğimizi? O sadece bir dağ çileği değildi, sanırım yeryüzünün, kelep kelep yayılan enfes lezzetin adıydı?

Misk-i amber dedikleri şey galiba bu idi, bundan da ötesiydi kim bilir? Güzel kokular; bizi çevremizle harmanlayan, bize olabildiğince tabiat, insan karışımı bir armoniyi atfetmesi temeliyle fıtrata kavuşmuş ve doğrusal bir çizgide ilerleme kaydetmiştir. Peki, güzel kokuların tarihi ile ilgili neler biliyoruz? Yalnızca "güzel kokular" sıfat tamlamasıyla mı beliriveriyorlar akıllarda?

Güzel kokular, milattan evvel 4000 yılına değin uzanır. Çin, Arabistan ve Mısır'da güzel kokuların insanın bedensel varlığına sirayeti bir yana güzel kokular; ruhsal dünyalarla kurulan bağda da güçlü bağıntıların seyrini sürdürmüştür. Tanrı'ya ulaşma adına adeta bir iksir göreviyle güzel kokuların büyüsünde tütsüleme yönteminden yararlanılmış, bu vesile ile Tanrı'ya kutsiyet namına gerekli iletiler gönderilmiştir. Aynı zamanda ikinci hayatın(ölümden sonraki) dikkatine sunulma ereğiyle ölülerin tenine güzel kokuların nüfuz edilmesi sağlanmış, ölüler mumyalanmış, toprağa verilmiştir. Elde edilen bazı bulgularda ölülerin mezarından geriye güzel kokulara dair cam kavanoz ve şişelerin yer aldığına dair enformasyonlar paylaşılmıştır. Avrupa'nın 15. Yüzyıla kadar güzel kokulardan habersiz yaşamasını göz önüne alan tarih; güzel kokuların Avrupa'ya Macarlar yoluyla ulaştığını özenle dile getirmiş, Avrupa'da bugünlerin aksine temizlik ve güzel kokularla ilişkinin çok zayıf olduğu hatta hiç olmadığının deklare edilmesinden son derece emin davranmıştır. Osmanlı'da ise güzel kokular gündelik yaşamın vazgeçilmez tabusuna sahipken devlet politikasında da kendine yer bulmuştur. Osmanlı'da gül, misk ve amber günlük düzenin içinde, genel temizlikte hak ettiği değeri bulmuş, bugünlere değin hem hijyen babıyla hem de geleneksel harsla ulaşmıştır. Hz. Peygamber Muhammet'in gül kokusuyla olan sıkı bağını gerek Arap milletleri gerek de biz yüce TÜRK milleti kült ve sünnet olarak kabul edip uygulamaya özen göstermiştir. Köklü tarihimizin ortaya koyduğu veriler gösteriyor ki; Avrupalılar bütün bu güzel kokuları, güzel kokuların hüküm sürdüğü zarafet, etki ve doğallığı yer yer "barbar" diye hakir görüp tanımladıkları doğu uygarlıklarından öğrenmiştir. Bugün Avrupalı ile özdeşleşen çağdaş, pirüpak vesair niteliklerin kökeninde biz Türk milletinin güzel kokulara verdiği önem yabana atılmayacak denli mühimdir..!

Güzel kokuların atası namına sahip olan "esans"; bilindiği üzere Fransız dilinden dilimize geçmiş ve Fransızlarca bugünkü parfüm sanayisinin temelleri atılmıştır. Fransız terminolojisinde "bitkisel özü" ifade eden "Essence"; yani "esans", Türkçemizde türlü çiçek ve çiçeğin yetersiz kaldığı yerde kimyevi çalışmalar nihayetinde yapay biçimde elde edilen uçucu, sıvı, güzel bir koku şeklinde tanımlanmaktadır. Avrupalılar bugün her ne kadar medeniyet, bilim ve endüstri alanında Doğu'nun medeniyetinden ileri gözükse de Avrupalı'nın "esans" ile tanışması, esans yapmayı öğrenmesi; 15 ve 16. Yüzyılı bulmuştur. Belirttiğimiz gibi bugünkü esans endüstrisinde başat rolleri üstlenen Fransızlar, Kral Louis zamanına denk gelen 14 ve 15. Yüzyıllarda esansa gereken önemi verip zamanımızın Fransız parfüm sanayisinin köklerini atmış oldu.
Keza Avrupa'nın esansı tanımasında İpek Yolu, Haçlı Seferleri gibi stratejik güzergâh, savaşsal hareketler yanında bazı gezginler de rol oynamıştır. Sonuçta Avrupalı güzel kokularla tanışmıştır!
...
Son günlerde ne var ki acı mesaj vermeden yazılar yazamaz, konuşamaz bir hale gelmiş gibiyiz. Her kaleme aldığımız düşüncede muhakkak bir yerlere kalemin ucunu dokundurma isteği duyar olmuşuz. Suçlu muyuz, değil miyiz diye sormayacağım! Toplumun bilhassa kimi kesimleriyle haklılık dahilinde yaptığımız bazı çıkarımlar, belirli noktalara sitemlerimizi göndermemize kapı açıyor. Öyle ki; zamanında model yapısıyla yabancı ulusların yönünü tayin eden, yabancılara deyim yerindeyse yaşamayı öğreten biz Türkler, bunu başarmada güzel kokulara duyduğumuz sevgi, onları içselleştirmemiz haizken şimdilerde siyasetin beş para etmez kaypaklarıyla asılsızlık, iftira ve fiziki saldırılarla güya modern, demokrasiyi benimseyen kitleleri yansıtıyoruz!

Yaşantılarının hiçbir ayrıntısında dürüstlük, insanlık, saydamlık namına izler taşımayan duyarsız, kemirgen, hırsız kürsü sahipleri yüzünden geri kalmış Afrika ülkelerinin paralelinde ilerleyen ülke durumundayız. Etnik güzelliklerin, dağın taşın, akarsuyun, çiçeğin, yeşilliğin; yemek çeşitliliğinin en güzelleri bizdeyken dünyanın dibine çöküp tortulanmaktan kurtulamaz olduk. Sırtlan sürüsü kimliklilerin, "sırf benim karnım doysun gerisinin canı cehenneme" diyen asalakların doldurduğu cukkayla örselenmiş, çürümüş kokuşmuş vaziyetteyiz...
Artık sorgusu sonuna değin yapılamayacak kıskaçlardayız. Önünde sonunda çıkışı işaret edecek labirentlerimiz yok. Anlam dolu detayların nazlı değerleri de..Kavgaların, on bin yıllık savaşların çözemeyeceği düğümlerde lanetin yumak yaptığı burgaçlarımız var. Tarihleri, kültürleri; içtimai, iktisadi, astrolojik dengeyi değiştirecek zarif temelli kokularımız da faydasız. Sadeleştirilecek düzeyde basitliğin harcı, adına yalnızca koku demenin kifayetsizliği üzerinde, sadeliği bozulan kültür olma öyküsünü yitirmiş kokularımız var: İşte politika, işte Türkiye'nin hâli!
"Hangi çılgın bizlere zincir vuracakmış" deme! Politika en adi zincir değil mi? Devleti çürüten bu politika leş gibi kokmuyor mu?

Engin Yeşilyurt

Related Posts

Leave Comments