By Emine Uyumaz on Pazar, 28 Şubat 2021
Category: Tarih

XI-XIV. yüzyıllarda Anadolu'da Uygulanan Öldürme Şekilleri

Her tür canlı için hayatın sonu demek olan ölümün hiç şüphesiz birçok nedeni vardır. Meselâ, hastalık, deprem, sel, yıldırım/şimşek çarpması gibi doğa olayları bunun en belli başlısıdır. Fakat tarih boyunca en acımasız ölüm sebebi kuşkusuz bir canlının başka bir canlının yaşamına son verme şekli yani onu öldürmesidir. Dönemin kaynaklarında geçen bilgiler ışığında XI-XIV. yüzyıllar ararsında Anadolu'da uygulanan öldürme şekillerini konunun daha iyi anlaşılması için aşağıdaki şekilde tasnif ettik.

  1. Boğarak Öldürme

    Hanedan mensuplarının kanı genelde kutsal kabul edildiği için boğularak öldürme en çok onlar için kullanılmaktadır. Meselâ,
    Bizans İmparatoru II. Basilios (976-1025)'un ölümünün ardından başa geçen VIII. Konstantinos (1025-1028)'un tahta geçer geçmez ilk iş olarak kardeşinin tahtı için endişe duyduğu korkudan dolayı boğdurup, kıyafetleriyle birlikte boyunlarından bağlı ve demir çengellere asılı bulundukları hapishaneyi yaktırmıştır. Bagratni hanedanından Kral Gagik de Toros eteklerinde Romalılara ait Gizistra kalesi (Kilikya Toroslarında) önlerinde pusuya düşürülüp yakalandıktan (1079-1080) bir süre sonra iple boğularak öldürülmüş ve cesedi kaleden aşağı sarkıtılarak bir gün bekletildikten sonra gömülmüştür.

    Sultan I. Kılıç Arslan (1093-1107) büyük oğlu Şahin Şah (1110-1116)'ın gerek kısa süren saltanat dönemi gerekse genç yaşta ölümü (muhtemelen 20-21) hakkında kaynaklarda maalesef fazla bir bilgi yoktur. Onun ölümüne dair
    Anna Komnena tarih belirtmeden şu bilgileri verir: "Şahin Şah saltanat iddiasında bulunan kardeşi I. Mesud (1116-1155) tarafından yakalanıp kör edildi. Fakat sultan yine de belli belirsiz bir ışık seçebiliyordu. Şahin Şah'ın tam kör olmadığı haberi I. Mesud'a ulaşınca öfkelendi ve yay kirişi ile boğulmasını emretti ve onun yaşamı böylece son buldu". Hanedan mensuplarının yay kirişi ile boğularak öldürülmesi genelde Türk tarihinde uygulanan bir yöntem olarak bilinse de zaman zaman Bizans'da da kullanılmıştır. Meselâ, Bizans İmparatoru I. Manuel Komnenos (1143-1180)'un oğlu olan II. Aleksios (1180-1183) önce yayın kirişi ile boğulmuş daha sonra da cesedi tahtı ele geçiren Andronikos (1183-1185)' un önüne getirilmiştir. Boğarak öldürmeye dair bir başka örnek olarak şu vakaları verebiliriz: Sultan II. Kılıç Arslan saltanatının başlarında kardeşi Devlet/Dolat'ı bir gece ziyafet ve sarhoşluk içindeyken boğdurtmuştur. Kilikya Ermeni Krallığı'nda yedi yıl hâkimiyet süren Baron Mıleh kendi prensleri tarafından öldürüldü (1175-76). Yerine geçen yeğni Ruben, bir süre sonra prenslerin şerefine bir ziyafet verdi ve amcasını öldürüp kendisini halef seçtikleri için onlara teşekkür ettikten sonra eğer Baron Mıleh'i kimin öldürdüğünü bilirse ayrıca mükâfatlandıracağını bildirdi. Bunun üzerine hadımağası Abılgarip ve Çahan ortaya çıkıp "onu senin aşkına kendi ellerimizle öldürdük" dediler. Ruben önce onlara çok teşekkür etti fakat ardından boyunlarına taş bağlatıp derin sulara attırmıştır. IV. Haçlı seferi sırasında Latinler ile Venediklilere vaat edilen askeri yardımı gerçekleştiremeyen II. İsaakios ve oğlu IV. Aleksios'tan Bizans tahtını almayı başaran V. Aleksios Dukas (1204) her ne kadar IV. Aleksios'u hapse attırmış olsa da bununla yetinmeyip iki defa zehirlemiş fakat sabık imparatorun ölmediğini görünce onu boğdurmuştur.

  2. Çarmıha Germe/Duvara-Ağaca Mıhlama

    Muhtemelen Hz. İsa'nın öldürülmesine atfen daha çok Hristiyanlar arasında yaygın kullanılan bu öldürme şekline dair Abû'I-Farac'de 1114 yılı olayları arasında şu malumat yer almaktadır; "
    Franklar, Edessa/Urfa'dan çıkarak Arapları mütemadiyen öldürüyorlardı. Bunlar bir defa şehirden çıkarak on bir Arabı yakaladılar ve şehre getirerek Türkler'in gözü önünde ellerini ve ayaklarını kestikten sonra cesetlerini duvarlara mıhladılar". Yine Urfalı Mateos 1117-1118 yılı olaylarını naklederken: "Urfa kontu Baudoin ile Suruç kontu başta Bir (Birecik) olmak üzere civar bölgelerdeki Ermeni prenslerinin ve asilzadelerinin elinde bulunan kaleleri birer birer aldılar. Meselâ, Gargar senyörü Konstantin'i de mağlup edip Samsat kalesinde hapsettiler. Daha sonra da Fırat kıyısında baş aşağı vaziyette direğe mıhlanmış olarak bulundu. Ayrıca Ermenilerin hazinelerini öğrenebilmek için birçok prensin gözlerini çıkarıp, ellerini, burunlarını ve tenasül aletlerini kestirdikleri gibi bazılarını da çarmıha gerdirdiler" bilgisini vermektedir.

    Yukarıda verilen örneklerden de anlaşılacağı üzere daha çok Hristiyanlar tarafından uygulanan bir yöntem olsa da Türkiye Selçuklu Devletinde de uygulandığı bilinmektedir. Mesela, I. Gıyaseddin Keyhüsrev tacını ağabeyi Rükneddin Süleyman Şaha bırakmak zorunda kaldığında Konya'nın köylerinden Lâdik de halkın saldırısına uğramıştı. Bu durumu saltanat merkezine ilettiğinde Sultan Rükneddin suçluları yakaladıktan sonra "
    hepsinin şehrin surlarının şerefesinde çarmıha gerilmesi için" cellâtlara emir vermiştir.

  3. Derisini Yüzme

    Derleyip toparladığımız örneklerden de anlaşılacağı üzere genelde toplum tarafından ağır suç işlediğine inanılan kişiyi cezalandırma ve küçümsemek hatta tahkir etmek için derisini yüzerek öldürmek zaman-zaman kullanılan bir infaz şeklidir. Ancak savaş sırasında başarının büyüklüğünü göstermek ve karşı tarafa gözdağı vermek için de kafa derisinin yüzüldüğü olmuştur. Mesela, Urfalı Mateos'un verdiği bilgiye göre; Musul Emiri Çökürmüş 1105-1106 yılında haçlılar ile savaşmak için Urfa şehrini kuşattığında kaleden çıkan 450 askeri öldürüp kafataslarını yüzdürmüş ve Musula geri dönerken de beraberinde götürmüştür. Artuklular'dan Belek haçlılara karşı mücadele ederken peş peşe önemli başarılar kazanmış ve 1122 yılında Urfa Kontu Joscelin ve yeğni Galeran'ı, ertesi yıl da Kudüs Kralı II. Baudouin'i tutsak ederek Harput Kalesi'ne kapattıktan sonra Halep seferine çıkmıştı. Onun yokluğunda kalede tutuklu bulunan komutanlar civardaki Ermeniler'in yardımı ile kurtulup Harput'u ele geçirdi. Bunu haber alan
    Belek derhal geri dönerek duruma hâkim olmuş ve olaya karışan Ermenileri yakalayarak derilerini yüzdürmüştür. Yine Antakya Prinkepsi II. Bohemund Ermeni Kralı I. Toros (1100-1129)'un ölümünün ardından çıkan kargaşadan yararlanarak Miss'in kuzeyindeki Anazarba'yı almak için Kilikya üzerine sefere çıkınca yeni Ermeni Kralı I. Leon (1129-1138) Danişmendli Melik Gazi'den yardım istedi. İki ordu bölgede hızla ilerledi ve haçlı ordusu tuzağa düşürülerek Türkler tarafından çevrildi ve Bohemund'da yakalanarak öldürüldü (1130). Ancak yazarı belli olmayan bir Süryani kaynağının belirttiğine göre; "başının derisi yüzülüp Frank mızrakları, kalkanlar, eğerler ile birlikte Isfahan'daki büyük sultana, zafer ödülleri arasında" gönderilmiştir. Zaman zamanda kişi işkence sonucu ölür ve ardından derisi yüzülüp içi saman doldurularak sergilenirdi. Mesela,1045 yılında Tuğrul Bey'e bağlı Türkmenler Van civarına akınlar yaparken Erciş/Arceş adlı Ermeni şehrine geldiklerinde Roma (Bizans) kumandanı İstafan Katapan'dan geçiş izni istediler. Fakat İstafan Katapan izin vermek yerine Türklere saldırdı ve yenilip esir düştü ve işkencelere maruz kalan Katapan öldü. Bunun üzerine Türkler onun derisini yüzüp samanla doldurduktan sonra surların üstüne astılar. Bir süre sonra akrabalarının onun naşını ve derisini 10.000 dahekana satın aldıkları bilinmektedir. 1156 yılında Maraş'ta Ermeniler ile Türkler arasında yaşanan gerginlik hakkında bilgi veren Abû'l-Ferec önce "şehre girildikten sonra Türkler bölgedeki Hristiyanlara iyi muamele etmiş hatta kaçtıktan sonra geri dönen Ermenilere evlerini, bağlarını, tarlalarını geri verdiler dedikten sonra nedeni hakkında malumat vermeden Ermeniler ile birleşik hareket eden bir papazın diri olarak derisini yüzüp, üç gün sonra dilini kesip sonra ellerini ve ayaklarını kesip yaktılar. Bu hadiseyi haber alan Ermeniler de bazı Türklere aynısını yaptılar" demektedir. Yine benzer şekilde bir papazın cezalandırılması 1156 yılında Malatya'da yaşanmıştır. Ermeni bir Papaz kiliseye gelen genç bir kıza tecavüz edip öldürdüğü için bu defa Arap-Hristiyan erkek-kadın bütün şehir halkı toplanıp matem tutarak kızı gömdüler. Sonra da papazın derisini yüzüp, âzasını kestikten sonra cesedini yakmışlardır (1156). Konuyla ilgili bir diğer örneğimiz yine Kiliya Ermeni Krallığına ait. Prensi Toros vefatından kısa bir süre önce en küçük oğlunu yerine varis bırakmış ve ona vasi olarak da kuzeni Thomas'ı tayin etmişti. Ancak Thomas'ın taksimatından memnun olmayan kardeşi Mıleh Müslümanlardan yardım alarak Ermenilere büyük zarar verdi. Bunun üzerine Ermeni Prensleri Tors'un oğlunun haklarını gözeteceği konusunda yemin ettiği takdirde memleketin yarısını kendisine vermeyi teklif ettiler. O başta öneriyi kabul etti fakat kısa bir süre sonra memleketin tamamına hâkim oldu ve birçok senyör ve piskoposun gözlerini çıkartıp el ve ayaklarını kestirirken bir kısmının da derisini yüzdürerek hayvanlar atmıştır. Bir rivayete göre de I. Gıyaseddin Keyhüsrev ile Theodor Laskaris arasında 1211 de cereyan eden savaşta Türkiye Selçuklu Sultanını öldüren Frank askerini Laskaris huzuruna çağırtıp diri diri derisini yüzdürmüştür. Benzer bir hadise Türkiye Selçuklu Sultanı III. Gıyaseddîn (1266-1284) zamanında yaşanmıştır. Anadolu'daki Moğol işgaline karşı çıkan Türkmen isyanları sırasında II. İzzeddîn (1246-1262)'in oğlu sıfatıyla Türkiye Selçuklu tahtında hak iddia eden Alâeddîn Siyavuş (Cimri), Sultan III. Gıyaseddin'e destek veren Germiyan Türkmenleri tarafından yakalandıktan sonra diri diri derisi yüzülmüş ve içine saman doldurularak şehirlerde teşhir edilmiştir (1278).

  4. İsyan/Saldırı Ve Suikast Sonucu Öldürme

    Suikast sonucu ölüme dair ilginç örneklerden biri de Sasun senyörü Toring ile Malatya civarına hâkim olan Filartos arasında yaşanan gerginliği verebiliriz. Muhtemelen 1073-74 yılında gerçekleşen hadisede Filartos'un tertip ettirdiği
    bir suikast sonucunda Toring mızrak ile öldürülür ve başı kesilir.Ancak bununla yetinmeyen Filartos onun kafatasının üst tarafını çıkarıp kendine şarap kadehi yaptıktan sonra geri kalanını da Miafargin emîrine (Nizam ed devle Nasır) gönderip cesedini de yaktırmıştır.

    Urfa'nın hâkimi olan Bizanslı bir Prens olan Baragamanos'dan şehri almak için Barsama beldenin ileri gelenleri ile birleşerek bir isyan başlattı. Fakat kesin neticeyi elde etmek için de Barsama ve adamları bir Pazar günü kilisede dua eden Baragamanos'un yanına sokularak onu öldürmüştür (1086-87). Yine adı geçen bölgede 1098-99 yılında çıkan bir isyan ile ilgili
    Urfalı Mateos şu bilgileri vermektedir; "Urfa'nın Bizans Valisi Toros'a karşı şehir halkından bazıları bölgeye gelen haçlı kuvvetlerinden destek alarak isyan ettiler. Bu isyan sırasındaki kargaşada Toros kılıç darbeleri ile öldürüldü. Fakat hırslarını alamayan isyancılar ölüsünün ayaklarına ip bağlayarak onu küçük düşürmek için şehir sokaklarında sürüklemişlerdir". Konuyla ilgili bir diğer örnek olarak Malatya şehri Danişmendliler tarafından tazyik edilince şehrin hâkimi olan Gabriel önce Türklere karşı kendisine yardım ederlerse şehri Franklara teslim edeceğini bildirdi. Fakat bölgeye Frank askerleri gelince bu defa Danişmendliler'den yardım istedi. Aynı zamanda şehir halkına kötü muamele etmesinden rahatsız olan iki adamı Malatya'yı 1102 yılında Türklere teslim etti. Yakalanan Gabriel'den karısının ikamet ettiği Katia kalesinin teslimi istendi fakat bu konuda da hile yapınca bunu fark eden Türkler onu öldürdüğü gibi cesedini köpeklere atmıştır.

    İsyan ya da itaatsizlik eden birini ya da yakınını öldürmeye dair kanaatimizce en ilginç örnekler II. Kılıç Arslan dönemine aittir. Babası I. Mesud'un vasiyeti üzerine tahta çıktıktan II. Kılıç Arslan kısa bir süre sonra kardeşi Şahinşah'ın isyanı ile karşılaştı. Sultan ile kardeşi arasındaki çekişme sırasında Şahinşah'ın oğullarını yakalayıp hapsettirdi. Daha sonra muhtemelen kararlığını göstermek ve ikna etmek için onlardan birini öldürttü. 1172 yılı hadiselerini naklederken konu hakkında Süryani Mihael şu bilgiyi vermektedir: "
    onlardan birini öldürttü, kebap ettirdiği ve ekmekle beraber bir tabağa koyup bu yemeği babasına gönderdi ve diğer üçüne de, talep ederse, aynı şeyi yapacağını bildirdi". Bilindiği gibi Türkler'de hanedan üyelerinin kanının akıtılması uğursuzluk sayıldığı için Süryanî Mihael'in verdiği bu bilgi gerek Türkiye Selçuklu gerekse Türk tarihi açısından ilginç bir örnektir.

    Bizans İmparatoru I. Andronikos Komnenos (1183-1185) tahta çıkışından itibaren aristokrat zümrenin nüfuzunu kırmak için rüşvet ve yolsuzluğa karşı sert tedbirler uyguladığı için hoşnutsuzluklar başlamıştı. Nitekim önde gelen aristokratlardan olan Isaakios Angeolos'u tutuklatmak üzere adamlarından Stephanos'u görevlendirdi. Ancak 11 Eylül 1185'de Isaakios kendini tutuklamak isteyen Stephanos'u öldürüp kanlı kılıcı ile Ayasofya'ya kısa sürede başkentte ortalık karıştı ve bu kargaşa İmparatora karşı büyük bir isyana dönüştü. Sonuçta Andronikos yakalanıp önce sakalı koparılıp dişleri söküldü ardından da balta ile sağ eli kesildi. Daha sonra deve üzerine oturtulup pazar yerinde gezdirildikten sonra Hipodrom da ayaklarından asılıp işkence gördü. Sonunda boğazından bağırsaklarına kadar bir kılıç darbesi ile öldürüldü.

    Başta
    Ebu'l-Farac olmak üzere döneme ait birçok kaynakta yer aldığına göre, II. Kılıç Arslan tarafından vezirlikten azledilen İhtiyareddîn Hasan yaklaşık 200 kişilik maiyeti ile birlikte Konya'dan Sivas'a gitmek üzere ayrıldıktan sonra Türkmenler sultan ile oğullarının arasını açtığına inandıkları için ona saldırmıştır. Bu saldırı sonucunda sabık vezir ve 200 adamı Türkmenler tarafından öldürülmüştür (1189). Hatta Türkmenler İhtiyareddîn Hasan'ı parça parça ederek mızraklara takıp Sivas'ta dolaştırmıştır. Fakat Osman Turan'a göre, Kayseri'de ki İhtiyareddîn Hasan'a ait 1193 tarihli medrese kitabesi bu bilginin yanlış olduğunu göstermektedir. İhtiyareddîn, II. Kılıç Arslan'ın yanından ayrıldıktan sonra Kayseri Meliki Nureddîn Sultanşah'ın hizmetine girmiş ve ona vezirlik yapmıştır. Kutbeddîn Melikşah, Kayseri'yi kardeşi Nureddîn Sultanşah tan alınca onunla birlikte İhtiyareddîn'i de öldürmüştür.

    Dönemin kaynaklarının ortak ifadesinden anlaşıldığına göre Sultan Rükneddîn IV. Kılıç Arslan (1254-1257/1259-1266), Pervane Muineddîn'in organize ettiği bir
    suikast sonucu öldürülmüştür. Zira sultanın Sinop'u adeta zorla kendine mülk edinen Pervane Muineddîn ile arası açılmıştı. Hatta sultan Pervane'yi Moğol Hanı'na şikâyet etmek istiyordu. Bu nedenle Pervane Muineddîn başta Anadolu'dakiler olmak üzere Moğol ileri gelenlerine hediyeler göndererek sultan Suriyeliler ile birleşip size karşı isyana kalkışmak istediyse de engel oldum. Onun için beni öldürmek istiyor, beni ortadan kaldırınca size karşı harekete geçecek bu duruma baştan tedbir almak lazım diyerek haber gönderi. Bunun üzerine Moğol ileri gelenleri durumu incelemek üzere harekete geçtiler. Pervane ve adamları ile yapılan görüşmeler sonucun Aksaray'da sultanın da katılması gereken bir yemek tertip edildi. İşte bu ziyafet sırasında bazı kaynaklara göre zehirlenerek, bazısına göre önce ikram edilen şaraplar ile sarhoş edilen sultan tartaklandıktan sonra da yay kirişi ile boğulmuştur. Bu hadiseden on bir yıl sonra Moğolların gözünden düşen Pervane Muineddin Abû'l-Ferece'e göre hanlar hanı Rükneddin'i öldürdüğü tarzda ölmüştür (1276).

  5. Kavga/Dövüş

    En büyük ve en hazin şekilde neticelen kavgalar hiç şüphesiz savaşlardır. Ancak
    biz burada daha ziyade sosyolojik bir durum arz ettiği için kavga/dövüş olarak adlandırabileceklerimiz üzerinde duracağız. Zira bu tür hadiselerde ölüm ile neticelenme olursa vefat edenin ailesi öldüren taraftan kan parası talep edebiliyordu. Ahmed Eflakî'nin naklettiğine göre, Aksaray'da Mevlana'nın bir beyitini şerh eden vaizin söylediklerine dinleyicilerden genç bir çocuk itiraz eden oldu. Hatta vaize hakaret etti. Bunun üzerine minberden inen vaiz genci bir yumrukta öldürdü. Korkup kaçan vaiz Konya'ya gelip Mevlana'ya sığındı. Ölümüne sebebiyet verdiği gencin ailesinin istediği kırk bin dirhem kan parasını Mevlana'nın ricası üzerine Alameddîn Kayser ödemiştir.

  6. Yakarak Öldürme

    Çok sık uygulanmasa da yakarak öldürmeye dair kaynaklarda örnekler mevcuttur. Meselâ, İstanbul'da aslen Romalı bir rahibin şeytana Tanrı diye taptığı biliniyordu. Fakat I. Aleksios (1081-1118)'un annesini de etkisi altına alınca
    Urfalı Mateos'un naklettiğine göre, imparator bu rahibi ateşte yakarak öldürttüğü gibi yaklaşık 10.000 kişilik müritlerini de okyanusta boğdurmuştur. İmparator Andronikos (1183-1185) tahtı II. Aleksios Komnenos'tan alınca sabık hükümdarın adamlarına ağır cezalar vermeye başladı. Ancak en ağırına da II.Aleksios'un sekreterlerinden Mamalos çarptırıldı. Zira Andronikos onu Hipodrom'da yarış pistini çepe çevre kaplayan ateşin içine attırmıştır.Cezalandırma şekillerinin hiç şüphesiz en acımasızlarından biri olan yakarak öldürmeye dair bir diğer örneğimiz de Türkiye Selçuklu Devleti dönemine aittir. Fakat kısa bir süre sonra kendisi de benzer bir akıbete uğramıştır. Zira tahtı II. Isakios (1185-1195)'a bırakmak zorunda kalıp kaçmaya çalışırken yakalanınca önce diri diri kaba etleri bıçakla kesilmiş sonra kalabalığın içinde yakılmıştır. Sultan I. İzzeddîn Keykavus (1211-1220) Anadolu Suriye ticaret yolunda önemli bir üs olan ve Eyyûbiler'in idaresindeki Halep'e hâkim olmak ve aynı zamanda adı geçen kervan yolunun emniyetini sağlamak için 1218 yılında bölgeye bir sefer düzenledi. Fakat Halep idarecilerinin hileleri sonucu tam anlamıyla bir savaş yapılmadan Selçuklu ordusu geri çekilmek zorunda kaldı. Sultan I. İzzeddîn Malatya'ya ulaşınca Eyyûbiler karşısındaki bu başarısızlıktan sorumlu tuttuğu bazı emirlerinin boyunlarına ip geçirip ellerini bağlatarak bir eve kapattı. Ardından da evi ateşe verdi. Bir şekilde kurtulup dışarı çıkmayı başaranlar bile mızraklar ile itilerek ateşe atılmıştır. Her ne kadar kaynaklarda bu hadisenin gerçekleştiğine dair bir bilgi yoktur. Ancak Eyyûbiler ile yapılan savaş sonrası Harput kalesine hâkim olan I. Alâeddîn Keykubad,taktim ettiği hilati giymeyip, ikram ettiği yemeği yemeyen Eyyûbi Emiri Şemseddîn Sevap yüzünden ordugâhta "Şamlılar'a hayvan satmanın cezası idamdan ve yakılmadan başka bir şey olmayacaktır" diye tellal çağırtmıştır.

    Her ne kadar Moğollar tarafından uygulansa da yakarak öldürmeye dair ilginç bir hadiseyi Ermeni tarihçi Aknerli Grigor şu şekilde kaydetmektedir: 1257 yılında Moğol kumandanı Khul adamları ile bir manastıra gitmiş ve manastırın reisi Stepanos tarafından en iyi şekilde ağırlanmışlardı. Fakat Moğol karargâhını döndükten sonra sabahına hastalanınca papaz beni zehirledi dedi. Derhal manastıra adamlar gönderildi ve Stepanos'u bağlayarak alıp götürdüler. Uzun uzun sorguya çektikten sonra
    yere dört kazık çakıp suçsuz adamı yerden bir metre yükseklikteki kazıklara gerdiler. Sonra da altına ateş yakarak can verene kadar ağır ağır yaktılar.

  7. Zehirleyerek Öldürme

    Ortaçağın genelinde özellikle hanedan mensupları arasında zehir kullanarak ölüme sebebiyet vermek çok yaygın bir öldürme şekli idi. Meselâ, Bizans imparatoru III. Romanos (1028-1034), karısı İmparatoriçe Zoe tarafından zehirlendiği bilinmektedir. Yine hanedan mensubu birinin zehirlenerek ölümüne sebebiyet verilişine dair Urfalı Mateos'da 1095-1096 yılı olayları hakkında bilgi verilirken şu malumat yer almaktadır: "Urfa hâkimi Toros şehrini elinden alan Melikşah (1072-1092) ve Emir Bozan'dan intikam almak için Kutalmış'ın soyundan olan Alp İlig'i davet ederek şehrin anahtarını ona verdi. Fakat Alp İlig'in niyetinin şehri yağma edip kendisini öldürmek olduğunu hissedince bu defa Toros ona bir zehir içirip hamama göndermiş ve Alp İlig orada ölmüştür". Yine Urfalı Mateos tarafında nakledilen 1112-1113 hadiselerinde ayrıntıya girilmeden Antakya kontu Tancrèzede'nin zehirle öldürüldüğü kaydedilmektedir. İmparatoru
    I. Manuel Komnenos (1143-1180)'un ise kraliçenin çocuk doğurmamasını bahane ederek önce bir müddet ona ihanet etmiş daha sonra da zehir vererek 1166 yılında öldürmüştür. I. Manuel döneminde Macarlar ile yapılan mücadeler sırasında imparatorun yeğni Maria ile evli olduğu için Bizansa yakınlığı bilinen Macar Prensi Stephanos hacamat yaptırırken rakipleri tarafından vaatlerle kandırılan uşağı Thomas tarafından sargı bezine damlatılan zehir ile öldürülmüştür. Samosata, Maraş, Kişum ve Raban hakimi olan Ermeni Khogh Basil ölünce toprakların idaresi karısına kalmıştı. Dul hanıma idare konusunda hilekar ve fena bir adam olarak bilinen Khurtig/Khurdik yardım ediyordu. Antakya Prinkepsi Tancred Kişum'u ondan alabilmek için iki yıl harp etmiş ancak Khurtig/Khurdik'a Kalamaria adında bir kadın gönderip onu zehirlettikten sonra kaleye sahip olabilmiştir. Yine 1220'li yıllarda Ermeni Krallığı içinde yaşanan taht mücadelelerinde Kral Leon'un kızı ile evli olan Prayns Avira'nın oğlu Filip önce iki yıl kadar Sis şehrinde hapsedilmiş daha sonra zehir içirerek babasına teslim edilmiştir. Ancak on gün sonra vefat etmiştir.

    Türkiye Selçuklu Devleti'ni doruğa çıkartan I. Alâeddîn Keykubad (1220-1237)'ın da Ramazan Bayramı kutlamaları nedeniyle yabancı elçilerin de katıldığı ziyafette yediği kuş etinden sonra zehirlendiği bilinmektedir (1237). Her ne kadar dönemin ana kaynağı olan İbn Bibi bu durum ne açıkça ne de ima yoluyla ifade edilmese de
    Anonim Selçuknâme'de büyük oğlu II. Gıyaseddîn Keyhüsrev ve devlet erkânından Sadeddîn Köpek tarafından zehirlendiğine dair kayıt yer almaktadır. Bir diğer Selçuklu sultanının zehirlenmesine dair Aksarayî'de şu bilgi yer almaktadır: "II. Alâeddîn keykubad,ağabeyi II. İzzeddîn'in isteği doğrultusunda Moğol Hanı'nın huzuruna gitmek üzere yola çıkmıştı ki, kardeşleri Rükneddîn ve İzzeddîn onun Moğol Hanı'nın yanından yarlıg hükümleri ile geri döneceğinden endişe etmeye başladılar. Alâeddîn'in lalası olan Müslih'i makamının yükselmesine sebep olacak mal, mülk ve ıkta vaat ederek aldattılar. Müslih, ona öldürücü zehir verince o hayatını kaybetti". Zehirlenerek öldürüldüğüne dair dönemin kaynaklarının hem fikir olduğu bir diğer Türkiye Selçuklu Sultanı da III. Gıyaseddîn (1266-1284)'dir. Sultan III. Gıyaseddîn 1282-1283 yılında İlhanlı hükümdarı Ahmed Han(1282-1284)'ın ilhanlığını tebrik etmek için Azerbaycan'a gitti. Ahmed Han Türkiye Selçuklu topraklarını III. Gıyaseddîn Keyhüsrev ve amcasının oğlu Gıyaseddîn II. Mesud b. İzzeddîn Keykavus arasında taksim etti. Bundan hoşnut olmayan III. Gıyaseddîn izinsiz olarak Ahmed Han'ın huzurundan ayrıldı fakat sultan için İlhanlı sarayından ölüm emri de çıkmıştı. Nitekim yeğni Sultan Mesud ile buluşmak üzere ordugâha doğru hareket etmiş ve Erzincan'a vardığında ise eşraf ona öldürücü bir ilaç vermiştir.

    Hükümdar ve saltanat ailesi dışında devlet erkânı arasında da zehirleme yöntemi ile rakibinden ya da düşmanından kurtulma yolunu seçenler vardı. Meselâ; I. Alâeddîn Keykubad'ın has adamlarından olan Amid Sipehdarı (kumandanı) Şemseddın Altunaba eğlenceye çok düşkün ve devlet kademelerinde fazla insan tasarruf ediyor diye II. İzzeddîn'i uyarmış hatta sultanın kötü alışkanlıklarında etkisi var diye Kayseri Subaşısı Seyfeddîn Türkeri'ye kızmıştı. Bunun üzerine Türkeri, Şemseddın Altunaba'nın haciblerinden Fahreddîn Belek'e bol miktarda mal vaat ile kandırıp kendi yanına çektikten sonra da Şemseddîn Altunaba'nın testisine zehir koydurtarak öldürttüğü bilinmektedir.

Sonuç

Yukarıda verilen örneklerden anlaşılacağı üzere kişisel hırs veya toplumların cezalandırma ve adalet anlayışlarını yansıtan öldürme şekilleri içinde en yaygın olarak kullanılanı zehirleme iken en ağır ve acımasızı olanı ise hiç kuşkusuz yakma ve derinin yüzülmesidir. Genelde çok zorda kalındığında uygulandığını gördüğümüz bu iki katletme şekli ölümle neticelen tecavüz vakalarında aynı anda gerçekleştirilmekteydi. Nitekim genç bir kıza tecavüz edip ölümüne neden olan rahibin hem derisi yüzülüp hem de cesedi yakılmıştır. Taht için rakip görülen kişiler boğularak öldürülürken, çarmıha germe/mıhlama daha çok Hristiyan yetkililerin uyguladığı cezalandırma yöntemi idi.

BİBLİYOĞRAFYA

Ahmed b. Mahmud, Selçuknâme, haz. E. Merçil, Bilge Kültür Sanat yayınları İstanbul 2011.

Ahmed Eflâkî, Menâkıbü'l- Arifîn, Trk. çev., Tahsin Yazıcı, Arifler'in Menkıbeleri, I, İstanbul 1989.

Aksarayî, Müsâmeretü'l-Ahbâr, Türkçe çev. Mürsel Öztürk, TTK Ankara 2000.

Anna Komnena; Alexiad, Trk. çev. Bilge Umar, İstanbul 1996.

Anonim Selçukname, nşr F. N. Uzluk, Ankara 1943/ Türkçe çev., Anadolu Selçukluları Devleti Tarihi III, Ankara 1943.

Gregory Abû'I-Farac (Bar Hebraeus); Abû'I-Farac Tarihi II, Trk. çev. Ömer Rıza Doğrul, TTK Ankara 1987.

Ersan, Mehmet; Selçuklular Zamanında Anadolu'da Ermeniler, T.T.K Ankara 2007.

I. ve II. Haçlı Seferleri vekâyinamesi, çev. Vedii İlmen, İstanbul 2005.

İbn Bibi, el-Evamirü'l-Alaiyye fi'l-Umuri'l-Alaiyye, Tıpkı Basım Adnan Sadık Erzi, TTK Ankara 1956, s. 37, 39/ Türkçe çev, Mürsel Öztürk, El Evamirü'l-Ala'iye Fi'l-Umuri'l-Ala'iye (Selçuk Name ) I, KBY, Ankara 1996.

İbnü'l-Esir, El-Kâmil Fi't-Tarih Tercümesi, İslâm Tarihi, Türkçe çev.A. Özaydın, X, İstanbul 1989.

Kaymaz, Nejat; Pervane Muinü'd-din Süleyman,Ankara 1970.

Koca, Salim; Sultan I. İzzeddîn Keykâvus (1211-1220), TTK Ankara 1997,

Müneccimbaşı, Câmiü'd-Düvel (Selçuklular Tarihi II), yay. Ali Öngül, İzmir 200.

Nikhates Khoniates, Nikhates Khoniates'in Historiası (1180-1195), haz. Işın Demirkent, İstanbul 2006.

Okçu Milletin Tarihi, çev. Hrand D. Anreasyan, İstanbul 2007

Sümer, F., A. Sevim; İslâm Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı (Metinler Ve Çeviriler), TTK Ankara 1988.

Süryanî Patrik Mihall'in Vakainamesi, Türçe çev. H. Andrasyan, TTK basılmamış nüsha.

Turan, Osman; Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1984.

Urfalı Mateos; Urfalı Mateos Vekâyi-Nâmesi (952-1136) ve papaz Grigor'un Zeyli (1136-1162), Trk. çev. H. D. Andreasyan, TTK Ankara 1987.

Usta, Aydın; Müslüman-Haçlı Siyasî İttifakları Çıkarların Gölgesinde Haçlı Seferleri, İstanbul 2008.

Uyumaz, E.; "Kaynaklara Göre Türkiye Selçuklu Sultanlarının Ölümleri Ve Mezar Yerleri", Prof. Dr. Ramazan Şeşen Armağanı, İstanbul 2005.

Related Posts

Leave Comments