Kalemimi ve dil ödevlerimi önüme koydum. Hava iki yüzlüktü, ne sağı vardı ne de solu, ne batısı, veya ki kuzeyi. Kafede bir çok insanın saçları tel tel gözlerinden akıyor, yün atkıları boyunlarında iz bırakıyor ve şemsiyeleri yerleri yeşeriyordu. Kabanımdan tenime değen su damlaları korkutmamış veya burnuma düşman olmamış değildi, fakat alışıyordum. Kahve kokuları, kitap sayfaları ve paslanmış bir kaç malzeme vardı önümde. 3 sene olmuştu buraya hep geleli. Lisem burada bitti, arkadaşlıklarım ve dudağının kenarını sildiklerim. Kamila'nın önünde oturmayı seviyordum. Lehçe aksanı ve her yanlış yaptığında dudağının yukarı kalkışı değişmiyordu. Kahkulleri dağınıktı, eşit değil, bazen yukarıdaydı saçları, bazen ise sallanarak omuzlarında, karanlıktı, kendisinin düşmanı gibiydi. Kıyafetleri ikinci el dükkanlarından özenle seçilmiş, bollukla ve renk sadeliğindeydi. Elleri çok kırılgandı, bu dünyayla savaşamayacağını sanadabilirdim eğer onu ilk defa görseydim, fakat ilk defa gördüğümde de fazla düşünmemiş veya gözlerimi gezdirmemiştim. Yaptığı seramikler kendisi gibiydi; dağınık, şakar ve bir o kadar da kendiyle iç içe. Bu zamana kadar 1 dakikadan fazla sürmüş sözüm veya cesaretim olmamıştı, insanların zamanını kendilerinden alıkoymayı hiç düşünmemiştim. Eğilip, parmak uçlarımın üstünde kasaya doğru yöneldim.

Hazırlayıp getiriyorum.

Kamila olduğunda ayrı bir kahve, Jamie (kafenin sahibi) oldugunda ise ayrı bir kahve söylüyordum. Kamiladan uzaklaşırken döndü, ağzından dökülecekti bir kaç anlayamadığım cümle fakat bekliyordum.

Neden 3 senedir kahvelerini yarım bırakıyorsun? Kötü yaptığım bir şey mi var, eğer öyleyse söyleyebilirsin, lütfen.

Bunu fark ettiğini biliyordum. Her kahvemi geri götürdüğümde kabıma bakıp bir de bana bakıyordu, dilinden belki bir söz çıkar diye masamda duruyordum, lakin zordu.

Hayır, aslında nedenini söylemek istemediğim için yarım bırakıyorum...

Söyleyebilirsin, alınmam.

Onunla alakası yok. Nedeni ödev yaparken veya ki kitap okurken kahve içiyorum, bu yüzden de soğuyor ve, açıkçası, içemiyorum.

Elini alnına götürüp dudaklarını genişletti, bütün kafedeki müşteriler ise bize dönmüştü. Bir insanı böyle bir durumda yalnız bırakamazdım, ben de genişlettim ve bir o kadar da rahatladığını görmemezden gelmedim.

Bana söyleyebilirdin! Para ödüyorsun ve seve seve yeniden ısıtırdım. Jamie bana ne kadar utangaç olduğunu söylemişti. Kahveni şimdi ısıtmamı ister misin?

Tabii, olur. Tabii vaktini almayacaksa.

Arkada duran kitaplığa doğru yöneldim, ne çok birikimim buradaydı, her geldiğimde fark etmeden veya kendime söylenmeden duramıyordum. Sibel ile ilk buluşmamız ve zevklerimizi anladığımız yerdi. Almanyadan gelen bir adam ile kahve parası üstünde yaptığımız ilk kavga, Rilke'nin 1945 basımı kitabını bulduğumdaki sevinç ve bütün kafaların benim yönüme doğrulması, Violette Leduc'in yasaklanmış kitabı, 'Piç' ve William Blake'in satırları.

Kamila yanıma doğru geliyordu, fakat böyle zamanlarda pek emin olamadığım için ve yanımda duran depoya girme olasılığı yüzünden kafamın yörüngesini değiştirmedim, en azından tenezzül etmedim.

Aldığın kitabı bitirdin mi?

Evet, şimdi.

Senin yaşında olup da buraya bu kitapları almaya gelen çok az kişi var. Jamie ve Elloise bundan bahsediyordu hep. Ne almak istediğini biliyor musun?

Hayır, ne okuyacağımı bilmiyorum. Fazlasıyla ağır kitapları okuyordum, biraz daha gözlerimin dinleneceği kitaplara geçmek istedim, ama bilemiyorum.

Sartre'nin yanında duran Sagan'ın 'Bonjour Tristesse'i aldı. Sayfalarına baktı, eski bir başımdı, tıpkı geri kalan kitaplar gibi, buğday sarısı ile tamlanmış.

16 yasındakiyken okumuştum bunu, senin gibi ve Fransız edebiyatına böyle başlamıştım. Okudun mu?

Hayır, okumadım.

Eli elimden geçti ve sayfaları çevirmeye başladım, nazikçe. Kitap sayfaları yerlerde geziyordu evde, elbet bunu kimseye söyleyemezdim, kitaplara böyle davrandığımı, daha doğrusu düştüğünü bilseler belki de 'utangaç' veya 'kibar' olarak kalmayacaktım düşlerinde. Kamila da geziniyordu, kitapları düzenliyordu ve o andan itibaren 'olsaydı' dedim. 3 yıl önce konuşabilirdik, ve onunla büyüyebilirdim biraz daha. Fazlasıyla zaman kaybettiğimi biliyorum artık, ve bundan sonra kaybetmeyeceğim, söz veriyorum, özellikle pazartesi ve salı da geleceğim.

Bu gerçekten de aradığım derecede rahatlatıcı gözüküyor, bir o kadar sade. Hi-

Sagan'ın dili sade, her Fransız edebiyatı gibi seks ve zaman harcanmamış kelimeler içeriyor.

Tepede duran Colette'in kitabına erişiyordu, bu kitabı uzun zamandır almaya çalışıyordum, ama düşme korkusu ile dokunma başarısı birbirine düşüyordu.

Saat 16.45'di ve hava düşüyordu. Sagan'ın kitabını sıkıyordum olabildiğince, yanaklarım kızarıyordu ve damlalar tenime sinmişti.

Gitmeliyim, yarın görüşürüz!

Dikkatli ol!