By Emine Uyumaz on Perşembe, 17 Mayıs 2018
Category: Ekonomi

Türkiye Selçuklu Devleti'nin Yükseliş Döneminde Ticaret Ve Gümrük

Geçmişten günümüze insanoğlunun ihtiyaçlarının tedariki konusunda çeşitli yol ve yöntemlere baş vurduğu bilinmektedir. İşte bunlardan bir olan ticaret insanlarınözellikle maddi gereksinimlerini sağlamak arzusundanortaya çıkmıştır. Çünkü insan bireysel olarak bazen kaynak eksikliğinden bazen de zaman ve fiziksel güç yetersizliğinden her ihtiyacını karşılayamaya biliyordu. Bu yüzden sahip oldukları ilekendinde olmayanları değiş tokuşla başlayanilk ticari faaliyet paranın icadı ile yaygınlaşarakgünümüzdeki şeklini almıştır. Ancak ticaret gelişirken bir taraftan haksız kazançve rekabet gibi sorunlarıda beraberinde getirmiştir. Özellikle devletler ticaretin buolumsuz şartlarından etkilenmemek ve kendilerini koruyabilmek için gümrükten yararlanmıştır. Nitekim gümrük: Latince de ticaret manasına gelen "Commercium" kelimesinden gelmekte olup kısaca "devletler arası ticarettesınır geçişlerindemalların kontrol edildiği yerve yine bu geçişte alınan vergi"demektir.

Doğu ile batıyı, kuzey ile güneyi en kestirme şekilde bağlayan milletler arası ticaret yolları üzerinde bulunan Anadolu (Küçük Asya/Asia Minor) coğrafyasındaXI. yüzyılın sonları ile XIV. asrın başlarında yaklaşık 230 yıl hüküm süren Türkiye Selçuklu Devleti'nin altın çağıbaşka bir ifade ile yükseliş dönemi XIII. asrın ilkyarısıdır. Üzerinde yaşadığımız toprakları borçlu olduğumuz bu devletin kuruluşundan yaklaşık bir asır sonra Ortaçağın en büyük imparatorluğu olan Bizans'a rağmen bölgede tutunup güç kazanmasında askeri başarılarının yanı sıra ticaret ve gümrükte etkinhale gelmesinin payı büyüktür. Zira birey ve toplumumlar kadar devletlerin de hayatlarını idame ettirmeleri için ekonomi/ticaretkaçınılmazdır. Nitekim Ortaçağa damgasını vuran Haçlı seferlerinin en önemli nedeni de Avrupa'nın içine düştüğü ekonomik sıkıntıdır.I. Haçlı seferinden (1097) itibaren Doğu Akdenizbölgesindeki karışıklıkbaşlarda doğu-batı arasındaki ekonomik hayatıepey sekteye uğratmıştır. Ayrıca Papalığın Müslüman ülkelerle alış-verişi yasaklaması Levanten ticaretinive Türkiye Selçuklu Devleti'ni olumsuz şekilde etkilemiştir. Ancak Türkiye Selçuklu Sultanları devleti son derece sarsan Haçlı buhranın kontrol altına aldıktan sonra gerek fetih gerek emniyet ve adalet konusunda aldıkları tedbirler ile doğu-batı ticaretinde Anadolu'yu tekrar transit ticaret merkezi haline getirdiler. Özellikle XII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren hüküm süren II. Kılıç Arslan (1155-1192) döneminde Anadolu coğrafyasında sınırları genişleyen, istikrarlı, adaletin ve emniyetin hakimolduğu bir devlet konumundaolduğu için ziraat, sanayi gelişmiş,ticaret gelirleri de oldukça artmıştı. Fakat devleti gerçek anlamda yükselişe taşıyan hadise 1205'de Türkiye Selçuklu Devleti tahtına ikinci defa oturanI. Gıyaseddin Keyhüsrev (1205-1211)'in tüccarların şikayeti üzerine düzenlediği sefer sonucunda Antalya'yı fethiolmuştur (1207). Böylece Türkiye Selçuklu Devleti sadece Akdeniz değil kuzey-güneyticaretindede son derece önemli konumda olan bu limana sahip olarak hem kara devleti olmaktan kurtulmuşhem de ilk kez deniz aşırı bir ülke ile ticaretanlaşması imzalar hale gelmiştir. Kıbrıs Haçlı Krallığı (1191-1489) ile muhtemelen 1208 yılıcivarında imzalananbu anlaşmanın orijinalimaalesef günümüze ulaşmadığı için muhteviyatı hakkında tam olarak bilgi sahibi değiliz. Ancak İbni Bibi'de, Sultan I. Gıyaseddin'in tüccarların şikayet üzerine çıktığı Antalya seferinden sonra "Bu günden sonra Rum ülkelerinde ne ticareti yapılırsa yapılsın ve oradan hangi tüccar geçerse geçsin bac(pazar vergisi), ubur(geçiş ücreti /gümrük vergisi) daraib(geçit vergisi) ve avarızdan(olağan üstü zamanlarda fazladan alınan ilave vergi) muaf tutulmuştur" diye ferman çıkarttığını ve zarara uğrayan tacirlerin ziyanını giderdiği" yönünde yer alan bilgilerden ve geç tarihli imzalanan benzer anlaşmalarda yer alan maddelerden sultanın tüccarlara bir takım özel imtiyazlar tanıyarak, devletin prestijini arttırırken kaderini de değiştirdiğini söyleyebiliriz.

Sultan I. Gıyaseddin Keyhüsrev'in 1211 de ölümünün ardından yerine geçen oğlu I. İzzeddin Keykavus (1211-1220)'da babasının siyasetini takip ederek Kıbrıs Haçlı Krallığı ile tüccarların ve denizcilerin taraflar arasında serbestçe dolaşmalarını sağlayacak ilişkileri devam ettirdiğini ve diğer yandan da ticari açıdan son derece stratejik bölgelere seferler düzenlediği bilinmektedir. Bu seferler içinde en önemlisi hiç şüphesiz Karedeniz sahilinin en önemli liman şehri olan Sinop'un fethidir (1214). Fakat Türkiye Selçuklu Devleti'nin peş peşe elde ettiği bu başarılar bölgedeki ticari dengeleri bozduğu için özellikle Kilikya Ermeni Krallığı büyük gelir kaybına uğradı. Bu durumu telafi etmek için 1216'da Antakya'yı işgal edince de Haçlılar ile Kilikya Ermeni Krallığı'nın arası açıldı. Taraflar arasındaki bu gerginlik tüccarlara yansıyınca Anadolu-Suriye kara yolu ticaretinde problemler oluşmaya başladı. Bunu üzerine Sultan I. İzzeddin Anadolu Suriye yolunun kalıcı olarak Anadolu kısmını emniyette tutmak için Halep'e kadar hakim olunması gerektiğini gördü. Bu nedenle sultan önce 1216-1218 yılları arasında peş peşe Kilikya Ermeni Krallığı üzerine sefer düzenleyerek elde ettiği başarılar ile adı geçen devleti tabiiyeti altına almayı başardı. Ancak Halep'ehakim olma konusunda sultan başarısız olsa da öldüğünde (1220) geride sınırları genişlemiş ve gerek siyasi gerekse ekonomik açıdan gayet istikrarlı bir devlet bırakmıştı.

Bu durum Ortaçağda Avrupa ile Asya arasındaki ticarette söz sahibi olan İtalyan şehir devletlerinden Venedik Dukalığı'nın da dikkatini çektiği için ağabeyi I. İzzeddin'in yerine Türkiye Selçuklu tahtına oturan I. Aleaddin Keykubad (1220-1237) ile taraflar arasında karşılıklı imtiyazları içeren bir anlaşma imzalandı. Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubad'ın "hüküm ve tabiiyeti altında bulunan bütün kişiler" ile Venedik Dukalığı'nın tebaasının yanı sıra Suriye dahil Levante'de yaşayan Venediklileri kapsayan bu anlaşmanın günümüze Latince kaleme alınan bir nüshası ulaşmıştır. 8 Mart 1220 tarihinde Venedik Dukası'nı temsilcisi Jacobus Teopuloile Sultan I. Alaeddin'in elçisi Emir Sipehsalar Şemseddin Emirü'l-Gazitarafından imzalanmıştır. İki yıl geçerliolacak olan bu anlaşmadakonumuz gereği bizim için önemli olan "I. Alaeddin Keykubad'ın sahip olduğu yerlerde Venediklilerin geçişlerinden ve yaptıkları ticaretlerden yüzde ikiden (% 2) başka vergi alınmayacağı gibi kıymetli taşlar ve incilerden, işlenmiş veya ham gümüş ile altından, zahireden hiç gümrük alınmayacak" olmasıdır. Bunların karşılığı olarak ise onlardan hakimiyeti alanında yaşayan tüccarların Venediklilerin idaresindeki yerlere gerek kendi gemileri gerekse yabancı gemilerle girdiklerinde selamlanmasını istemekteydi. Ayrıca Venedik Dukası'nın hakimiyetindeki sahillerde sultanın tabiiyetindeki gemilerden tehlikeye düşen veya zarara uğrayan olursa gerekli yardım yapılıp malları iade edilecekti. Yine Sultan I. Alaeddin Keykubad'ın tabiiyetindeki kimselerden adı geçen yerlerde ölen olursa malları, ortakları arayıncaya kadar muhafaza edilecek ve hiç bir güçlük çıkarılmadan teslim edilecekti.

Yukarıda da belirtildiği üzere iki yıl süreyle geçerli olan bu anlaşmanın yinelenip yinelenmediği konusunda elimizde resmi bir kayıt yoktur. Ancak İtalyan kaynaklarını referans gösteren W. Heyd geliş sebebi ve neticesi hakkında bilgi vermese de 1228 yılında Venedik Dukalığı'nın Türkiye Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubada bir elçi gönderdiğini kaydeder.

Sultanı I. Alaeddin Keykubad ilk seferini güney sahillerinde ticari açıdan Antalya kadar önemli bir mevkide olan Alaiye (Kalonoros, Candalour/Candelerie,) üzerine düzenlemiştir (1221-1222). Fakat karadan Kilikya Ermeni Krallığı ile sınır olan Alaiye Kalesi'nin fethi taraflar arasındaki ilişkiyi gerginleştirdi. Zira Akdeniz'den gelen mallar Antalya ve Alaiye limanları ile Anadolu'ya oradan da Latin haçlı Krallığı'na gidiyordu. Bu iki limanın da Selçuklular'ın eline geçişi bölgedeki ticari alış-verişte (özellikle gümrüklerden elde ettiği)Ermeniler'in kâr payını azaltmıştır.

Transit ticaret merkezi konumunda olan Ermeni Krallığı ile asıl problem daha öncekilerde olduğu gibi bu devletin topraklarından geçen tüccarların saldırıya uğramaları ve bu durumu Sultan I. Alaeddin Keykubad'a şikayet etmeleriyle başladı. İbn Bibi'nin naklettiğine göre, Sultan Konya'dan Kayseri'ye giderken yolda huzuruna çıkan tüccar: "Ben Halepdiyarından buraya geliyordum, Ermeni ülkesinden geçerken malımı gasp ettiler. O kafirler bu dergahtan korkmazlarsa uğradığım zulmün derdine hangi sultanın adaletinden dermanisteyeyim?" dedi. Bu tüccarın arkasından "Ben Antalya yerlilerindenim, kazandığım bütün servetimi bir gemiye yükleyip deniz yolu ile sefere çıktım ve Mısır'a gidip kâr etmek istedim. Ancak sahilden Frenkler'in saldırısına uğradık. Saldırı sonunda bizi esir alıp bütün mallarımıza el koydular" diyerek şikayette bulundu. Bu duruma çok kızan Sultan I. Alaeddin Keykubad, tüccarların zararının karşılanmasını emrettikten sonra, huzurunda bulunan emirlere "Canlarını malları uğrunda tehlikeye koyan tüccarlara saldırı oluyorsa bunu yapanların üzerlerine kuvvet göndermek gerekir" dedi. Daha sonra hemen Kilikya Ermeni Krallığı üzerine sefer düzenlendi (1225). Bu sefer sonucunda İskenderun Körfezi'nden Alaiye'ye kadar uzanan krallığın sınırları oldukça daralmıştır. Zira güney sahilindeki Ayas (Yumurtalık) ile Korykos (Kızkalesi)'un dışında ki yerler Selçuklular'ın eline geçmişti.

Ermeni seferinin ardından bu defa yine tüccarların şikayeti üzerine Karadeniz'in kuzeyindeki Kırım yarımadasında ticari açıdan son derece önemli bir liman olan Suğdak üzerine de sefer düzenlendi. Anadolu-Suriye ve el-Cezireli Müslüman tüccarlar pamuk, ipek ve baharattan oluşan yükleri ile Sivas'ta buluşup Sinop'tan gemilere binerek Kırım sahilindeki Suğdak'da karaya çıkıyorlardı. Burada Kıpçaklara mal satıyorlar, karşılığında kürk, sincap derisi, cariye ve esir alıyorlardı. 1223 yılında Moğollar Suğdak şehrini ele geçirince bölgede ticaret yapan tüccarlara zarar vermişlerdi. Moğollar bölgeden ayrıldıktan sonra bu önemli ticaret limanına yerleşmeye çalışan Trabzon Rum İmparatorluğu'nun faaliyetleri yüzünden bölgede kargaşa uzun süre devam etti. İbn Bibi'nin nakline göre: Sultan I. Alaeddin Keykubad Kayseri'de ikamet ettiği sırada Divan-ı Mezalim'e kıtalar arası ticaret yapan bir tüccar girdi. Bu tacir Rus, Bulgar ve Kıpçak diyarında iyi ticaret şartlarının olduğunu duymuş ve iş için oraya gitmişti. Ancak Karadeniz sahiline vardığı sırada eşkıyalar ona hücum edip bütün malını elinden almışlardı. Bu şikayet üzerine sultan Melikü'l-ümera Hüsamettin Çoban'ı bir donanma ile Suğdak bölgesine sefere gönderdi. Bu seferin sonucunda Suğdak şehri feth edilmişve Rus Knezliği vergiye bağlanmışoldu. Daha öncekilerde olduğu üzere yine sultan tüccarların zararının karşılanmasını emretti. Melikü'l-ümera Hüsameddin Çoban malı gasp edilen tüccarın her akçesine karşılık bir altın tazminat ödeyerekemri yerine getirdi.

Ekonomik amaçlı bu seferlerin dışındaTürkiye Selçuklu Sultanları fethedilen bölgelerin ve tüccarların güvenliğini sağlamak, ticareti canlandırmakve gümrük geliri elde etmek adına ticaret yolları güzergahlarında yaklaşık 30-40 km aralıklarla kervansaraylar, hanlar yaptırmışlardır. Mesela I. Gıyaseddin Keyhüsrev Konya-Beyşehir yolu üzerinde Kızılören Han, Kuruçeşme Han ve Denizli'de Dokuzun Hanı, I. İzzeddin keykavus'un da 1213-14 de Burdur civarında Evdir Han ve Malatya'da ki Hekim Hanı, Alaeddin Keykubad'ın ise Aksaray Sultan Han, Antalya-Alaiye yolu üzerinde Şerefzah Han ile Alara Hanı yaptırdığı bilinmektedir.

Bütün bunların dışında Selçuklu sultanları takip ettikleri iskan siyaseti ile hem ele geçirilen yerlerde Türk nüfusunu arttırmış hem de bölgenin kontrolünü sağlamıştır. Özellikle Antalya ve Sinop'un imarı ve Müslüman Türk nüfusunun artışının yanı sıra Alaiye adeta yeni baştan inşa edilip devletin yazlık başkenti haline getirilmiştir.

Asya ile Avrupa arasındaki ticarette köprü görevi gören Anadolu coğrafyasında hüküm süren Türkiye Selçuklu Devleti bölgedeki ekonomik dengeyi kontrol ederken aynı zamanda ihtiyaç duyduğu malların tedarikinin yanı sıra ihracatta da bulunarak ticarete katkıda bulunuyordu.Türkiye Selçuklu Devleti'nin başlıca ihraç ürünleri arasında dokuma (kumaş, halı ve kilim),maden olarak: şap, gümüş, Bakır, kaya tuzu yer alırken tarım ürünleri arasındaise hububat, pamuk, sebze ve meyve idi. Mısır başta olmak üzere Doğu Akdeniz ülkelerine kereste, İtalyan Şehir Devletlerine ise at, katır ve deri sattığı bilinmektedir.

Sonuç olarak bir devletin girdisi, çıktısıyla ekonomik ve ticari hayatının bel kemiğini oluşturan gümrük Türkiye Selçuklu Devleti için de son derece önemli idi. Her ne kadar üzerinde yaşadığımız toprakları fethedip kalıcı yurt haline getirerek tarihin seyrini değiştiren bu devletin resmi arşivleri günümüze ulaşmadığı için gümrük noktaları ve çeşitleri, oranları hakkında ayrıntılı bilgilere sahip değiliz. Ancak elimizdeki mevcut kaynaklardan edinilen bilgilere göre Alanya-Antalya ve Sinop limanlarının önemli gümrük noktaları olduğunu söyleyebiliriz. Konya-Kayseri, Sivas, Erzurum-Erzincan şehirlerinin ise kara gümrüğünün önemli üsleri olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca anlaşma yapılan yabancı devletlere düşük gümrük oranları uygulandığı gibi bazı ürünlerde de muafiyet getirildiği görülmektedir. 

Bibliyografya

Related Posts

Leave Comments