By Mehmet Alp on Çarşamba, 23 Mayıs 2018
Category: Ekonomi

TL'ye NE OLUYOR?

Sadece Türk ekonomi tarihinde değil, gelişen piyasalarda görülmüş en sert devalüasyonlardan birini yaşıyoruz.
Dolara karşı yıl başından beri %30'dan fazla, geçen sene eylül ayından beri %42'yi aşkın bir değer kaybı söz konusu.
Şu ana kadar dünya çapında TL'den daha fazla kaybeden sadece Arjantin Peso'su var. Arjantin merkez bankası faizleri aşırı derecede artırma mecburiyetinde kaldı ve IMF'den acil yardım talep etti.

Yatırımcıları korkutan ne?

Piyasalarda Türk ekonomisinin aşırı kızıştığı ve mevcut parasal politikanın artan enflasyonu dizginleyemeyeceğine dair kanaat var. Ayrıca Türk ekonomisine yük olan iki açık var. Birincisi nispeten daha küçük olan bütçe açığı. Yılın ilk 3 ayı faiz dışı 20.5 milyar TL olan bu açığın erken seçim kararı ile oluşan ortamda daha da büyüyeceği bekleniyor.

Asıl sıkıntı ise cari açık. Mart 2018 sonu itibari ile yıllık 55,4 milyar USD'lik bir açık söz konusu. Bu G20 grubu içinde en büyük cari açık ve Türkiye'nin GSMH'nın %5'inden daha fazla. Bu TL'nin dövize karşı özellikle kırılgan olmasını sağlıyor. Çünkü uluslararası sermayenin Türkiye'ye güvendiği ve para yatırdığı müddetçe bu açık finanse ediliyor, ama sermaye güvenini kaybederek parasını çekmeye başlarsa TL değer kaybediyor. Dolayısıyla mevzu bahis 55,4 milyar USD'nin geri ödeme maliyeti TL olarak çok daha fazla artıyor. Bunu geri ödemek için daha fazla TL gerekiyor, daha fazla TL ise TL'nin değerini düşürüyor.

Ayrıca Cumhuriyet tarihinde görülmemiş, hatta Osmanlı'nın çöküşünden bile çok daha fazla bir dış borç söz konusu. Dış borç tabii ki döviz cinsi ve ağırlıklı olarak da USD. 31 Mart 2017 itibariyle resmi rakam 453 milyar USD. Bu da GSMH'nın %51'i civarı.

453 milyar USD dış borçta dikkat edilmesi gereken iki çok önemli husus var.

1) 250 milyardan fazlası özel sektörün
2) USD Merkez bankası FED faiz artırmaya başladı!

Yani geçen sene Eylül ayında veya yıl başında USD'den borçlanarak parayı TL'ye çevirmiş olan bir özel şirket TL'yle yaptığı yatırımdan %42'den veya yıl başından beri %30'dan fazla kar yapmış olması gerekiyor ki, sırf döviz'de yaşanan devalüasyon gereği artan geri ödeme maliyetini kapatabilsin. Bakın; Buna henüz faiz dahil değil! Yatırımcının kendisi için elde etmek istediği kar dahil değil!

Türkiye üretimi için enerji ve ham madde ithal eden bir ülke. Maalesef satın aldığı enerji ve ham maddeye gereken katma değeri ekleyerek karlı satış yapabilecek bir üretimimiz de yok. Gerek şu an tekrar 80 USD'ye gelmiş ve yıl sonunda 100'ü bulacağı beklenen petrol fiyatları, gerekse üretim için gereken sanayi yatırımları dövizin artması ile daha da pahalanıyor. Dolayısıyla 'TL düştü, ihracat artar' çok yanlış bir düşünce zira ihracat için evvela üretim gerek ve üretimimiz de ithalata son derece bağımlı.

Senelerdir ülke ekonomisi ülkeye akan sıcak para sayesinde büyüdü (aslında şişti). Çünkü bu paralar kısa vadeli ve istendiği zaman tekrar ekonomiden çıkarılabilen şekilde yatırıldı. Yatırım yapan yabancıların parayı uzun vadeli yatırıma bağlamaları ihmal edildi.

Bu paranın Türkiye'ye akmasında 2008 küresel krizin büyük etkisi vardı.

Lakin şimdi; hem faiz artırımına giden FED, hem bol para politikasını yavaş yavaş daraltacağını söyleyen ve ilk adımlar atan ECB söz konusu. Dolayısıyla, mevcut faizlerde yabancı yatırımcı için TL'ye yatırım yapmak ve yatırımı yapar yapmaz enflasyon yüzünden %11 zarara uğramak mantıklı değil.

Bunun yatırımcının dini, milleti vs. gibi etkenlerle alakası yok. Zira 2008'de onlar yine hristiyan / musevi / batılı idiler, biz yine müslüman Türk'tük. Ona rağmen deli gibi para girdi Türkiye'ye.

Şimdi yatırımcı diyor ki, 'Paramı TL'ye çevirip kafadan %11 zarara uğradıktan sonra bana geri kâr olarak kalana, ve bu getiri karşılığında taşıdığım ekonomik, hukuki ve siyasi riske bakıyorum.
Paramı TL'ye çevirmeden doğrudan ABD'ye yatırırsam elde edeceğim getiriye bakıyorum.
Arada cüzi fark ya var, ya yok... AAA ABD riski almak varken çok az bir getiri fazlası için neden onca riski taşıyayım?'

İşte faizin bunun için artırılması gerekiyor.

Yatırımcı için bence en az ekonomik getiri kadar önemli bir başka husus ise 'hukuki güvenlik'.

Yatırımcı diyor ki; 'Zaten şu anda düzgün işleyen bir hukuk düzenin yok, kaldı ki, son referandumda onayladığın anayasa metni kuvvetler ayrımını ve dolayısıyla hukuk devletini resmen ortadan kaldırmak üzere hazırlanmış. Bir de 24 haziranda aynı hükümeti yeniden seçersen bu anayasa artık resmen yürürlülüğe girecek... Ben neye güvenerek sana para yatırayım?'

Bakın, ben bunu batıyı, kapitalizmi savunmak için yazmıyorum.
Sadece yatırımcının nasıl hareket ettiğini tarif etmek için yazıyorum.

Kaldı ki;
Bunlar açık açık söyleniyor. Yani gizli saklı, hükümeti düşürmek için yapılan komplo falan değil. Düz matematik ve piyasa kanunları.
Bu kanunlar sizin lehinize işlerken iyiydi de şimdi mi kötü oldu?

Hal böyleyken beyefendi Londra'dan açıklama yapıyor.
'24 Hazirandan sonra ekonomide çok daha fazla sorumluluk üstleneceğim, ve faizleri düşüreceğim...'

Yani yatırımcı çıkmasın da TL'den ne yapsın?

Diyelim ki ekonomik güveni tekrar yerine getirdiniz...

Siyasi ve hukuki güveni nasıl geri vereceksiniz?

Peki ne yapılmalı?

Evvela kısa vadede bu devalüasyon dizginlenmeli ve kur kontrol altına alınmalı. Çünkü siz her ne kadar faizi artırmanın ekonomiyi yavaşlatacağını düşünseniz de, artırmamak ülkeyi daha büyük bir felakete sürükler ve aynı zamanda yine büyümeye zararı olur. Örneğin son kur hareketinin GSMH'nın en iyimser tahminle, %3-5 arası gerilemesine yol açacağı düşünülmekte.

Bu nasıl olur?

Öyle Geç Likidite Penceresini göstermelik bir kaç puanla artırarak olmaz.
Bu kızgın taşa düşen ufak bir damla gibidir.
Çabuk buharlaşıp yok olur.
Kısa vadeli etkisi ile USD tekrar 4,50lere geldi diye sevinenler daha fazla değil 3-4 gün evvel 4,50'yi gördük diye bunalıma girenlerdi...

Çıkarsınız piyasaya referans faizi %5 hatta %6 artırırsınız; bunun bayağı bir duyulmasını, yani pazarlamasını yaparsınız. Aynı zamanda 3-5 milyar USD satarsınız. Bunu mümkün olduğu kadar sessiz sedasız yaparsınız ki; asıl faiz artırımının etkisini katlasın. Bir de demeç verirsiniz '...gerektiği zaman TL'yi desteklemek için yine faiz artırımı yapmaya hazırız, ama buna gerek kaldığını, en azından bu oranda gerek kaldığını düşünmüyoruz. Türk ekonomisi bu referans faizi kaldırabilecek güçtedir.' diye. Böylece hem kararlılık hem özgüven sergilersiniz.

Böylece ekonomi bir nebze sakinleşir... Bu olayın ekonomik boyutunu biraz soğutur. Yani zaman kazanmış olursunuz.

Ama uzun vadede durumu düzeltmezseniz en geç 1-2 yıl sonra (ki bu ekonomik güveni neredeyse tamamen sağlanmış olduğunuz varsayımı ile iyimser bir yaklaşım) yine aynı sıkıntılar ile karşı karşıya kalırsınız.

Dolayısıyla uzun vadeli, kalıcı çözümler gerekir...

Bunu başarabilmek için de yapısal reforma gitmeniz gerek.

İsraf ve gereksiz harcamaları kesmeniz gerek, karsız ihaleleri vermemeniz gerek, devletin kasasından çıkan her kuruşu çok iyi teftiş etmeniz gerek, ekonominin biriktirme oranını yükseltmeniz gerek, eğitime, Ar-Ge'ye her köyde üniversite açarak değil, mantıklı yatırımlar yapmanız, eğitim sistemini komple yenilemeniz gerek, böylece üretiminizin katma değerini artırmanız gerek.

Peki böyle reformların maliyeti ne olur biliyor musunuz?

Siyasi tekeliniz.

Muhtemelen bu reformları yapan bir daha seçilmez, çünkü halk üretmeden tüketmeye en geç 1980'den beri ama son 16 yıldır iyice alıştırıldı...

Ama anlayamadığımız şu var,

bu dediklerim yapılmazsa, bu coğrafyada bizi uzun vadede yaşatmazlar!

En azından 'hür' olarak yaşayamayız!

Related Posts

Leave Comments