By Mehmet Alp on Salı, 27 Eylül 2016
Category: Ekonomi

Derecelendirme Kurumları

Moody's geçtiğimiz cuma günü, yani 23 Eylül 2016'da, Türkiye'nin kredi derece notunu düşürdü.

Sermaye piyasalarına uzak olan insanlar için bunun ne manaya geldiğini, önemini anlamak zor olabilir.

Her ne kadar Moody's ekonomik açıdan işlev ve metodolojisi doğrultusunda tutarlı davranmış olsa da, olayın siyasi boyutu var.

Ama buna rağmen ben olayı 'düşmanlarımızın veya faiz lobisinin Türkiye'nin dünya zirvesindeki yerine yerleşmesini engellemek için attığı bir adım' olarak görmüyorum. Yaşım 43, 20 senedir sermaye piyasalarında çalışıyorum ve Türkiye hatırladım hatırlayalı hiç bir zaman dünya zirvesinden bu kadar uzak olmamıştı. Evet buna 2001 krizi ve sonraki süreçte dahil!

​Olayı anlayabilmek için bu derecelendirme kurumlarının yapılanması ve tam olarak ne iş yaptıklarına bakmak gerek.

Dünyada bir sürü derecelendirme kuruluşu vardır. Bunların uluslar arası en önemlileri, Moody's, Standart and Poors (S&P) ve Fitch 'Büyük Üç' diye anılır. İçlerinde en büyüğü olan S&P'dir.

Bu derecelendirme notunun verilmesinin iki yolu vardır. Birincisi, şirketler, ülkeler bu kuruluşlara gider ve 'hadi beni derecelendir' derler. Bu şirketlerin çalışanları da bu şirketlerin, ülkelerin bilanço ve rakamlarına bakarlar ve buna göre bir not verirler ve bu notu neden verdiklerine dair rapor yazarlar.

Derecelenen şirket veya ülkelerde bu şirketlere bu notu alabilmek için manyak para verirler.

İkincisi ise derecelendirme kuruluşları kendiliğinden notu verir. Bu özellikle derecelendirilen riskin ülke olduğu zaman görülen bir yöntemdir.

Lakin verilen not tartışılmadan önce, derece ister derecelendirme kuruluşlarının görevlendirerek, isterse kuruluşların kendi inisiyatifi ile verilmiş olsun, bilinmesi gereken, bence önemli bazı detaylar var.

Mesela bir çok kişinin sandığının aksine bu derecelendirme şirketleri bağımsız, uluslar arası örgüt falan değiller. Bas baya kar amaçlı hareket eden şirketler.

Örneğin S&P'nin sahibi bu senenin nisan ayına kadar McGraw Hill Financial, Inc. isminde ve nisanda ismini S&P Global Inc.'e çeviren ABD kökenli bir şirket.

En büyük 5 hissedarı Vanguard Group (%6,78), FMR LLC (%6,33), Blackrock (%5,27), State Street Corp (%4,27), Morgan Stanley (%3,54). Bu hissedarlar görüldüğü gibi tüzel kişilikler. Kimlere ait olduklarını araştırmak her zaman kolay olmuyor. Ama S&P'nin hissedarı olan bir bankayı değerlendirmesinde hiç bir sakınca görülmüyor örneğin. Bu tür bankaların ABD Merkez Bankası olarak bilinen ama aslında bir çok güçlü bankanın karetli olan FED'e ortak oldukları da ilginç bir durum. Yani tam 'kimin eli kimin cebinde belli değil' diye tarif edilebilecek bir tablo var ortada.

Fitch ve Moody's içinde aynısı geçerli. Yani hissedarları ve kökenleri farklı olsada bunların hepsi kar amaçlı şirket. Örneğin Moody's de hisse oranı %13 ile %5'in üstünde olan tek ve en büyük hissedar, Warren Buffet'e ait Berkshire Hathaway şirketidir. Diğer hissedarların hepsi %5'den az hisseye sahipler.

Bir başka bence önemli olan unsur ise, artık bir çok finans sisteminin mevzuat ve kanunlarında bu derecelendirme kuruluşlarının artık vazgeçilmez olmasıdır.

Mesela Basel II diye bilinen ve bankaların asgari sermaye yeterliliklerinin ölçümlenmesi için bir standartlar manzumesi vardır. Bu manzume 1930'dan beri Uluslararası Takas Bankası (BIS) bünyesinde buluşan kurul tarafından kararlaştırıldı. Bu kurul merkez bankaları ve bankacılık denetim otoritelerinden üst düzey yetkililerinden oluşmakta. Ve bu manzume 1 Ocak 2007'den beri Avrupa Birliği tarafından kanunlaştı. Yani AB'de bankacılık yapan her kurum buna uyma mecburiyetinde.

Basel II mevzuatında özellikle dış derecelendirme kurullarından verilen notu baz alarak hangi yatırımların, yatırım yapan bankaların sermaye oranına nasıl etki yaptığını temel alır. Her ne kadar 'Büyük Üç' dediğimiz şirketler bizzat isimleri verilerek belirtilmeselerde, Basel II mevzuatının belirlediği kriterlere uygun faaliyet gösterebilecek derecelendirme kuruluşları sınırlıdır, ve bunların içinde en büyük piyasa hakimiyetine sahip olanlar 'Büyük Üç'tür.

Ayrıca Basel II mevzuatına tabi bankalar uluslar arası sermaye piyasalarında beraber çalıştıkları bankalara tanıyacakları kredi miktarlarını tanımlarken, kısmen kendilerinin tabi olduğu Basel II kriterlerini de önemserler. Bu da Basel II'ye tabi olmayan bankalarında kısmen bu kurallar doğrultusunda hareket etmelerini gerektirir.

Yani bu derecelendirme kurumlarının verdikleri 'not' ciddi şekilde uluslar arası sermaye piyasalarında paranın akımını, yatırımın yönlenmesini sağlar.

Eskiden banka bir işyerine borç vermeden evvel bankanın risk değerlendirme bölümü o kuruma gider, bilançolarını inceler, varsa imalathanesini vesaire inceler ve buna dayanarak borç vermeyi onaylar veya reddederken, günümüzün sermaye piyasalarında bu denetleme tamamıyla olmasa bile çok büyük boyutta 'standartlaşma' adı altında bu derecelendirme kurumlarına terk edilmiş olmakta.

Bu yöntem bir çok banka için ciddi tasarruf ve kolaylığa sebep olmuş olsa da bence en geç 2008 finans krizinde ne derece tehlikeli olduğu bizzat yaşandı. 2008 krizini tetikleyen ABD'de ki ev kredilerinin senetlendiği 'subprime kağıtları' bu derecelendirme kuruluşlarının verdiği en iyi not olan AAA notuna sahiplerdi.

2008 finans krizinden sonra bile bu kurumların bir ceza / engelleme görmeden hatta finans piyasalarında bile olayın farkında olan bir azınlık haricinde sorgulanmadan devam edebilmeleri sahip oldukları gücün sadece ekonomik değil, aynı şekilde siyasi olduğunu da gösteriyor bence.

Olaya bu açıdan baktığımızda tabii ki Moody's in Türkiye'nin derecesini düşürmesinin önemli olduğu doğrudur.

Ama bir de olaya şu açıdan bakmak gerek; Bu Ba1'in manası ne? Ba1 ne demek?

​Yazının ikinci ve üçüncü bölümleri:

DERECE NOTU DÜŞÜRÜLMESİNİN ETKİLERİ - tahtapod.com | Blog

TÜRKİYE'YE MUHTEMEL EKOPOLİTİK ETKİLER - tahtapod.com | Blog

Related Posts

Leave Comments