Yırt zaman ağını dar gel düzene
Tekrar doğ anandan aslan Köroğlu
Saltanat yan verdi yoksul ezene
Halkının sırtına yaslan Köroğlu
bastıkça erir tane buz olur damla
yedi yamalı pantolon asılı boyna
incecik bir gömlek dokunsan elin yanar
Zaman hayli eski zaman.
Tığ gibi delikanlı daha Çavuş.
Titriyor bastığı yerler, yürürken arkasından.
Dağlar dost, ekmek dağlarda o sıra...
Bir türkü tuttururmuş Çavuşum
kuşluk vakti, dağ yollarında...
Kerbela çölünde çıkan can benim
Öldükçe bağlandı sana dört yönüm
Say ki adım Hasan say Hüseyin'im
Gözümden kan aktı vallah ve billah
Yoluna yoldaşım elhamdülillah
Son nefese doğru, kalktı yürüdü
Bakışları yolda bir dost aradı
Gözleri aniden göğü taradı
Duaları gördü Pehlivanoğlu
Fırat çağladı bugün
suya doydu toprak...
'Yılmaz' demiş anası
savaşır Yılmaz
bilir ki savaşırsa
bin yıllık çınar yıkılmaz
Dün gördüğüm bir habere istinaden bu yazımda dilim döndüğünce Nuri Paşa'dan ve Dağıstan'da yaşadığım birkaç anıdan bahsetmeye çalışacağım. Haberin başlığı "Nuri Paşa'nın cenaze namazı 67 yıl sonra kılındı"
Haberi okuduğumda büyük bir şok etkisi yaşamıştım ve aklıma ilk gelenler önce çoğu kişinin Hababam Sınıfı'ndan hatırladığı o meşhur "Laleler" türküsü oldu. Tabi o dönemde ve sonrasında daha nice şiirler ve türküler karşılıklı bir şekilde yazılıp söylenmiştir. Daha sonra Dağıstan'da yaşamış olduğum birkaç anıyı hatırladım. Haberden başımı kaldırıp kendime geldiğimde etrafıma baktım ve sadece boş bakan yüzler ve birkaç gereksiz söz duydum. Peki; nedir bu "Laleler" türküsü kime ve niçin yazılmıştır?
Bahara erer mi gönül toprağın
Güneşi gördü mü oralar Kerim
Biz gönlünü kırdık yeşil yaprağın
Sarardı kurudu buralar Kerim