By Nurşen Karakaş on Pazar, 19 Kasım 2017
Category: Yaşam

Halâ Avuçlarımızda Güzel Bir Koku Kalmış

Yolun yarısını geride bıraktığım bu günlerde zihnim hep avuçlarımızdan akıp giden güzel şeylerle meşgul. Zihnimin derinlerinden çağırıp izlesem de güzellik, içinde yaşasan da güzellik… Keşke ele yele vermeyeydik dediğim ne çok şey var. Envanterini çıkarıp bir yerlere kayıt düşmeli…

Ana yurdumuzda göçeriz, biz. Anam babam Karadeniz'in doğu ucunda hayat bulmuş. Otuzlu yaşları bulmadan ailelerinin rızkı için batısına doğru kaymışlar. Ben çıngır çıngır bir dere kenarında oynamaya başlayacakken çıkmışız köyümüzden. Bağımız tamamen kopmamış, aile nadiren ziyaret için geri döndüğünde, görüş alanıma giren her şeyi bütün uzaklığımıza rağmen sevdiğim ana- baba köyü aklımın sardığı* ilk gidişimdeki hatıralarımız cenneti. Senden çok şey yok dağarcığımda.

Batıda Zonguldak liseyi bitirene kadar yurt oldu, bana. Lise sonrası acil çalışma mecburiyeti, tahsile devam zorunluluğu yeni bir göçe zorladı. Yeni istikamet İstanbul... Çanakçı'da dedem neslini, Zonguldak'ta ise babam neslini bıraktık. Anlayışını töresini tam olarak hazmedemeden, toprağa bağlanamadan, konu komşuyu tanıyamadan, kendi doğrumuzu yanlışımızı oturtamadan göbek bağımız incelip zayıflayarak İstanbul'a erişti.

İstanbul öylesine kalabalık ve o kadar yalnız bir çevre ki sanırsın uzay atmosferi. Trilyonlarca yıldızın içinde uzlaşılmaz, ulaşılmaz uzay nesnesi benzeri, insanlar arası yaşam. On yedi milyon sakinin biraz şansı varsa eğer küçük adacıklar oluşturabiliyor. Çekirdek aile, dış halkası, birkaç arkadaş ve arkadaşımsı çemberden sonrası yabansı cangıl gibi.Doğum- ölüm, hastalık- sağlık, düğün-bayram… Bir garip yaptım oldu seremonisi. Bayramlar takvimdeki tatil fırsatı olmuş. Tanış olmayan insanların aynı şeye sağlıklı sevinç duyduğu, mutlu hissettiği anların toplamı hiç kadar? 

Oysa büyüdüğüm toprakların, biz sonradan gelmeler tarafından oluşturulan mahallelerin dışında yaşayan Çandarlının, Oğuzun, Bayatlının, Saltuklunun konak kurduğu**, yurt edindiği toprakların ne güzel bir bayram kutlaması vardır, bilmelisiniz. Biz sonradan gelmeler o iç halkaya dahil olup onlar gibi bayramlar kuramadık. Anılarımda bizim gibi ailelerin değil de onların yeni yetme genç erkeklerinin ilgi gösterdiği, kız çocuklara izin verilmeyen bayramlardı Filyos, Göbü, Yaka, Çatalağzı, Cumayanı köy bayramları.

Gurbetçi tanımadığı hayattan yabancı olandan sakınarak yaşam kurmaya çalışıyor. Zaman ve şartlar dayatıp geriye dönemeyince, yeni gelen nesiller yerel ile bağ kurdukça, yerli ve gurbetçilerin ilişkileri bir şekilde uyum sağladıkça, nesil değiştikçe kalkanlar yavaş yavaş indiriliyor. Süreçte yerli yabancı bir birini törpüleyerek yeni bir yaşam alanı oluşturuyor. Bizim aile hikayesi de öyle.

Örneğin benim ailemde bayram aile ve akrabalar ile kaçınılmaz biçimde komşuluk edilen ailelerin birbirini kutlama törenlerinden ibaretti. Onca temizlik faaliyetinin ardından eğlenceli kısım bir türlü gelmezdi. Tek etkileyici bayram anım; yedi yaşındayken 2,5 lira harçlık veren Turgut ağabeyimin -büyük emmim oğlunun, babasından aldığı harçlıktan bana verdiği- yarattığı heyecanlı gündü. Onun dışında büyük, dolu, heyecanlı, renkli bir bayramım olmadı. Hala hep o başkalarının "nerde o eski bayramlar?" sorusunun özlemli cevabını bilmek isterim. Oysa Zonguldak'ta yerleşmiş en eski Türk boylarının torunlarının halen sürdürdüğü ne güzel bir bayram töreni var.

Zonguldağın yerli köylerininin bir kısmında Ramazan ve Kurban bayramlarının günleri köyler tarafından bölüşülür. Her köyün bayram günü belli olur. O eski tahta odalı, toprak sofalı evlerin mum gibi fırçalanmış sabun kokulu tahtaları yeni tip evlerle değişse de, evler en güzel biçimde temizlenir ışıltılı örtüleri, düzenleri kurulur. Keşkekler kaynatılır, yapraklar sarılır, yufka börekleri, ekşi hamurlu ince ekmekleri, turşusu, kurusu, taze ya da tuzlanmış mantarı, tatlı kestane çorbaları, baklavası, bükmesi… akıllarına ne geldiyse bütçeleri neye yettiyse hazırlanır tamam edilir.

Misafir kabul edecek evlerin kapılarına Türk bayrağı asılır, kapı açık tutulur. Evin en yaşlı koca ana ve koca babası veya hangisi varsa bayramlık elbisesini kuşanır evin başköşesine oturur, misafirini bekler. Misafir diğer köylerde, mahallelerde yaşayan herkestir. Akraba yakın tanış olma şartı yoktur. Küskün- kavgalı olma engel değildir. Bayramdır, gelene kim olduğu sorulmaz ama tanışılır hal hatır sorulur, Gelen büyüklerin koca ana ve babadan başlayarak elini öper, yaşıtları ile usul neyse öyle bayramlaşır. Sofra kurulur doyurulur. Misafir ağırlayan evde yüz sofra kurulsa bin tabak yıkansa off! denmez. Yüzler güler, gelen gülen yüzle hoş edilir, giden gülen yüzle uğrulanır. Adeta bey sofrasıdır ya, kuran böbürlenmez, gelen azımsamaz… Kurbansa eğer bayram, kesilen kurban eti köy meydanında hazırlanır kavrulur, gelen geçene ikram edilir di. Şimdi bayram evlerinde aynı şey yapılır, kurban kesene ne kaldığı, yiyenin ne yediğinin hesabı tutulmaz.

Kapıya bayrak asıp misafir kabul eden evin zengin olması gerekmez. Bir evlek tarlaya darı eken de, kömürde gruplu işçi çalışan da töre neyse karınca kararınca uygular. Bayram nöbetini bitiren köy ertesi gün diğer köyün bayramının misafirleri arsına katılır.

Genç eğlenceleri de yapılır tabi. Kızlar güzeller güzeli, oğullar yakışıklı olmak için çabalar. Aşklar da doğmaz dersem yalan olur. Yaka'nın bayramında tanışmış Zülfiye ile Hayati'nin kışa kalmadan düğünü kurulabilir elbet. Ya da kışa denk gelmişse bayram, yaza evlenecekler diye sözü kesilip nişanı takılır. 

Geçtiğimiz yıl hısım olduğumuz ailenin bayram evine gitmiştim, vakit öğleyi biraz geçiyordu. Yer sofrası yerini masaya bırakmış, yemeklere günün şartlarına göre ilaveler olmuş, koca baba- sonraki aylarda rahmeti rahmana gitti- takım elbisesini giymiş bastonuna ellerini çaprazlamış heybetli bir oturuşla baş köşede oturuyor. Başka tür bir değişim de bayramcı misafirlerde olmuş. Gelen giden çoklukla genç nesil olmuş. Orta ve ileri yaş azalmış. Her an yemek servisine hazır masalar olabilecek her boşluğa, kurulmuş, birinden doyurulmuş misafir kalktığında ev sahibi hemen yeni misafirler için hazırlanıyor. Tokluğa bakılmadı, sofra kuruldu, yedik.

Muhasebeciyim ya mesleki deformasyona uğramışım. Yine hesaplama hastalığım tuttu. Dünürlerimize sordum "Kaç sofra kurdunuz bu gün?" Şaşırdı biraz, sonra çekinik bir ifadeyle "bilmem belki kırk olmuştur" dedi.

Halâ avuçlarımızda güzel bir koku kalmış. Fiyos, Çatalağzı, Yaka, Göbü, … bayram sofrası kuruyor. Oğuzun, Saltıklının, Bayatlının çocukları geçmişte o sofraların niçin kurulduğunu bilmeden, çok da farkında olmadan töre yaşatıyor. Hayatın cıvıltısını, neşesini birlikte yaşıyorlar. Bayram sevincini ellerinde tutuyorlar.

Yapabilir miyiz acaba? Artık yerleşebilir miyiz? Bozmadan, bozulan kısımlarını onararak böylesine hoş bir yaşama anını elimizde tutabilir miyiz? Yeniden köklerimize dönebilir miyiz? Güzel bağımızdaki ayrık otlarını temizleyebilir miyiz? Toplumsal barışımıza deva olacak güzel alışkanlıklarımızı, törelerimizi yaşatabilir miyiz? Emin beldeler kurup güven içinde yaşayabilir miyiz? Yeni bayram gelmeden üzerinde düşünüp taşınalım, ne dersiniz?

Hiç belli olmaz belki de hepimize iyi gelir.


Nurşen Karkaş
19-11-2017
 

*Akıl sarması, bilinçli hatırlamanın başladığı dönem.
**Konak kurma, yerleşme, köy oba kurma.
____

Bayram menüsüne örnek (mevsime göre değişim gösterebilir)

Örnek Bölge Çatalağzı Cevresi Bayram Günleri

Kazköy, Muslu 1. Gün
Kuzyaka, Işıkveren, 2. Gün
Doğancılar 3. Gün
Göbü. Filyos 4. Gün

Related Posts

Leave Comments