By Selim Uysal on Çarşamba, 19 Temmuz 2017
Category: Yaşam

FIRATLAR ÖLMESİN DİYE "FIRAT İÇİN ADALET"

"Bu dünyada bir nesneye yanar içim, göynür özüm,
 Yiğit iken ölenlere gök ekini biçmiş gibi..."

Yunus Emre

Nihayet dün, tam 880 gün sonra karar açıklandı ve katil Nurullah Semo cinayetten ağırlaştırılmış müebbet, örgüt üyeliğinden ise 15 yıl hapis cezası aldı. Bu bir "oh" dedirtse de mücadele henüz bitmedi.

20 Şubat 2015 tarihinde bir Cuma günü, Ege Üniversitesi'nden gelen saldırı ve bıçaklanma haberi ilk bakışta birçoğumuza ne kadar da basit gelmişti değil mi? Basit değil aslında da, alışılmış, kanıksanmış daha doğru bir tabir olur sanırım. Zaten senelerdir süren bu tip saldırılar, meydana gelen olaylar özellikle sınav dönemlerinde artar, doruk noktasına ulaşırdı. Medya organlarında "karşıt görüşlü öğrenci kavgası" olarak çıkar; işin iç yüzünden, arka planından haberdar olmayan milyonlarca insan "işte gençliğin hâli", "serseri herifler", "akıllanmaz bunlar", "ananız babanız okuyasınız diye perişan oluyor, sizin işiniz gücünüz hır gür", "memleket bunlara kalacaksa yandık" gibi, versiyonları çoğaltılabilecek sözlerle tepkilerini dile getirir sonra günlük işlerine döner ya da kanalı değiştirerek herhangi bir yarışma veya magazin programını, sevdiği diziyi izlemeye başlardı. Bu tip olayların sebepleri ve taraflarını bilenler için ise sinir bozucu, lanet edilesi haberlerdi bunlar. Olayın kendisine ayrı üzülür ve kızarlardı, haberlerin veriliş tarzına ayrı. O gün de başta öyle olmuştu. Milyonlarca insan için adi bir vaka idi bu haberde bahsedilen olay.

Birkaç saat sonra ise olayın içerisinde bir de ölüm olduğundan söz edilmeye başlandı. Ege Üniversitesi Tarih 4. Sınıf Öğrencisi Fırat Yılmaz Çakıroğlu'nun üniversitede "karşıt görüşlü öğrenciler" arasında çıkan kavgada bıçaklanarak öldürüldüğü ajanslara düşmüştü. Bu haber ajanslara düştüğünde aynı zamanda bir ana, bir baba, bir yâr, onlarca arkadaş ve milyonlarca insanın gönlüne de ateş düşüyordu. "Banane" diyenler, "su testisi su yolunda kırılır" diye edebiyat yapanlar, umursamayanlar elbette yine vardı yalnız bu sefer nedendir bilinmez garip ama sevindirici bir hareketlilik vardı insanlarda. Bir can gittikten sonra tepkiler ne kadar sevindirici olabilirse tabii ki…

Bilgiler akmaya devam ediyordu. Ölen genç 23 yaşındaydı. Fotoğrafı paylaşılmaya başlanmıştı ve hani yakışıklılığı ve temizliği ile meşhur Yusuf Peygamber'e benzetilerek kullanılan bir "Yusuf Yüzlü" tabiri vardır ya, işte tam da o tabire uyuyordu bu gencin yüzü. Bu Yusuf yüzlü gençten kim, ne istemiş olabilirdi? Tarih okuyan bu üniversite öğrencisinin karşısındaki "karşıt görüşlüler" acaba "İskender mi büyük Sezar mı?" , "Timur mu haklıydı Beyazıt mı?" gibi bir tartılma yüzünden mi katletmişlerdi onu bu genç yaşında? Hangi "karşıt görüşe" sahiplerdi?

Tabii bazıları olaya o esnada teşhisi koymuştu. Olay "siyasi"ydi. 80 öncesi gördükleri ve illallah ettikleri siyasi-ideolojik kavgalar hâlâ devam ediyordu ve bu kişilere göre bu olayların tarafları "yesinlerdi birbirlerini".

Ancak dedim ya o gün farklı bir şey oldu. Kendiliğinden oldu. Sanatçılar, yazarlar, sporcular, sosyal medya fenomenleri Fırat için paylaşımlar yaptılar. Tüm Türkiye'nin haberi oldu Fırat'tan. Daha bir hafta kadar önce Özgecan Aslan adında bir genç kız vahşice öldürülmüştü. Toplumda bu yüzden hassasiyet had safhadaydı. Bunun mu etkisi vardı bilemiyorum ama belki de ilk kez üniversitelerde meydana gelen böyle bir olayda, insanlar ortaya bir tepki koyuyordu. Kimi bilinçli, kimi bilinçsiz ama yine de güzeldi. Özgecan, Fırat'ın şansı mı olmuştu yoksa Fırat, kanayan bir yaranın ilahi bir şekilde sembol ismi mi oluvermişti ondan da emin değilim.

Olay saatler ve günler geçtikçe netleşmeye başlıyor, dünyanın en büyük gündem öğütücüsü Türkiye'de bu konuda bir grup insan dışındaki herkesin gündeminden hızla çıkıyordu. Ege Üniversitesi'nin son yıllarda bölücü terör örgütü PKK'nın militan devşirme ve eylem alanı haline geldiğini gösteren fotoğraf ve videolar ortaya çıkıyor, milliyetçi-vatansever bir genç olan Fırat Yılmaz Çakıroğlu ve arkadaşlarının okulun yetkili birimlerine ve emniyete defalarca ilettikleri şikayetlerin sonuçsuz ve cevapsız kaldığı öğreniliyordu. Fırat ve arkadaşlarının bu yüzden, sanıldığı gibi bir siyasi ve ideolojik ayrım yapmadan, bütün öğrenci grupları ve öğrencilerin katılımıyla "Teröre Karşı Yürüyüş" düzenlediği, sosyal medya üzerinden "Ege'de Terörist İstemiyoruz" sloganıyla sesini duyurmaya çalıştığı bilgisine ulaşınca, keşke destek olabilseydim diye düşünüyor; Fırat'ın o yürüyüşteki bir fotoğrafının sosyal medyada paylaşılarak, okulda duvarlara asılarak ölümle tehdit edildiğini okuyunca, bu vurdumduymazlığa, bu kayıtsızlığa, aymazlığa isyan ediyor, lanet okuyor, sinirden dişlerimi ve yumruklarımı sıkıyordum.

Olayın öncesi bir yana, gerçekleşmesi daha da beterdi. Fırat, bölümünde iyi bir öğrenci olmanın yanı sıra formasyon da alıyordu ancak derslere, sınavlara girmekte zorlanıyordu çünkü tehdit ediliyor, öğrenci olarak okulda bulunan ama aslında birer terör örgütü üyesi olanlarca saldırıya uğruyordu. O gün de öyle oldu. Okulu daha önce defalarca savaş alanına çevirenler,o gün yine karıştırdılar. Taşlar, sopalar, kesici delici aletlerle saldırdıktan sonra o hırsla arkalarından koşan Fırat'ı bir kafeye çektiler. Cinayet planlanmıştı, çok belliydi. Katil Nurullah Semo, kafenin içerisinde önceden hazırlamış gibi bulduğu bıçakla, Fırat'a ustaca saldırdı ve yaraladı. Ustacaydı çünkü Fırat'ın bacağında hayati bir yara açmıştı. Ustacaydı çünkü mahkeme sürecinde Semo'nun PKK kamplarında eğitim aldığı ortaya çıkacaktı. Fırat yine ölmezdi belki ama ambulans… Okulun yanıbaşındaki hastaneden cankurtaran tam 45 dakika sonra gelebilmiş, onu beklemek istemeyen arkadaşları Fırat'ı polis aracına bindirerek hastaneye yetiştirmek istese de polisler buna izin vermemişti. Evet, bu cinayet geliyorum demişti. Önce tehditler, sonra taciz ve saldırılar, şikayetlerin görmezden gelinmesi, en sonunda ölümcül bir darbe ve o da yetmezmiş gibi ölüme terketme… Fırat'ın ölümü işte böyle kademeli, kapsamlı ve planlı bir cinayetti.

Ölümün en çok geri dönülmezliği etkiler beni. Gidenin gitmiş olması değil de geri gelmeyecek olması yani. Para, mal mülk yığsanız, dünyayı yakıp yıksanız çare olmaz. Buna rağmen yine de dava sürecini takip edip en iyi sonucun alınmasını can-ı gönülden diledim. "Adalet gecikmez, tez verilmeli" dese de şair, Türkiye'de adalet geç de olsa gelmesine sevinir durumda olduğumuzdan 2,5 sene boyunca hep sıktık dişimizi… Acılar dinmez, Fırat zaten geri gelmez ama en azından birkaç damla su serpilsin istedik yüreğimize. Katiller ve yardımcıları elini kolunu sallayarak gezmesin,bunun bir bedeli olduğunu bilsinler istedik. Bu süre boyunca en büyük çabayı avukatlar gösterdi, büyük emek sarfettiler. Birçok insan da gerek sosyal medya gerek gerçek hayatta Fırat'ı tanıtmak için, insanları haberdar etmek için uğraşıp durdular.

Nihayet dün, tam 880 gün sonra karar açıklandı ve katil Nurullah Semo cinayetten ağırlaştırılmış müebbet, örgüt üyeliğinden ise 15 yıl hapis cezası aldı. Bu bir "oh" dedirtse de mücadele henüz bitmedi. Katilin terör örgütü üyesi olduğununtescil edilmesi bence aldığı cezadan bile önemli bir etki yaratacaktır, yaratmalıdır. Bundan sonra üniversitelerde meydana gelen olayların "karşıt görüşlü öğrenci kavgası" değil, bir terör örgütünün planlı yuvalanma ve terörize etme faaliyetlerinin sonucu olduğu görülmelidir. Karşıt iki grup varsa bunların bir tarafının terör örgütü militanları, diğer tarafının ise Atatürk'ün çizdiği yolda ilerleyen, vatansever, milliyetçi, ülkesine milletine bayrağına bağlı Türk gençleri olduğu asla unutulmamalıdır. Bundan sonraki mücadelenin bir kısmı bu "karşıt görüş" ifadesini çöpe atmak için olacaktır. Diğer kısmı ise, Fırat'ın katledilmesine giden süreçte üniversitenin terör kampı haline gelmesine göz yuman, bu teröristleri "öğrenci" diyerek koruyan, dilekçe ve şikayetleri dikkate almayan, öğrencilerinin can güvenliğini sağlamayan akademisyeninden dekanına ve rektörüne, güvenlik görevlisinden polisine kadar herkesten hesap sorulması, sorumlu herkesin cezalandırılmasının sağlanması olmalıdır.

Ve son olarak şunu söylemek gerekiyor. Fırat Yılmaz Çakıroğlu şehittir! Eğer ki bir terör saldırısında hayatını kaybeden güvenlik görevlileri dışında vefat edenlere de "şehit" deniliyorsa, bir PKK saldırısı sonucu can veren Fırat da şehittir. Eğer hain darbe girişimi sırasında hayatını kaybeden sivil vatandaşlarımız "şehit" sayılıyorsa, bir hain terörist tarafından bu hayattan koparılan Fırat da şehittir. Üstelik Fırat'ın örgüt tarafından özel olarak hedef seçildiğini, tehdit edildiğini, bilinçli ve planlı şekilde öldürüldüğünü de unutmamak gerekiyor. İşte mücadelenin son kısmı da bu, yani Fırat Yılmaz Çakıroğlu'nun devlet tarafından resmen şehit sayılmasının sağlanması olmak zorundadır.

Fırat gitti, gelmeyecek. "Binlerce Fırat gelir ve yine ölür, gerekirse biz de ölürüz" demeyeceğim. Bizler artık ölmeyelim bu topraklarda. Binlerce Fırat yine gelsin ama ölmesin. Fırat'ın hayallerini gerçekleştirsin. Öğretmen olsunlar mesela… Aynı şehit öğretmen Neşe Alten gibi, şehit Aybüke ve Necmettin öğretmenler gibi… Ama onlar ölmesin, yaşasınlar. Yaşatalım artık insanlarımızı. Mühendis olsunlar, doktor, mimar, bilim insanı, sosyolog olsunlar. Yalnız hedeflerine ulaşamadan, hayatlarına doyamadan birileri kastedemesin canlarına.

Fırat Çakıroğlu, aslında şehadetiyle, hayattayken yapmak istediklerine vesile olmayı başardı. Fırat'ın şahsında üniversitelerdeki terör yapılanmaları daha çok konuşulur oldu. İnsanlar bir şeylerin farkına varmaya başladı. Fırat'ın sayesinde ve onun adına birçok okulda kütüphaneler açıldı, çocuklar kitaba kavuştu. Söylesenize, bir öğretmen için bundan daha güzel ne olabilir?

Bizler unutacağız belki ya da acısını pek hissetmeyeceğiz ama arkada kalan anne ve babası, yakın arkadaşları ve sevdiği o acıyı hep yaşayacak. İşte ben yukarıda belirttiğim gibi bir nebze olsun olumlu açıdan bakıyor, belki de böylece kendi acımı, üzüntümü dindirmeye çalışıyorum.

Ruhu şad, mekanı cennet, ülküleri milyonların ülküsü olsun.

Related Posts

Leave Comments