By Denizcan Dede on Cumartesi, 19 Aralık 2020
Category: Tarih

Rusya'nın mukadder çöküşü: Viktor Tsoy, Belarus ve Jeltoksan...

​Normalde bu yazıyı yazmamın amacı, hep şikayet ettiğim "Türkiye Türk'ünün kardeşini yeterince tanımaması" konusuna parmak basmak idi. Zira başta Kazaklar olmak üzere diğer Türkler hakkında bir yorumlar yapılıyor, akıllara zarar. Böyle mankurtlar, şöyle Ruslaşmışlar, biz Rus'uz diyorlar zaten, Sovyetlerden de bağımsızlığı bedavaya elde etmişler hatta Sovyetler kendisi dağılmayı istemiş falan feşmekan... Cehaletin sonucu olan bu ifadelerde, kardeşlerimize en büyük hakareti aslında son ifade içeriyor. Bu ifadeyi kullanmak büyük bir cehaletin sonucudur, Kazak Türk'ünün 16 Aralık 1986'da, günümüzden 34 yıl önce gerçekleştirdiği kutlu Jeltoksan başkaldırısında döktüğü kandan, verdiği şehitlerden, Jeltoksan'ın Demir Perde genelinde nasıl bir etkisinin olduğundan haberi olmayan birinin söyleyebileceği sözlerdir bunlar. Soydaşlarımızın bu kutlu isyanını daha ayrıntılı bir şekilde anlatacağım ancak şu an daha genel bir konudan bahsetmek istiyorum. 

Sovyetler neden çöktü, Rusya neden çökecek?

Sovyetlerin çöküşü konusunda tarih ve siyaset bilimi alanında bir çok farklı görüş vardır. Kimisi ekonomik faktörleri göz önüne alır, kimisi Batı'nın karşısında temel olarak direnilememesinden bahseder, kimisi ise iyice uçup Sovyetlerin kendi kendini batırdığını iddia eder. Bu bakış açılarından özellikle ilk ikisinde haklılık payı olmayan taraflar yok değildir. Ancak genel itibariyle Sovyetlerin dağılması konusunda üç temel faktör atlanır. Bu faktörlerden birisi etno-demografik durumdur, diğeri etnik asabiyettir, bir diğeri ise bu iki faktörün altında yatan "enerji" konusudur. Enerji konusunu anlayabilmek için, Rus-Sovyet tarihçi Gumilev'in pasiyoner enerji kavramını(değerli hocalarımızdan Osman Karatay'ın çevirisiyle etnik tutku) anlamak gerekmektedir. 

Sovyetler neden çöktü?

Etno-Demografik Sebepler - Kazakistan Örneği

Rusya, özellikle Kazan'ın düşüşünden sonra büyük bir yayılma ve kolonizasyon hareketi başlatmıştır. Bir yandan Kazan'ı geçip, Sibir Hanlığını yok ettikten sonra Kuzey Buz Denizine kadar olan toprakları ele geçirirken, diğer yandan Küçük Kaynarca sonrasında Kırım ve etrafındaki Tatar-Nogay bozkır bölgesini ele geçirmiştir. Rusya bu bölgelerde korkunç bir katliama ve kolonizasyona girişmiştir. Sibir Hanlığının başkenti olan Çingi-Tura'nın üstünde bugün Rusya'nın Tümen şehri vardır ve ezici çoğunluğu Rus olan bu şehrin sadece %7'si Tatar'dır. Eskinin Kırım Hanlığı ve Nogay bozkırı arazisi olan, Kıpçak Bozkırının incileri olan Hacıbey, Akkerman, Özi gibi liman şehirleri yerle yeksan edildikten sonra Slav ve genel olarak Hıristiyan(Osmanlı-Rus Savaşında Ruslarla işbirliği edip bölgeye yerleştirilen Yunanlar, Bulgarlar vb. dahil) nüfusla doldurulmuştur zira bugün Hacıbey'i Odessa, Özi'yi Oçakiv(Oçakov) olarak biliyoruz. Bu durum, sadece devlet politikasıyla sağlanabilecek bir durum değildir. Böylesi büyük çaplı koloni hareketleri için "enerjik" bir nüfus gerekmektedir, zira İspanyolların Amerika kolonizasyonu da, İngiltere'den bugünkü ABD'yi kuracak olan nüfusun göçleriyle 13 koloninin kurulma süreci de, sözkonusu toplumların enerji bakımından zirvede olduğu, doğurganlık, sanatsal üretim gibi bir çok konuda zirveye ulaştıkları dönemde idi. Keza Rusların elinde de hem merkezden uzak tutulması gereken başıbozuklar olarak, hem de yoğun bir nüfus artışına sahip bir toplum olarak Türkiye Türkçesinde yanlış bir şekilde "Kazak" olarak zikrettiğimiz bir Kafkas ve Türk etkili Slav toplumu olan Kozaklar vardı. Bu Kozaklar, kısa bir sürede Karadeniz'in kuzeybatı ucundan Sibirya'nın en kuzey uçlarına kadar dev bir bölgenin kolonize edilmesini sağlamıştır. Ruslar kabaca 1600-1800 yılları arasında enerjilerinin zirvesinde idiler. Ancak Kazakistan'a yönelik olan politikalarına bakınca, durumun değişmeye başladığını görüyoruz. Temelleri 18. yy sonlarında atılan bölgedeki Rus hakimiyeti, 19. yy'a gelindiğinde bölgede işgal faaliyetlerine evrilmiş ve 19. yy'ın sonuna gelindiğinde Kenesarı, İsatay Taymanoğlu, Mahambet Ötemisulı gibi kahramanların direnişleri başta olmak üzere bölgedeki direniş kırılmış ve bölge Rusya tarafından ilhak edilmiştir. Katliamların, bölgeye Rus köylülerin yerleştirilmesinin ve daha nice demografik mühendisliğin ardından Sovyet dönemi başlamış, Sovyetler döneminde Kazak halkının yarısı bu paragrafın altındaki YouTube videosundan da görülebileceği gibi açlıktan katledilmişti, ​aydınları kurşuna dizilmişti, yani hem nüfusu kırılmış, hem de halkın millî hafızasını temsil eden milliyetçi aydınlar yok edilmişti. Hepsinin üstüne, hem Sovyetlerin klasik sürgün politikası ile Ermenilerden Almanlara, Korelilerden Kürtlere, Çeçenlerden Polonyalılara kadar bir çok farklı unsur Kazakistan topraklarına sürülmüş, hem de özellikle 1950'lerden itibaren ​Bakir Topraklar Kampanyası​ ile Kazak bozkırına onca Rus, Ukrain ve Belaruslu iskân edilmişti. Aşağıdaki tabloda Kazakistan'ın 1939'dan itibaren nüfusundaki dramatik değişim göze çarpmaktadır. Ruslar, 1939-1979 arasındaki tüm nüfus sayımlarında çoğunluğu teşkil etmektedir. 1989'da dahi Ukrainler ve Belaruslular katıldığında, Slav nüfusu Kazak nüfusundan fazladır. Ancak onca soykırıma, onca koloni faaliyetine rağmen görüyoruz ki, Rusya Sibirya'ya, Kuzey Karadeniz'e yaptığını Kazakistan'a yapamamıştır ve 2014'te Rus nüfusu %21,5'a kadar gerilemiştir, gerilemeye de devam etmektedir. Bunun sebebi, 1970'lere gelindiğinde kırsaldaki Kazak nüfusunun hızla artması, şehirli Rus ve diğer "Avrupa kökenli" nüfusun ise yaşlanarak azalmaya başlamasıdır. Rusya artık bir çırpıda Sibirya'yı yutan, kısa sürede Kıpçak bozkırını Slavlaştıran Rusya değildi çünkü, enerjisini, gücünü kaybetmişti. Bu durum sadece Kazakistan için değil, Rusya Federasyonu'nun kendi toprakları için de geçerlidir. Rusya'nın doğal nüfus artış haritasına bakarsak, Yakutya, Tuva, Çeçenistan, Dağıstan, Tataristan/İdil-Ural ve genel olarak gayri-Rus nüfusun yaşadığı bölgelerde nüfus artışı yaşanırken, etnik Slav yoğunluklu olan Batı Rusya'da nüfus eksi yönde gitmektedir. Dolayısıyla Rusya artık nüfus artışını, kendisini Rusya yapan dinamizmini kaybetmeye başlamaktadır. Şayet Kazakistan tarihine dönersek, bu durumun Sovyetlerin dağılışı ile ilgisini anlarız. Rusların cebren işgal ettiği topraklarda kurulan Sovyetler Birliğinin de gayri-Rus topraklarındaki en büyük dayanağı, Çarlık döneminden kalma kolonist nüfusu idi. Ancak 1970'lere geldiğinde başta Türkler olmak üzere gayri-Rus nüfus hızla artışa geçtiği için, Sovyetlerin burayı daha fazla elinde tutması mümkün değildi. Görülen o ki, günümüz Rusya Federasyonunda bile artık "gelecek" etnik Rusların elinde değil...
Kazakistan özelinde, bu konunun başka bir açısı daha vardır. Bu yazıyı yazma amaçlarımdan biri zaten Türkiye Türklerinin diğer Türk halkları hakkındaki yanlış, cehaletten doğan fikirlerini değiştirmeye bir nebze olsun katkıda bulunmak. Sıkça başta Kazaklar olmak üzere Türk cumhuriyetlerindeki soydaşlarımız için ​Ruslaşmış, Rusçu, mankurt​ gibi iddialar duymaktayım, daha çocukluğumdan beri... Aslına bakılırsa Rusların Kazakistan'da yaptığı nükleer deneylerden, açlık katliamından haberdar olan, Ruslar hakkında da negatif bir görüşe sahip olan bu soydaşlarımız için bu iddialar mesnetsizdir. Gelgelelim, özellikle Kuzey Kazakistan'da ve şehirleşmiş bazı bölgelerde Rusça anadilli, Kazakçayı az bilen Kazaklar olduğu doğrudur. Rus hakimiyetinin yarattığı tahribat ortadadır. Dile kolay, önce büyük bir nüfus katliamına maruz kalmış, sonra kendi aydın sınıfı kurşuna dizilerek katledilmiş, ülkesine onca gayri-Türk etnik nüfus doldurularak azınlık haline getirilmiş Kazak Türklerinin bu kadar trajediden etkilenmemiş olması mümkün mü? Kendi topraklarında azınlık hâline getirilmiş bir halktan bahsediyoruz! Bu tahribat da demografik yönden 1970'lerden itibaren onarılmakta zâten. Ancak milatı Çarlık dönemi zulümlerini de görmezden gelerek 1917 Ekim Devrimi sonrasındaki katliamlardan başlatarak alsak bile, 70 yıllık bir Rus mezaliminin yaralarının bir günde sarılması ne kadar mümkün olabilir ki? 2014 nüfus verisine bakacak olursak, Kazak soydaşlarımızın parlak bir geleceği var denilebilir. O yüzden bu bahsettiğim cahilce söylemleri yersiz buluyorum.

​Etnik Asabiyet ve İsyanlar...

Sovyetlerin çöküşündeki başka bir temel sebep de, kısmen ilkinin de sebebi olan, 1986'daki isyanlar silsilesidir. Bu isyanları başlatan, ateşini fişekleyen ise 1986 Aralık ayında, şu an 34. yılına girmiş olan kutlu Jeltoksan isyanıdır. Kahraman ve ulu Kazak halkının 1986'da başlattığı bu isyanı Riga, Vilnius, Tiflis, Bakü, Kiev gibi bir çok önemli merkezdeki isyanlar takip etmiş, Kırım Tatarları 1987'de sürgün durumunun bitirilmesi için Moskova'da bir miting yapmışlardır. Sovyetler içindeki isyan silsilesini Jeltoksan'ın başlattığını ve Sovyetlerin dağılmasındaki büyük önemini yadsımak mümkün değildir. Ancak başlangıçta Sovyetleri "batı" yönünden sıkıştıran faktörlerin ne olduğunu konuşmak daha faydalı olacaktır.  

Müziğin Gücü: Vladimir Vysotsky ve Viktor Tsoy

Rusya'da bilindiği üzere Rock müzik Sovyet döneminde yasak idi ve Rock müzik el altından, yeraltından icra edilmekte idi. Tam olarak rock denemese de, Rus rockının öncülerinden biri Vladimir Vysotsky ve onun başını çektiği bard ​türü idi. 1960'ların ortalarına doğru müzik kariyerine başlayan Vysotsky, alttan alta, inceden inceye muhalif tınıları seslendirmeye başlamıştı. Mesela "Sevmiyorum" anlamına gelen Я не люблю (Ya ne lyubliyu) ​şarkısında geçen:

Когда чужой мои читает письма,

Заглядывая мне через плечо. 

"(Sevmiyorum), mektuplarımın okunmasını,

Omuzumun üstünden bakılarak" dizesi ile,

Я не люблю, когда мне лезут в душу,

Тем более, когда в нее плюют.

"Sevmiyorum, birinin ruhumu gözetlemesini,

Ve daha kötüsü, ruhuma tükürmesini." 

dizesi, Vysotsky'nin muhalif yönünü gösteren dizelerdendir. 

1980'de hayata gözlerini yuman Vysotsky'den sonra, Sovyet dönemi Rusya'sının muhalif tınılarını seslendiren isim, Viktor Tsoy olmuştur. Koreli bir baba ile Rus bir annenin oğlu olan Tsoy ve kendisinin kurduğu efsanevi Kino grubu, Sovyetlerdeki rock müzik yasağı yüzünden konser verirken, kasetlerini çıkartırken uzun süre yeraltı metotlarla sanatını icra etmiştir.. Özellikle ​"Kan Grubu" yani Группа крови (Gruppa Krovi) ​şarkısı Afganistan Savaşı konusunda yoğun eleştiriler içermektedir:

И есть чем платить, но я не хочу
Победы любой ценой.
Я никому не хочу ставить ногу на грудь.
Я хотел бы остаться с тобой,
Просто остаться с тобой,
Но высокая в небе звезда зовет меня в пут

​"Kazanabilirim ama istemiyorum, zaferin hiç bir türünü.

Birinin göğsüne ayağımla basmak istemiyorum.

Seninle kalmayı,

Sadece seninle kalmayı tercih ederim.

Ama yüksek gökteki yıldız beni çağırıyor."

Tsoy, Sovyetler dağılmadan önce 1990 yılında şaibeli bir trafik kazasında vefat etti. Letonya'nın başkenti(ve o dönem Sovyetlerden bağımsızlık hareketlerinin merkezlerinden biri olan) Riga'ya bir albüm çalışması için giderken ölen Tsoy'un ölümü, resmi raporlara göre direksiyon başında uyuya kalmasından dolayı idi. Ancak 2019'da durumu ele alan adli tıpçı Natalya Potlaçuk, trafik kazasının şeklinin uyuyakalarak aracın kontrolünü kaybeden birinin durumuna benzemediğini, kazanın şemasını tekrar çizerek göstermiştir. Dolayısıyla Tsoy'un ölümünün bir KGB operasyonu sonucu olduğu iddiası, hâlen geçerliliğini korumaktadır. Tsoy'un etkisi günümüzde de sürmektedir. Özellikle Ukrayna ve Belarus gibi, Rus etki alanından kurtulmak isteyen ülkeler ve halklar nazarında. Mesela Ukrayna, Kiev'deki botanik parkında 60 yaşındaki bir söğüt ağacının adını, Tsoy'un bir film karesinde o ağacın önünde belirmesine binaen "Tsoi" olarak adlandırmıştır. Belarus'ta ise, Rus güdümündeki hükümet, Tsoy'un ​Hoçu Peremen yani "Değişim İstiyorum" şarkısını radyolardan yasaklatacak kadar ileriye gitmiştir. 

"Перемен!" требуют наши сердца.
"Перемен!" требуют наши глаза.
В нашем смехе и в наших слезах,
И в пульсации вен:
"Перемен! Мы ждем перемен!"

​"Değişim istiyoruz, bu kalbimizin talebi.

Değişim istiyoruz, bu gözümüzün talebi.

Kahkahamızda, göz yaşımızda, damarlarımızdaki nabızda,

Değişim istiyoruz!"

Bu şarkı zamanla hem 1991'de Sovyetler Birliği dağılırken, hem de 2011 ile 2020 arasında Ukrayna ve Belarus'taki isyanlarda sloganlaşmıştır, kitlelere güç vermeye başlamıştır.

Sovyetlerin Batı'daki kan kaybı ve sonun başlangıcından, günümüz Rusya'sına...

1980'lerde Baltık ülkelerindeki bağımsızlık talepleri, Polonya'daki grev hareketleri, Berlin duvarının yıkılışı, Çekya, Macaristan, Romanya, Moldova, Ukrayna gibi ülkelerde peşi sıra gelen isyanlar, Sovyetlerin dağılmasını hızlandırdı. Burada rock müzik şöyle bir temsil gücüne sahiptir. Rusya'nın batısında kalan Slavlar ve genel olarak Doğu Avrupalılar her zaman kültürel olarak Rusya'dan çok Almanya, İskandinavya ve benzeri güç merkezleri ile daha yakın olmuşlardır. Rock müzik gibi batıdan gelen ve Sovyetlerin baskıladığı bir kültürel unsur da bu konuda itici güç olmuş, Rusya'nın kan kaybına hız vermiştir. Günümüzde Belarus'ta isyanların bitip tükenmemesi, Ukrayna'nın Rusya karşıtlığının merkezlerinden biri olması, Moldova'da Rus karşıtı hükümetin kazanması gibi durumlar Rusya'yı daha da kuşatmaktadır. Aşağıdaki görsel, Rus hükümeti ile rabıtası sağlam olan ve Rus milliyetçisi yönü ile bilinen stratejist-yazar Kalaşnikof'un Karabağ sorunu ile ilgili makalesinden alınmıştır. Kalaşnikof'a göre, hem Doğu Avrupa'daki isyanlar, hem de Güney Kafkasya'daki etnik çatışmalar Rus otoritesini sarsacak düzeydedir ve Türkistan(Orta Asya) coğrafyasından ateşlenebilecek olan bir isyan da bu durumu Rusya için çok daha kötüye götürecektir. İsmini sıkça duyduğumuz Rus şovenist politikacı Vladimir Jirinovski de Rus gazeteci Roman Golovanov ile yaptığı röportajda, Türkiye'nin Karabağ sorununda etkin olmasının Rusya için korkunç sonuçlar doğuracağını ifade etmiştir ve Türkiye'nin Karabağ'da etkin olmasının sonunun, Rusya'nın Altay ve Hakasya hudutlarına kadar uzanacak bir Türk birliği olduğunu ifade etmiştir. Dolayısıyla Rusya, 1980'lerdeki duruma hızla geri dönmektedir ve bu sefer bağımsız Türk cumhuriyetleri ile, daha etkin dış politika izleyen bir Türkiye vardır. Türkiye aynı zamanda Suriye ve Libya'da da Rusya ile vekalet savaşlarına girmiştir. Dolayısıyla aslında alttaki harita, Moldova'yı da alacak şekilde genişletildikten sonra, Rusya'nın Suriye ve Libya'daki karışıklıklardaki durumu da gösterilmelidir. Zira özellikle SİHA teknolojisi sayesinde Türkiye, hem Güney Kafkasya'da, hem de Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da Rus savunma sanayisinin itibarını zedelemiş, büyük ekonomik kayıplara sebep olmuştur. Ukrayna'nın da SİHA teknolojisi konusunda Türkiye'yle işbirliği içinde olması, Rusya için olumsuz bir gelişmedir.

Jeltoksan'dan bugüne, Türk Dünyası ve Rus hegemonyasının kırılışı...

Her ne kadar dünyadaki Sovyetler Birliği yakın tarihi üzerine çalışmalar daha ziyade yukarıda bahsettiğimiz Sovyetlerin "batıdan gelen yıkılışı" üzerine kurulu olsa da, şunu bilmek lazımdır ki Sovyetlerin yıkılışının gerçek işaret fişeği Jeltoksan'da atılmıştır. Jeltoksan, Kazak asıllı Kazakistan Komünist Partisi Sekreteri(yani Kazakistan'ı yöneten kişi) Dinmuhammed Kunayev'in görevden alınarak, yerine tek kelime Kazakça bilmeyen Rus Gennadi Kolbin'in atanması ile başlamış bir isyandır. Gençler birbirinden habersiz bir şekilde bu dayatmaya HAYIR demek için Almatı sokaklarında toplanmaya başladılar. 17 Aralık gününde artık yıllardır süren Rus kolonizasyonunun, kendi yurdunda el sanılmanın canlarına tak ettiği gençler, birer birer yurt odalarından çıkıp kutlu isyana katılıyordu. Kendi kendine gelişen bu isyan, Kazakistan'ın çeşitli bölgelerine de sıçradı, hatta Özbekistan ve Kırgızistan'dan destek gelmeye başlamıştı! Tabii ki, Kızıl Rus yine yapacağını yaptı, Rusya'dan özel birliklerini getirdi, yırtıcı köpekleri bu gençlerin üzerine salarak, tankları üzerlerine sürerek bu gençlerin al kanını ak karın üzerine döktü, 8500 genci katletti, daha nicesini tutukladı... Tutuklananlardan biri de, önce idama mahkum olan, idam cezası dış kamuoyu baskısıyla iptal edilmesinin akabinde 20 yıl hapse mahkum edilen, 6 ay sonra hapishanede şaibeli bir şekilde ölecek olan Kayrat Rıskulbekov'du. Bu Türk yiğidi, mahkemede:

"Kayrat diye adım var,
Kazak derler zatım var,
Erkek toklu kurbanlık,
Asarlarsa assınlar!.." diyerek kanının gereğini yaptı, Türk erliğini gösterdi. 

Jeltoksan'ın 1987 ve 1991 arasında Riga, Bakü, Tiflis gibi merkezlerde başlayan isyanları öncelemesi, Jeltoksan'ı Sovyetler içinde sözkonusu yıllarda gerçekleşen ilk büyük millî isyan konumuna oturtur. Dolayısıyla Jeltoksan sadece Türklere değil, Riga'da bir yıl sonra sokaklara dökülen halk başta olmak üzere Baltık halklarına, Ukrayna gibi ülkelere de umut ışığı olmuştur bağımsızlık hususunda. Hatta Polonya'nın demir perdeden kopuş sürecinde büyük emekler sarf etmiş, meşhur Lech Walesa'nın basın-yayın sorumlusu olan Polonyalı aydın Antoni Zambrowski, daha Polonya'da Sovyet hegemonyası varken Jeltoksan'ı resmi ağzın aksine "Kazakların Rus emperyalizmine karşı haklı milli isyanı" olarak nitelendirmiştir. Lech Walesa başta olmak üzere bir çok Polonyalı bağımsızlık yanlısı aydın, Rıskulbekov hapisteyken ve idamla yargılanırken onun için kampanya yürütmüş, hapisten azad olması için çaba sarf etmişlerdir. Bir dönem Kazakistan'da büyükelçilik dönemi ifa etmiş, Polonyalı tarihçi Wladyslaw Sokolowski'nin ifadesine göre Jeltoksan Olayları ve Kayrat'ın "infazı", Polonya'daki özgürlük hareketini hızlandıran faktörlerden olmuştur. Yani Jeltoksan'da Kazak halkının kutlu direnişi, ta Lehistan sınırlarına kadar sirayet etmiştir.

Yazı boyunca bahsettiğim gibi, Rusya'nın demografik durumu, jeopolitik kuşatılmışlığı ortada. Tüm bu duruma rağmen, Rusya büyük bir küstahlıkla kutlu Kazak yurduna dil uzatmakta, "Sovyetlerin Kazaklara günümüz Kazakistan'ını armağan ettiğini, 1917'den önce orada bir ülke olmadığını" iddia etmektedir. Bu iddiayı geçtiğimiz günlerde ilk ortaya koyanlardan biri Vyacheslav Nikonov'dur, kendisi Sovyetlerin meşhur Dışişleri Bakanı Molotov'un torunudur ve Putin'in partisinin önde gelen üyelerindendir. Günümüzde Rus Duma'sında eğitimden sorumlu komitenin başındadır. Kendisinin bu söylemlerini Duma'dan Fedorov ve daha önce bahsettiğimiz azılı Rus şovenisti Jirinovski de desteklemiştir. Kazakistan'ın Rusya'ya nota vermesine sebep olan bu söylem esasında yeni değildir. Putin de 2014'te Kazakistan'da Sovyetlerden önce bir devletin olmadığını iddia etmiştir. 

Sovyetlerin dağılmasının emarelerinin görüldüğü 1980'lerdeki durumu ve şu an 2020'deki mevcut durumu  kıyaslayarak tekrar bir düşünelim...

Rusya, Afganistan Savaşını kayıp etti ve bu büyük bir prestij kaybına sebep oldu (1980'ler)

Rusya, Libya ve Suriye'de Türkiye'nin desteklediği ve dahil olduğu çatışmalarda, her geçen gün daha çok kayba uğramakta (2020)

Rusya o yıllarda Polonya'daki işçi hareketi, Baltıklardaki isyanlar, Çeklerin, Macarların, Rumenlerin hızla Demir Perde'den kopması gibi sorunlarla boğuşuyordu (1980'ler)

Rusya şimdi Ukrayna'yı ve Moldova'yı kaybetti, üstüne üstlük Belarus halkı da tamamen Rus kuklası yönetime karşı. (2020)

Rusya, o yıllarda Karabağ'daki çatışmanın önünü alamadığı ve Ermenilere haksız yere destek verdiği için, Azerbaycan ve genel olarak Kafkasya'da büyük öfke toplamış, Kafkasya'daki gücünü yitirmeye başlamıştı (1980'ler-1990'lar)

Rusya şimdi her ne kadar şipşak bir anlaşma dayatsa da, Bakü'de Nuri Paşa'nın, Enver Paşa'nın ruhunu yâd eden, Türk birliği fikrinin daha da yeşerdiği bir geçit töreni daha yeni yapıldı ve Rusya'nın askeri teknolojisi, Türkiye ve İsrail'in askeri teknolojisine Karabağ'da yenik düştü. Hatta Paşinyan'ın "Rus elektronik savunma sistemleri çalışmadığı için yenildik" çıkışı dahi, Rus askeri teknolojisinin demodeliğini dünyaya gösterdi. (2020)

Rusya şu an jeopolitik anlamda 1980-1987 arasındaki Sovyetler Birliğini andıran bir konumda. Bir tek Jeltoksan'ın başlattığı hürriyet isyanları daha başlamadı. Molotov'un torununun başlattığı bu küstah açıklamalar silsilesi, Kazan Tatar'ı aktivist Nail Nabiulla'nın uğradığı takibat neticesinde Türkiye'ye hicret etmek zorunda kalması, Tataristan başta olmak üzere Türk özerk bölgelerinde ana dilde eğitim hakkına gelen kısıtlamalar bunu da getirecektir. Fazla uzak olmayan bir zamanda, Rusya'nın bağrındaki çatlağı açanlar yine Türkler olacaktır. O zaman Molotov'un torunu Nikonov, Finlandiya işgalinin fikir babası olan ancak Sovyetler, kendisinden kat be kat zayıf Finliler tarafından alaşağı edilince iyice yerin dibine batan, Finlerin Rus ordusuna attığı yakıcı silaha(Molotof Kokteyli) mizahi bir şekilde ismi verilen dedesinin kaderini de paylaşır, tarih bir daha tekerrür etmiş olur.

Related Posts

Leave Comments