By Okan Kilit on Perşembe, 19 Mayıs 2022
Category: Söyleşi

YENİDEN DOĞMAK İÇİN...

"19 Mayıs Yeniden Doğduğumuz Gün" Artık sloganlaşan bu söz bugün bir çok yerde paylaşıldı. Bence de güzel oldu. Ama biz bir kere yeniden doğmadık. Biz kaç kere öldük yeniden doğmak için.

Mesela Köprülü Hamdi Bey ile ölmedik mi? 

Bana "Savaş ve ihanet" içerikli bir film çek deseler, Hamdi Beyin hayatını filmleştiririm. Düşünün, Ankara'nın silaha ihtiyacı var ve size düşen görev Fransız ve İngilizlerin ortak cephaneliğini soyup, Ankara'ya silah sevkiyatı yapmak! Düşüncesi bile resmen çılgınlık! Turgut Özakman boşuna "Şu Çılgın Türkler" dememiş. 

O soygun başlı başına bir efsanedir. Anlatmaya kalksak roman olur. Soygun başarıyla gerçekleşmiş sıra sevkiyata gelmişti. İki büyük devletin en önemli cephaneliklerinden birini soyan adamlar için sevkiyat nedir ki? Bu iş Hamdi bey ve adamları için çocuk oyuncağıydı…Lakin olmadı. O yıllarda, İngiliz'den, Fransız'dan, hatta Yunan'dan daha beter bir düşmanla tanışmıştık. Gericiler! 

Cephane soygunundan sonra gericiler yeni bir ayaklanma başlattı. Ayaklanmanın başında Anzavur Ahmet vardı. Sloganları "Göğsümüzde iman, başımızda Kur-an" dı. Bolu, Düzce ve Biga çevresindeki katliamlar unutulmamalı. Yunan ordusundan daha beterlerdi derken abartmıyorum. Yunan ordusu zulmünü dünya kamuoyundan saklamaya çalışırdı. Gericilerde o da yoktu! Mustafa Kemal'e gönül vermiş Anadolu'nun bir çok tertemiz evladını, şehir merkezinde çırılçıplak gezdirdikten sonra linç ettiler. Hamdi Beyin sonu da böyle oldu. Düşünsenize, bir grup gerici İngiliz'den, Fransız'dan binbir güçlükle çaldığınız silahları geri alıp işgalcilere iade etmek için üzerinize geliyor. Hem de "Göğsümüzde iman, Başımızda Kur-an" diyerekten. İmana Bakar mısınız! Eminim bu manzara, gördüğü işkencelerden daha çok canını yakmıştır Hamdi beyin.

Hamdi beyin cesedini, şehir merkezine götürmüşler ve arabadan süngüyle indirmişler. Üzerinde elbise yokmuş, başı ve bazı uzuvları kopukmuş. Ahali gericilerin korkusundan beş gün boyunca dokunamamış Hamdi beyin ölüsüne. Beş günün sonunda Kuva-yi Milliyeciler gelip kaldırmış cenazesini. O günleri anlatanlar "Mustafa Kemal'i hiç o kadar üzgün ve solgun görmemiştik." diye anlatır. 

Kaçırılan cephaneliği ise bizimkiler havaya uçurmuş "Bize yar olmadı, size de yar olmayacak" diyerek. 

……

Anlatmakla bitmez ki! Ali Kemali Hocayla beraber ölmediğimizi kim iddia edebilir?

Böyle bir din alimi nasıl anlatılır? Müthiç bir insan… Öyle "Göğsümde iman, başımda Kur-an" diyerek, bu memleketin evlatlarının kafasını kopartan yobazlardan değil, "Önce bağımsızlık diyerek Mustafa Kemal safına geçen bir din alimiydi Ali Kemali hoca. 

Telgraf telleriyle Mustafa Kemal Paşa bir ço yere durumu anlatabiliyordu ama yeterli değildi. Kuvvacılarında basını olmalıydı. Abdülgani efendi ve Ali Kemali hoca hemen göreve atıldı "Afyon ve çevresinde o iş bizde" dediler ve Afyon'da Öğüt Gazetesini kurdular. 

Gazete kurulduğu gibi İngilizler tarafından kapatıldı. Bu onlar için malumun ilanıydı bu. Ali Kemali hoca bu! İşgalcinin tehditini umursar mı? Gazetelerinin kapatılacağını bildiği için matbaasının bir bölümünü Konya'ya taşımıştı bile. "Ne olacak canım, biz de "Öğüt" vermeyiz "Nasihat" veririz" dedi. Gazetelerini "Nasihat ismiyle tekrar bastılar. Fakat bu defa karşılarına İngilizler değil, İngilizlerden direktif alan gericiler çıktı. 

İsyanın başında Delibaş Mehmet vardı. Milleti "Bunlar din düşmanı" diye kışkırtan ise Zeynel Abidin'di. (Bugün bu adama "Evliya" diyenler var!) . 67 Yaşındaki Ali Kemali hocayı önce yollarda sürükleyerek gezdirdiler, sonrasında ise dipçiklerle vurarak öldürdüler. 

Anlatılan göre Ali Kemali hocanın son sözü "Sizi affediyorum, çünkü ne yaptığınızı bilmeyecek kadar cahilsiniz!" olmuş. Mezar taşına yazılanlarda bu iddiayı doğrular nitelikte: 

"Ey ziyaretçi bu mezarda bilgisizliğin esiri olanların isyanında vurularak şehit edilen Müdafa-i Hukuk Cemiyeti Konya Merkez Heyeti Reisi ilim adamı Sivaslı Ali Kemal Efendi yatmaktadır. Düşmanlarını affeden bu ruhun ilahi affa kavuşması için dua et" 

Ali Kemali Hocanın şehit edilmesinin ardından Halk Aşığı Abdi Efendi şu dörtlüğü yazmış. 

"Üç ekim sabahı bir ateş düştü
Neye uğradığını bilmez ahali
Ol günde şehadet şerbetin içti
Müderris Sivaslı Ali Kemali"

……….

Yarbay Nazım'ın şehit düşmesiyle ölümün hasını yaşamadık mı?

Askerlik yapanlar bilir, her bölükte kışlada baba bir komutan vardır. Hani nasıl diyeyim, saygıda kusur ederim diye yaklaşmaya çekinirsin ama bir taraftanda dersiniz ki: "Bu adam askeri için ölür". Baba gibidir yani. İşte böyle bir komutan Yarbay Nazım.

Hele İsmet Paşa, Mustafa Kemal Paşaya anlat anlat bitiremiyor Yarbay Nazım'ı. İkisinin de düşüncesi net "Komutan dediğin böyle olur."

Yarbay Nazım daha 35 yaşında ama gitmediği cephe parmakla sayılır. Makedonya'da o var, Kafkasya'da o var, Bolu gerici isyanını bastırma görevinde yine o en ön saflarda, İnönü Meydan Muhareberinde yine o var. Şehitlerin defninden sonra konuşmayı genelde o yaparmış ve sağ kalan askerlerle beraber bağırırmış

"Vatanı kurtaracağız, yemin ediyoruz!"

Dumlupınar Meydan Muharebesinde yara almış Yarbay Nazım, Mustafa Kemal özel olarak ilgilenmiş kendisiyle. Nasıl ilgilenmesin, karşısında yaralı yatan yiğit daha 35 yaşında ve bir gün yüzü görmmemiş, sürekli cephelerde geçmiş gençliği. Sanki kendi durumları farklı mı? Onlarda öyle. 

Neyde efendim uzatmayacağım, kara haberi Salih Bozok getirmiş. 

Yarbay Nazım'ın şehit düştüğü haberini duyduğunda Mustafa Kemal Paşam yutkunmakta bile zorlanmış ve ağladığını göstermemek için güç bela atmış kendisini bahçeye. Bir patlama anı mı dersiniz, yoksa kaderlerine isyan mı dersiniz bilemem ama öylesi bir an işte.

İsmet Paşanın gözyaşını silerken kurmay başkanına söylediği söz ise bence tarihe geçmelidir. 

"Bu kuşak vatanından başka sevgili bilememiştir."

……….

Gökçen Efe ile ölüp, türkü türkü yeniden dirilmedik mi?

Ege'nin köylerinde hala anlatılır Gökçen Efe'nin öyküsü. 

Yunan Ordusunun işgalinden sonra Ege'de tecavüz olayları öyle artmıştı ki, vicdan sahibi Rumlar bile "Türklere bu yaptığınız zulümdür." diyerek, kendi ordularına karşı miting düzenlemişti. 

Gökçen Efe'nin de bir Rum arkadaşı varmış ve bir gün kendisini akşam yemeğine davet etmiş. 

Çekinmemiş, gitmiş Gökçen Efe. Neden çekinsin, yıllarca Rumlarla komşuluk yapmadılar mı?

Gitmiş ama bir de ne görsün, sofrada Rum askerleri de var. Gökçen Efe sofraya oturduğu gibi bir Rum askeri tütün tabakasını fırlatır önüne ve "Bir sigara iç" diyerek basar kahkahayı. Tütün tabakasının üzeri bir kumaşla kaplıdır. Gökçen Efe ne bir anlam veremez bu işe. Rum askeri ise tabakanın üzerine kaplanmış kumaşı göstererek arkadaşlarıyla beraber gülmektedir. Gökçen Efe meraklanır sorar 

- Neye gülüyor bu?

Arkadaşı umursamaz şekilde cevaplar. 

- O kumaşı bir Türk kızının elbisesinden kesmişler, ona gülüyorlar. 

İstifini bozmamaya çalışarak sorar Gökçen Efe

- Kız bir şey dememiş mi bunlara? 

Bu defa tabakayı fırlatan Rum askeri bozuk bir aksanla kızın taklidini yapmaya başlamış ve kızın söylediklerini söylemiş.

- Bunu da yanınıza komazlar… Bunu da yanınıza komazlar…

İşte o an Gökçen Efe "Bizim kız doğru söylemiş bunu yanınıza komazlar!" diyerek çekmiş silahını ve etraf bir anda kan gölüne dönmüş, indirmiş sofradaki tüm Rum askerlerini. 

Bu olaydan sonra Rum Ordusunun dağda, taşta aradığı bir isim olmuş Gökçen Efe.

12 Kasım 1919 tarihinde şehit verdik Gökçen Efe'yi, ondan geriye adına yazılmış türküler kaldı.

"Vurun kızanlar vurun yer gök inlesin
Gökçen Efem geliyor da düşman titresin"

Ne tuhaftır bir yerde ölürken, bir başka yerde diriliyorduk.

Düşünün genç bir kız, daha yirmili yaşlarında. Kağnıya yüklemiş cephaneyi, cepheye silah taşıyor. Cephaneye bir şey olmasın diye üzerine kabanını örtmüş, hava buz gibi, soğuktan ve yorgunluktan öylesine dalgınlaşmış ki, karşısından gelen paşanın farkında bile değil. 

O Paşa Mustafa Kemal Atatürk.

Tabi Mustafa Kemal Paşa kızın o halini görünce hemen gitmiş yanına ve demiş ki: "Yavrum niye böyle yapıyorsun kabanını üzerine giysene!" 

Genç kız ömründe Mustafa Kemal Paşayı görmemiş, karşısındaki paşanın kim olduğunu bilmiyor. Mustafa Kemal'e hiddetlenerek cevap vermiş genç kız:

"Benim üşümem hiç önemli değil. Bu cephane yüzlerce, belki de binlerce askerimizi koruyacak."

Mustafa Kemal Atatürk gerçekten çok farklı bir insan. Başka bir komutan olsa, belki biraz duygulanır "Helal olsun" der, geçer gider. Atatürk ise hemen yaverine emir veriyor ve kızın hakkındaki bütün bilgileri yazıp kendisine getirmesini söylüyor. 

Hikayenin bundan sonrası daha ilginç 

Savaş bitiyor ve kızın evine tak bir emir gidiyor. Emir net "Mustafa Kemal sizi görüşmek üzere köşke çağırıyor."

Düşünseniz ya, bir köyde yaşıyorsunuz, cephede konuştuğunuz paşanın Mustafa Kemal olduğundan habersizsiniz ve size böyle bir emir geliyor! O şaşkınlığın tarifi yoktur herhalde.

Kız köşke gittiğinde anlıyor neden çağırıldığını. O şaşkınlığın tarifi yoktur demiştim ya, bence o mutluluğun da tarifi yoktur. Düşünün Mustafa Kemal Atatürk ile aynı köşkte kalacaksınız.

İşin ilginç tarafı köşkte bir gün geçiyor, iki gün geçiyor, on gün geçiyor, on beş gün geçiyor ama hala kıza "Git" diyen yok. En sonunda genç kız daha fazla köşkte kalmaya çekiniyor ve Mustafa Kemal Paşanın yanına gidip müsaade istiyor. 

Gitmek için müsaade istediğinde anlıyor kendisine neden hiç ses çıkartılmadığını. Çünkü Mustafa Kemal Paşa genç kıza diyor ki:

"Niye gidiyorsun, sen benim kızım olsana." 

Kızın yüzü pespembe! Ama annesi babası sağ olduğu için bu teklifi kabul edemiyor.

Kızın şaşkınlığı bununla da kalmıyor.
Çavuş olmuş haberi yo!. 
Kendisine ömür boyu maaş bağlanmış haberi yok! 
Mustafa Kemal Atatürk tarafından İstiklal Madalyası almaya layık görülmüş haberi yok!

O genç kızı biz bugün Halime Çavuş ismiyle anıyoruz.

Yeniden doğuş sancılıydı ama bir o kadar da anlamlı ve güzeldi.

….

Gelelim bugüne!

20 yıldır bu ülkede Atatürk'e edilmedik hakaret kalmadı. Laiklik başta olmak üzere Cumhuriyet değerleri yerle yeksan edildi. Gericilik yine kara bulut gibi çöktü memleketin üzerine.

Beni asıl üzense muhalif olduğunu bildiğim insanların vazgeçmişlik sendromu içerisinde olmaları.

Neymiş efendim "Bunlar gitmezmiş!".
"Bunlar gitmezler!" derseniz elbette gitmezler, ancak "Geldikleri gibi gidecekler!" derseniz giderler.

Şimdi kimisi diyecek ki "Sen durumun farkında değilsin, Polyannnacılık oynuyorsun!" Merak etmeyin, ben karanlığa battığımızın farkındayım

.Ne yapalım yani, karanlığa battık diye ülkemizden  vaz mı geçelim? Bu mu vatanperverlik, bu mu Atatürkçülük?

"Akıl - Sevgi - İnanç" bu üçü, bizi bu karanlıktan tak diye çıkartır.

Çok mu şey lazım, yeniden doğmak için…

Okan Kilit

Related Posts

Leave Comments