By İbrahim Kürşad ACAR on Pazar, 19 Temmuz 2020
Category: Siyaset

KİMSESİZLERİN KİMSESİ OLMAK...

Erdoğan ve AKP öncesi manzara-i umumiyeye bir bakalım:

2002 yılında Türkiye ilk olarak ekonomik krizle sarsılıyordu. Bankalar batmış, enflasyon ve döviz fırlamış ve koalisyon hükumetinin kendi arasında ve cumhurbaşkanı ile büyük krizleri vardı. Ülke o günlerde koalisyonların inanılmaz yıpratıcılığı konusunda hem fikirdi. 1990'lar ise ekonomik daralmaların, terörün, fail-i meçhul cinayetlerin yıllarıydı. Üstelik o zamanlar Türkiye'de siyasal İslam ilk kez Erbakan'la iktidar olmuş ve meşhur tabirle askeri vesayet Erbakan hocayı saf dışı bırakmıştı. Türkiye böyle bir havada seçime girdi ve ikinci kez ama ilk kez tek başına siyasal İslamı iktidara getiriyordu. Türkiye'nin karşı - devrim süreci böyle başladı. 

Atatürk devrimleri birey inşasında ve batılı değerlere olan son derece bağlılığından dolayı yaşam tarzlarından birini dışlamak zorunda kalıyordu. Bu yaşam tarzı dini yaşam tarzına sahip ve padişahlığa son derece bağlı olan halk kitleleriydi. Kemalistlere göre ise bu yaşam tarzı bizi düşmanın pençesine düşürmüş ve emperyalizme boyun eğdirmişti. Türkiye ise bu işgalden milli bir ruhla kurtulmuştu.

Anakronik tarih okuması yaparsanız bugünkü milli olmakla kastedilen şeyin o günkü milli ruhla aynı olduğunu zannedersiniz. Oysaki o günkü milli ruh dinsel bir ruhtu. Bütün bir halkla birlikte Atatürk'ün yakın arkadaşları hariç düşmanı kovduktan sonra payitahtın devam edeceği düşünülüyordu. Fakat Atatürk padişahtan bağımsız olan bu kurtuluş mücadesini ulusal bir devrime dönüştürme konusunda ise hiç şaşmayan emellere sahipti. Nitekim Atatürk'ün istediği oldu ve halk bambaşka mecralara tanık olmak zorunda kaldı. 

Ulusal, laik, demokratik ve hukuki süreçlerin işleyeceği yeni düzenin inşası zamanın ruhu yüzüne hızlı ve tepeden yapıldı. Bu ise o günlerde ölçülmesi mümkün olmayan bir dalganın yıllar boyu büyümesine neden oldu. Dini hassasiyetleri yüksek olan halk yıllar içerisinde yani 2000'lerin başına kadar büyük intikamlar ve hisler biriktirdi. Erdoğan ise bu hislerin yansıması olarak ve zamanın ruhunun etkileri neticesinde büyük bir destekle iktidarı eline aldı. 

Erdoğan'ın iktidar havası Atatürk devrimlerinin aksine tabandan yayılan bir havaya büründü. Erbakan dönemi yapılan hatalar yapılmıyor ve rövanş uzun yıllara yayılacak bir mücadele ile elde ediliyordu. Çünkü şimdilerde yapılanlar o dönem yapılsa partinin kapatılma tehlikesi vardı. Hatta demokrasinin bir kolu ya da anlayışı olmamasına rağmen kendilerine "muhafazakar demokrat" diyorlardı. Oysa AKP muhafazakar değil tutucu, yani geçmişe özlem besleyen bir partiydi. Demokrasinin işletilmesi konusunda ise seçim sisteminin devam etmesi konusunda hem fikirdiler. Bugüne dek Erdoğan dışında bir parti yönetimi hiçbir zaman istemediler. Bu da otokratik yapısını bize göstermez mi ? O halde bizim halkımız böyle midir? Tutucu ve otoriter midir?

Aslında hayır. Türk halkı demokratik olmasa da otoriter de değildir. Böyle bir hareketi desteklemesi yılların acısının patlaması ve anlattığımız manzara-ı umumiyedir. 

Yazı uzun oluyor okuyucularım ama konu büyük. Şimdi de Erdoğan devrinde yaşadığı için şükreden, üniversite sınavında çok başarılı olmuş, şimdilerde de özveri ile öğretmenlik yapan arkadaşımın düşüncelerini size aktarayım:

"Halk o dönemlerde yönetimden uzak tutuldu. Demokrasi, seçim milli idare vb. gibi bir sürü allanıp pullanan modernist tabirler kulağa hoş gelecek şekilde fısıldanıp dursa da aba altından sopa gösterile gösterile ve aslında çok da halka yanaşılmadan gidilen bir demokrasi anlayışı vardı. Yanaşılmamasını da geçersek sürekli olarak dövülen, sövülen, ötelenen, hakir görülen ve laiklik adı altında kendisiyle kavga edilen bir halk vardı. Üstelik kavga edilen bu halk ezici bir çoğunluktu. Yıllarca bu halk azgın azınlığın elinde kaldı. Bu ötelenen halk Menderes ya da Özal döneminde sadece inancını yaşama konusunda rahatlık kazandı. Yönetime katılma ve iktidardan pay alma konusunda konumu Erbakan hoca dönemi hariç değişmedi. Erbakan hoca dönemindeki bu ufak yönelişte bile Müslüman Anadolu halkı sopalarla kovalandı. Osmanlı'nın son dönemlerini düşünürsek yüz yıldır Müslüman Anadolu halkı yönetimde, sosyal alanda, maddi alanda olmadı. Birtakım teşebbüsleri ise zorla uzaklaştırdılar. Onun yerine bu halk savaşlara gönderildi, zorla vergi alındı, devletin ayakta kalması adına bütün savaş yükü bu Anadolu halkına bindirildi. 

İş böyleyken bunca yıl sonra yönetimi Allah İslamcılara verdi. Onca hor görülmüşlükten, zulümden, adaletsizlikten sonra alın bakalım siz ne yapacaksınız dedi İslamcılara.

Bu kolay olmadı. Sevinç had safhadaydı ama tedirginlik de yüksekti. Adımlar yavaş atıldı ve ülke kemalizm belasından yavaş yavaş kurtarıldı. Acele edilirse hiçbir yol alınamazdı ve bu ağ çökertilemezdi. Erdoğan çok zeki adam, zaman zaman garip işler yapıyor olsa da her şeyin yapılma süresini ve sıralamasını gayet iyi bir şekilde yürüttü. Bir Müslüman olma çabası içerisinde olan biri olarak Erdoğan devrinde artık dinimin buyruklarını rahatça yaşayabileceğim ve konuşabileceğim ortamın ve zemininin hazırlanması dolayısıyla mutluyum, huzurluyum. Müslüman olma iddiasında bulunan bu halkın yeniden sosyal hayatın içinde, yeniden maddi alanda dünyaya söz söyleyebilen ve dünyadaki diğer ezilen, hor görülen Müslüman halk için egemen devletlere söz söyleyebilen bir iktidardan gururlanmamak elde değil. İslama göre servetinin ne kadar olduğundan ziyade servetini ne kadar ihtiyacı olanlarla paylaştığın önemlidir. Zenginlik böyle ölçülür. Şükür ki Türkiye ihtiyacı olan bütün Müslümanlara ve devletere yardım etme konusunda dünyada birinci. 

Kültürel alanda ise yeterince yol alındığı kanaatinde değilim tabii. Bu geçmişten beri böyle maalesef. 

...Bireysel anlamda ekonomiyi yaşamaya gelince kendi halkımızın kendi inanç biçiminin gereğini yerine getirebildiğini söylemek güç. Kapitalizm olan ve olmayan her şeyin ekonomisini sunmuştur. İslam'a ihtiyaçlar giderilir, estetik belli bir yere kadar önemlidir. Bunca İslami bakan bir milletin bu kapitalist yaşayış tarzını hayatına sokmaması gerekirdi. Müslümanlar olarak dünyaya bu kadar gömülmemeliydik. Bireysel karşı çıkışlar dışında genel manzara bu.

...Her harekette olduğu gibi AKP'lilerden çok AKP'ciler, Erdoğan'dan çok Erdoğan'cılar var. Bunlar sonradan türediler. Adam alıp satarlar. Bunların temizlenmesi gerektiği her fırsatta vurgulanıyor. Fakat tüm çabalara rağmen tamamiyle temizlenemiyor. Bu yüzden adam kayırmacalar, hile ve hurda kabul edilebilir şeyler değil. Her şeye rağmen bu devir herkesin iyiliği için kemalizmin def edilmesidir. Ülkenin yönetiminde herhangi bir ideoloji kalmamıştır. Artık herkes düşüncesini rahatça söylemeye başlamıştır. Devlet baskısı elbette vardır. Baskı saygısızlıklara, hakaretlere, mesnetsizlere müsade etmemek için vardır. İdeolojilerin prangalarının koparılması büyük bir umuttur, ışıktır... 

Dileğim zenginliğin en alta kadar yayılması, kültürel ortamın kapitalist hegamonyadan kurtarılması, daha adil ve yaşanabilir bir ülke adına yönetimde işi bilen ve yasalarda Allah'ın koyduğu toplumsal çerçevenin ana çerçeve olarak yer almasıyla daha adil bir toplum inşa edilebilir. Görür müyüm bilmem ama gelinen yer umut verici. Fakat rehavete yer yok."

Ona hissettiklerini sorduğumda uzun bir yazı göndermişti. Kısaltılmış hali üstelik bu. Sizlere İslami kesimden hislerin nasıl olduğunu anlatmak için güzel bir örnek olduğunu düşünüyorum. 

Kimsesizlerin kimsesi olmak, insanlara böyle hissettirebilmek sanırım bu sürecin en başarılı tarafı. 

Kişisel düşüncelerimi ise bir sonraki yazıya saklıyorum. Neyi seviyorum, neyi sevmiyorum ve nasıl olsun istiyorum o yazıda açıklayacağım.

O güne kadar kendinize iyi bakın.

Related Posts

Leave Comments