By Mehmet Alp on Pazar, 20 Eylül 2020
Category: Siyaset

İç Politikaya Kurban Edilen Diplomasi

Kablo televizyonundan önce, her yerde her kanal seyredilemezken, Kuzey Almanya'nın yerel kanalı olarak yayın yapan NDR Televizyonunda 17 Mart 2016 tarihinde ‚Extra 3' isimli hiciv (satire) programında Recep Tayyip Erdoğan'a yönelik bir eleştiri şarkısı yayımlandı.

NDR 2016 yılında %2,5 izlenme oranına sahipti (2015, %2,4). Aynı yıl Almanya'nın en çok izlenen kanalı ZDF'in izlenme oranı %13'dü.

Yayınlanan şarkı (bu tabii mizah anlayışına göre değişir) bence ağır hakaret içermiyordu. En azından küfür yoktu.

Almanya'da çok az kişi tarafından izlenilen bir program yüzünden Türkiye'de hükümet iki kere Alman sefirini çağırdı.

Evet, ABD askerlerimizin kafasına çuval geçirdiğinde ‚Ne notası, müzik notası mı?' diyen zihniyet, basit, bence zerre sanatsal değeri olmayan seviyesiz bir laylaylomu uluslar arası diplomatik mecraya taşımayı bildi ve başardı!

Sonra ne oldu?

Hükümetimizin Alman sefirini iki kere çağırması elbette Almanya'nın her haber programında yer aldı. Ve o zamana kadar Almanların ezici çoğunluğunun tanımadığı, o programda seyredenlerin bile unutup geçtiği bir şarkı Almanya çapında birden ünlendi.

Hükümetin bu tepkisini tiye almak isteyen bir Alman yapımcı ve sunucu ZDF Neo isimli bir kanalda Recep Tayyip Erdoğan'ı hedef alan, kendi yazdığı sözde bir ‚şiir' okudu. 

ZDF Neo kanalı, Alman ZDF'nin gençlere yönelik kurduğu ayrı bir kanaldı ve 2015 yılında izlenme oranı %1,6 idi. Ama 2016 yılında izlenme oranı %2,1 olacaktı…

Mevzu bahis yapımcı ve sunucu artık herkesin tanıdığı Jan Böhmermann'ın ta kendisi idi. Şiir diye sunduğu rezillik, seviyesizlikte dibe vurmakla kalmıyor, aynı zamanda terbiyesizlik ve hakaret içeriyordu.

O zamana kadar Jan Böhmermann'ı Almanya'da yok denecek kadar az kişi takip ederken hükümetimizin ve Recep Tayyip Erdoğan'ın doğrudan Almanya'da açtığı dava sayesinde Böhmermann birden dünya çapında ün kazandı. Artık Tokyo'dan New York'a kadar herkes Türk Cumhurbaşkanı'nın mahkemeye verdiği sunucuyu konuşuyordu. Angela Merkel dönemin başbakanına Davutoğlu'na Böhmermann'ın şahsen ‚şiiri şuurluca kırıcı' bulduğunu ama son sözü Alman yargısının konuşacağını söyledi. Merkel daha sonra bu söyleminin hata olduğunu kabul edecekti.

Mahkeme açılmasından sonlanmasına kadar bazen daha çok bazen daha az herkes Böhmermann ve o iğrenç ‚sözde şiirini' konuştu ve Böhmermann 40 yıl uğraşsa yapamayacağı reklamı yaptı ve en ünlü Alman sunucularından biri oldu.

Ve 2 Ekim 2016'da Alman savcılığı Böhmermann'a karşı açtığı davayı suç unsuru bulunamaması yüzünden geri çekti.

Ama bu tür davalar Türkiye'de her zaman gerek Cumhurbaşkanı'na, gerekse AKP hükümetine yaradı. Çünkü benim gibi başından beri AKP'yi ve Recep Tayyip Erdoğan'ı eleştirenlerin bile Böhmermann'ın o iğrenç sözlerinin tasvip etmeleri mümkün olamazdı. Recep Tayyip Erdoğan ve iktidarı sinek kadar küçük bir düşmanı şişirterek kendilerine iç politikada yarayacak hale getirmeyi çok iyi bildiler.

Bu hep böyleydi.
Davos'da ‚Van Minüt' iç politika içindi,
meclis kürsüsünden ‚Ey Esed' iç politika içindi.
Şimdi de Yunan'a, Fransa'ya kükremeler onun için…

Ve böylece en hızlı Erdoğan karşıtı milliyetçileri bile aynı hizada kendi arkasınada toplamı başarıyor. Zamanında ayaklar altına alınan milliyetçilik çok prim yapıyor artık.

Tuhaf olan, bu tür atarların sadece bizim iktidarın iç politikasına değil, Yunanistan'ın ve Fransa'nın iç politikasına da yaraması. Aynı ‚Van Minüt'ün Netanyahu'ya yaradığı gibi.

Hatırlayalım, düne kadar zengin AB ülkelerinin parası ile zevk-ü sefada yaşam sürdürüp batınca Avrupa'nın üvey evladı konumuna düşen Yunanlara birden AB yine kucak açtı. Türk düşmanlığının Yunanistan iç siyasetinde her zaman ne kadar prim yaptığını söylememe gerek yok… Ama şimdi bir de AB ülkeleri Yunanistan'ın AB'ye ait olduğunu ve Yunanistan'ın yanında olduklarını beyan etmek için yarışıyorlar.

Diğer yandan da Avrupa'nın milli politikalarla bir yere varamayacağını ve Avrupa ülkelerinin milli egemenliklerini AB'ye devretmelerini savunan Macron AB'yi birleştirme ve tek cephe oluşturma çabalarında desteklenmiş oldu.

Akdeniz olayında (ki burada Türkiye'nin haklılığını elbette tartışmıyorum, ama metod bence yanlış) Yunanistan, Fransa ve aslında tüm AB ve ABD ile sürtüşme devam ederken iktidarımız şişirecek yeni bir ‚düşman' buldu bile… 

Şimdi de araştırabildiğim kadarı ile tirajı aşırı düşük ırkçı bir Yunan paçavrasının attığı aşağılık bir manşet gündeme oturdu.

Ve tabii ki ‚Bayrak inmez, ezan dinmez' korosu iş başında.

Toparlayayım;
Olaylar Yunanistan, Fransa ve tüm AB'nin hem iç, hem dış politikasına,
bizim iktidarın iç politikasına yarıyor.
Bir yolda kalan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin diplomasisi. 

Türkiye Cumhuriyeti Devleti uluslar arası alanda her geçen gün daha da izolasyona sürükleniyor.

Lafı kıçından anlamaya meraklı olanlar için açıkça söyleyeyim;
Benim ‚Türkiye Cumhuriyeti Devletime' doğrudan veya dolaylı, temsil edenler üzerinden, saldırılması benim bir Türk olarak kabullenmem asla mümkün olmayan bir durumdur.

Lakin diğer yandan da devletimi temsil makamlarında oturanların davranışları ve iç siyasette tribünlere oynamaları ile devletimi küçük düşürmelerini de asla göz ardı edemem.

Onun için sergilenen ve çoğu kişinin katıldığı bu
‚hurra-milliyetçiliği',
bu ‚eleştiririm ama bu milli mesele'cilik,
bu ‚gavurdan dost olmaz'cılık bana fazlasıyla samimiyetsiz geliyor.

Bu kakofoniye katılmadığım için de kimse benim milliyetçiliğimi sorgulayamaz, çünkü ben zamanında birileri papa heykelinin altında, AB bayrağının gölgesinde henüz yazılmamış bir AB anayasasına açık çek imzalar gibi milletimin ve devletimin geleceğini peşkeş çeken imzaları atmalarını eleştirecek, yapılanın yanlış ve tehlikeli olduğunu diyecek ve o zaman da AB'ye güven olmayacağını bilecek kadar milliyetçiydim.

Related Posts

Leave Comments