By mehmet levent kaya on Cumartesi, 06 Nisan 2019
Category: Siyaset

Doğu Türkistan'ın Geçmişi ve Günümüz Esir Kampları

 Çin'in şimdiki lideri Xi Jinping başa geldiğinden beri, Çin bütün azınlıklara, bunlar içinde de özellikle Doğu Türkistan'daki Türk nüfusa aşırı baskı uygulamaya başlayıp, birçoğunu "Yeniden Eğitim" adı altında GULAG benzeri kamplara atıp işkencelerle Çinlileştirme çabasına girişti. Başta bu konuyla ilgili pek bilgi sızmıyordu. Ama hiçbir gerçek uzun süre gizli kalamadığı gibi, bu uygulamalar da çeşitli kaynaklardan dünya kamuoyuna taşındı. Aşağıdaki yazıda, bu coğrafyanın kısa bir tarihi sürecini verip günümüzdeki yasal düzenek ile bu uygulamaların neden yasa dışı, hepsinin ötesinde insanlık dışı olduğunu anlatmaya çalışacağım.

Bugün bizim Doğu Türkistan, Çin'in ise Xinjiang diye adlandırdığı yer Taklamakan Çölünü çevreleyen topraklardır. Bu alanın bilinen ilk sakinleri çeşitli şehir devletleri kurmuş olan Hint-Aryan ve Tibet halklarıdır. Söz konusu şehir devletleri, haritada hâkim oldukları bölgeleri belirleyen renk kodlarıyla gösterilen 6 şehir devletidir. Bu nedenle Uygurlar bu bölgeden "altı şehr" diye söz ederler. Bu şehir yönetimleri, eski dönemlerden başlayarak Bozkır merkezli Türk ve Moğol kökenli devletlerin, kimi zaman da Çin kaynaklı hanedanların etkisi altında kalmış, vergi vermiştir.

http://www.wikizero.biz/index.php?q=aHR0cHM6Ly91cGxvYWQud2lraW1lZGlhLm9yZy93aWtpcGVkaWEvY29tbW9ucy9kL2QwL1RhcmltYmVja2VuXzMuX0phaHJodW5kZXJ0LnBuZw 

Başlangıçta, Türk Hanedanları genellikle merkez Orkun Vadisinde olmak üzere İpek Yolunun geçtiği ticaret zengini bu bölgeyi uzaktan yönetip vergi almayı ve ancak garnizonlar bulundurmayı tercih etmiştir.

http://www.wikizero.biz/index.php?q=aHR0cHM6Ly91cGxvYWQud2lraW1lZGlhLm9yZy93aWtpcGVkaWEvY29tbW9ucy8wLzA0L0FzaWFfMjAwYmMuanBn

İstemi Yabgu'nun gelip Tanrı Dağı'nın batı kanadı üzerinde, Isık Göl'ün batı açıklarına başkentini kurması ile Türkler bölgede ağırlığını somut olarak hissettirmeye başlamıştır.

http://www.wikizero.biz/index.php?q=aHR0cHM6Ly91cGxvYWQud2lraW1lZGlhLm9yZy93aWtpcGVkaWEvY29tbW9ucy9hL2FmL0Vhc3QtSGVtXzYwMGFkLmpwZw

844 yılı, Türklerin doğu Asya'daki ağırlıkları için önemli dönüm noktası olan bir tarihtir. Bu yıl Orkun Vadisi merkezli Uygur Kağanlığı yıkılmış, Uygur toplumu hanedan ailesinden Tiğinlerin önderliğinde üç koldan güneye ilerlemeye başlamıştır. Bunlardan en doğuya gideni Gansu'ya yerleşmiş ve "Gansu Uygur Krallığı" diye bildiğimiz siyasi yapıyı kurmuş. Bir kol Turpan merkezli olmak üzere Taklamakan Çölü'nün doğusuna, bir kol da İstemi Yabgu'nun geçmişteki başkentine yakın kurulan Balasagun merkezli olmak üzere çölün doğusuna yerleşmiş. Turpan'dakiler "İdikut Devleti"ni, batıdakiler de "Karahanlı Devleti"ni kurmuşlar. Kuşkusuz bu Karahanlı topraklarında, Uygurların eski bağlı ve ortakları Karluklar da var, ama günümüzde oluşturulmaya çalışan 'Karahanlı Karluk'tur düşüncesi biraz eleştiriye açık. En azından hanedan "Yağlakar" soyundan geldiğine göre, önemli bir Uygur kitlesi olmalı. İşte bu İdikut ve Karahanlı Devletlerinin yerleştiği topraklar günümüz Doğu Türkistanını oluşturuyor.

İdikut'un Cengiz Kağan'ı tanıyıp damat olma isteğini bildirmesiyle önce çölün doğusu, sonraki seferlerde batısı Moğol Kağanlığı yönetimine geçer. Bu süreçle birlikte Balasagun ve Batı Karahanlı'nın başkenti Özkend'e Kem Kırgızları gelip yerleşmeye başlar ve bölge Cengiz Kağan'ın ikinci oğlu Çağatay'ın devletine miras kalınca bugünkü Doğu Türkistan ilk kez birleşmiş olur.

http://www.wikizero.biz/index.php?q=aHR0cHM6Ly91cGxvYWQud2lraW1lZGlhLm9yZy93aWtpcGVkaWEvY29tbW9ucy9iL2I3L0NoYWdhdGFpX0toYW5hdGVfbWFwX2VuLnN2Zw

Çin'deki Ming Hanedanı döneminde de burası Çağatay ve Cungar Hanedanlarının yönteminde, görece özgür kalır. 1755te Mançu Qing Hanedanı Doğu Türkistan'a girip yönetimini kurar. 1870lerde Kaçgar merkezli olarak Yakup Han Badevlet kendi yönetimini kurar. Bu dönemde Qing Hanedanı bölgedeki Han ve Hui tüccarlardan da yardım ister ve buna karşılık bölgeye yerleşmelerine izin verir. Yakup Han İstanbul'a elçi gönderip Halife olan Padişah'a biat bildirerek yardım ister, ama görüşmeler bitmeden bir ajan eliyle zehirlenerek öldürüldüğü için bölge kesin biçimde Çin idaresi altına girer.

Bölge 19uncu ve 20nci yüzyıl kaynaklarında sıklıkla "Eastern Turkestan" olarak anılır. Qing döneminde verilmiş Çince adı "Xinjiang" ise "xin=yeni" ve "jiang=öncü, bölge" kısaca 'yeni topraklar' anlamına geliyor. İşte bu bile buranın Çin tarafından iddia edildiği gibi yüzlerce yıldır Çin toprağı olmadığının en güzel kanıtlarından.

Çin Cumhuriyeti kurulduktan sonra buradaki Türkler iki kere Doğu Türkistan Cumhuriyeti kurmayı denediler. Birincisinde, sonradan Türkiye'ye gelip yerleşmiş İsa Yusuf Alptekin, Sabri Mesut Baykuzu ve Mehmet Emin Buğra etkindir. İkincisini ise Gulca'dan Ali Han Töre, Abdulkerim Abbas ve Kazak olan yoldaşları Ahmetcan Kasım yönlendirmiş, Sovyet desteğini de almışlardır. Alihan Töre'den sonra başkan olan Ahmetcan Kasım, sonradan Çin ile Sovyetler anlaşınca öldürülür. Şimdi ise Çin Hükümeti 'bu devleti komünizme geçiş ve Çin yönetimine devretmek amacıyla kurduğu' yalanı anlatılıyor ve Gulca şehrinde bu masalla uyumlu olarak adı verilmiş bir cadde var.

Bu istiladan beri zulüm aşamalarla arttı. Yaklaşık 20 yıl önceye kadar Ürümçi dışında pek Han Çinlisi bulunmazdı. Olanlar da elle sayılacak kadar azdı. Ama modern dünyanın nimetlerini Çin batıya ilerlemek için kullandı ve yaklaşık 15 yıldır bölgeye kaydırdığı Çinli nüfus yüzünden Han ve Uygur nüfusu denk düzeye gelmiş durumda. Çin bununla tatmin olmayacak; daha da batıya açılmak istiyor ve bu nedenle baskı ve zulmünü her geçen gün daha da artırıyor.

Haritada görülen sarı alanlar, nüfus kaydırma politikasına uygun olarak Çinlilerin yerleştirildiği üretim bölgelerini gösteriyor.

Bunun bir dedikodu olduğunu sanmayınız. "Batı Bölgesi Teorisi" yakın zamanlarda Türkçeye de çevrildi ve yayınlandı. (http://www.sinoturknews.org/bati-bolge-teorisi-cinin-buyuk-turkistan-politikasi/ ) Göreceğiniz üzere kısa vadeli hedefleri Hazar Gölü.

Bu süreç içinde, Müslüman olmayan azınlıkların Çinlileştiğini gören Uygurlar, çareyi İslam'a sarılmakta görüyor. Çin de bu durumu 'Bunlar İslamcı terörist' formülü ile örtbas etmeye çalışıyor. İnternet ortamında ve basılı dergilerle yayınladıkları "Batı Bölgesi Teorisi"ni de örtbas etmeye çalışıyor. Gerçi Çin yönetimi bir yandan her yana çiçek dağıtıp barış mesajları vererek şirin görünmeye çalışıyor ama batılı gazeteciler ve genel toplum gerçekler hakkında biz Türklerden çok daha ilgili ve bilinçli. Artık mızrak çuvala sığmıyor ve yalanlara herkesin karnı tok. Bu arada batıda çeşitli ülkelerin yurttaşlığına geçmiş etnik Çinliler, ürettikleri sanat eserlerinde Çin'in ne büyük uygarlık sahibi, ne güzel insanların yaşadığı bir cennet parçası olduğunu anlatmaya çalışıyor. Çin'in gerçek yüzü ortaya çıkınca yanlarındakine ne diyeceklerini merak etmeyin. Çinli kendi devleti için her şeyi hak görür. Bu arada, Çin'de insan hakları ihlalleriyle ilgili daha ayrıntılı bilgi almak için hükümetin Çinli kimi yurttaşlarına neler ettiğini bir araştırmanız, durumla ilgili daha gerçekçi bir görüş edinmenize yardımcı olabilir.

Yukarıda sözünü ettiğim "Batı Bölgesi Teorisi" Türkçeye çevrilmeden önce, 2011 Ocak ayı sonunda Ürümçi'de bulunduğum sırada, Uygur bir hocam bana anlatmıştı. Ardından da o bölgede çok yaygın bilinen bir tür kehanet eklemişti. Dediğine göre, Ye'cüc ve Me'cüc (Han Çinlileri) batıya yayılmak istiyor. Bunun için Doğu Türkistan'a sağlam basması gerekiyor. Mavi Taş'a (Emir Temür'ün Semarkand'daki mavi kubbeli kabri) kadar ilerleyecek. Burada onları Türkler durduracak ve ilerleyerek tarihten silecek. (Öyle ola!)

http://www.wikizero.biz/index.php?q=aHR0cHM6Ly91cGxvYWQud2lraW1lZGlhLm9yZy93aWtpcGVkaWEvY29tbW9ucy81LzVkL1NocmluZW9mQW1pclRpbXVyLmpwZw

Bu yazıyı hazırladığım günlerde, Çin devlet televizyonu CCTV, Uzaktaki Evimiz adlı bir belgesel programda, Çinlilerin uzaktaki evleri olarak Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan'ı gösteriyordu. Birileri hâlâ yalanlara inanmayı tercih edebilir; Çin bir yandan yalan söylerken, diğer yandan gerçek emelini gizlemeye hiç gerek görmüyor.

Günümüze gelirsek: Kimi Çin yandaşları, konuyu sulandırmak için Uygurlarını durumunu Türkiye'deki Kürtlerin durumuna, hatta PKK'nın durumuna benzetmeye çalışıyor. En birincisi, şu anda Doğu Türkistan ya da çevredeki komşu ülkelerin hiçbirinde, eline silah alıp dağa çıkmış kimse yok; Çin'in şehirlerinde, orada burada çocuk öldüren, alış-veriş merkezlerinde bomba patlatan kimse yok. Hatta Doğu Türkistan toprakları içinde silah olarak kullanılabilecek tek şey olan bıçak ve satırların üstünde lazerle işlenmiş seri numaraları var ve satın alanın adına dijital ortama kayda geçtikleri için bir olayda kullanılmalarına da imkân ve ihtimal yok. Dolayısıyla Uygur ya da diğer Türk toplulukların durumunu PKK'ya benzetmek en kısaca terbiyesizliktir. Genel olarak Kürtlere benzetme konusunda, şunları söyleyebiliriz. Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, Birinci Dünya Savaşında ülkemizi istilaya gelen ve ama boylarının ölçüsünü verdiğimiz, dönemin süper güçleri olan Birleşik Krallık, Fransa gibi devletlerle Lozan Barış Antlaşmasını imzaladı. Bu anlaşmada Türkiye'de yalnızca Müslüman olmayanlar "azınlık" olarak tanımlanmıştır. Bu süper güçlerle yapılan anlaşmalara göre Kürtler bu ülkenin azınlık değil asıl yurttaşlarıdır. Geçmiş süreçte yaşadıkları sorunlar azınlık değil yurttaşlık sorunlarıdır. Eline silah alıp dağa çıkmadıkça çözüm yolu aranmalıdır. Bir Türk olarak ben de memnun olmadığım çok durumla karşılaştım ama hiçbirinde elime silah alıp dağa çıkmadım. Peki, Uygurların durumu ne?

Çin yönetim altına aldığı bütün topraklarda kendi tanımlamalarını, kimse ile anlaşma yapmadan, kimse karışmadan, kendi yöneticileri nasıl uygun görüyorsa anayasa ve diğer yasalarına öyle yazdı. Çin'in Xinjiang diye adlandırdığı bölge Özerk bir bölgedir. İçinde diğer kimi azınlıklar için başka özerk yönetim birimleri bulunmakla birlikte, genel olarak da bir "Uygur Özerk Bölgesi"dir. Ayrıca burası Uygurların yeryüzündeki birinci derece tek yurtlarıdır. Özerk bölgeler, Çin illeri gibi 1. düzey yönetim birimidir. Çin'in illeri gibi kendi yerel yönetimi vardır, ama özerk bir bölgenin daha geniş yasama hakları vardır (!). Buna göre bütün Xinjiang çapında Uygurca resmi özelliği olan dildir ve yazılı ve sözlü olarak her düzeyde resmi olarak kullanılabilir. Oysa yaklaşık 10 yıldır Çin kendi yazdığı bu yasayı ihlal ederek buna engel oluyor ve tek iletişim dili olarak Mandarin Çincesini dayatıyor. Özerkliği sağlayan durum Uygur nüfusunun oranıydı. 1955te bu oran %77 iken 2000de %45e kadar inmişti. Buna neden Pekin hükümetinin sürekli bölgeye Han nüfusu kaydırmasıdır. Bu arada modern çağın teknolojideki gelişmeleri de kullanılıyor. Çin ilk başlangıçta komünist gibi görünerek yeni bir imaj oluşturmaya çalışmıştı ama ırkçı yüzü her geçen gün daha çok görünür oluyor. Aynı kökenden ve kültürden kabul edilen Hong Kong ve Macau'da özel yönetim birimleri olmasına karşın köken ve kültürü kesinlikle ayrı olan özerk bölgelerde hak ihlalleri dünya çapında en üst düzeyde. Son dönemde özel yönetim bölgelerinde de baskının gittikçe arttığı haberleri basın yayında daha çok yer bulmaya başladı.

Yasal durum böyle. Peki, konu yalnızca yasal durumla mı ilgili? Hayır. Çin, sayısı beş milyonla ifade edilen insanı toplama kamplarına almış, yeniden eğitim yalanı altında asimile etmeye çalışıyor. Onların konuşacakları dile, inanacakları dine, kişisel yaşamlarının bütün ayrıntılarına kadar tüm özel yaşamlarına baskı kuruyor. Kamplardaki kimselerin evlerine bekâr Çinli erkekler yerleştirildi. Son günlerde bir sürü kürtaj ve benzeri kötü muamele haberi gelir oldu. Bu haberler de sıkı denetim altında olduğu için ancak kaçak yollardan ulaşabiliyor. Yetmez gibi Çin yönetimi, bütün dikta yönetimlerinde gördüğümüz biçimde bu haberleri sızdıranların peşini bırakmıyor. Bütün bu saydıklarımız, herhangi yasal haklar bir yana, doğrudan doğruya insan hakkı ihlali örnekleridir. Konunun geldiği boyutta sulandırılacak yanı kalmamıştır.

Ne kadar konuşsak oradaki trajediyi tam olarak anlatamıyoruz; anlatılması gereken olaylar bitmiyor. Öte yandan, beş yıl önce "Orada her şey güllük, gülistanlık" diyenler, bugün durumu PKK'ya benzeterek sulandırmaya çalışıyor. Yarın bütün Uygurlar öldürüldüğünde ya da asimile edildiğinde, karşımıza çıkıp hiç utanmadan "Orada zaten hiç Uygur yoktu ki" deme pişkinliği göstereceklerinden emin olabilirsiniz. Lütfen bütün bu insanlık dışı uygulamaların bilincinde olun ve buna karşılık bir insanlık görevi olarak elinizden gelen neyse onunla yardımcı olmaya çalışın. 

Ekte, Doğu Türkistan'a yalnızca gezmek amacıyla giden bir kardeşimizin başından geçenlerin bir örneği var. Onun yaşadıkları, orada görülen olayların en hafifidir. Gerisini siz düşünün. Tüm hakları videoyu yayınlayan kardeşimize aittir. Diğer bölümlerini de izleyiniz. 

Related Posts

Leave Comments