By Mehmet Alp on Salı, 22 Ekim 2019
Category: Siyaset

ADIM, ADIM YALNIZLIĞA...

Biliyorum;
Bu yazdıklarım bir çoğunun hoşuna gitmeyecek.
Ama ben yine de yazacağım.

Aslında yeni bir şey de değil, senelerdir karaladıklarımın özeti olarak görebilirsiniz.

Bugün Türkiye'nin uluslararası konumda geldiği noktaya baktığımızda hiç de hoş olmayan, özellikle eski 'müttefikleri' tarafından yalnız bırakılmış, hatta artık izolasyona sürüklenen bir durum yaşadığını görüyoruz.

Hayır;
bu satırları okuduktan sonra işlerine gelmeyenler her ne kadar aksini iddia edecek olsalar da 'Batı' hayranı değilim. Batı'nın çifte standartını, tarih boyunca güvenilmezliğini belki de bir çoğundan daha iyi biliyorum.

Ama 'Batı' her zaman böyleydi;
Yani güvenilmez ve çifte standartlı.
Ama eskiye nazaran Batı'da değişen bir şey var;

O da, eskiden rasyonel ve öngörülebilir, ölçülebilir olmasıyken bugün ise kendi dinamikleri içindeki sarsınmalardan dolayı artık homojen bir Batı'dan bahsedilemez hale gelmesi. Dolayısıyla günümüzde artık 'Batı' diye bir kavramdan bahsetme yanlış.

Bu bloğu artık en kaba haliyle bir Kıta Avrupası ve Anglo-Saxon Abd - İngiliz ayırmanın şart olduğunu düşünüyorum.

Aslında teferruata girilse en azından Kıta Avrupası çok daha ince nüans ayrımlarına göre analiz etmek mümkün, ama bu bu satırların kapsamını çok aşar.

Gelelim 'Doğu' ya…

Aynı ‚Batı'da olduğu gibi Doğu aksında Rusya ve Çin'i ele alarak homojen bir yapıdan söz etmek mümkün olmasa da ve her ne kadar bizim 'Batı' bakış açımızla anlaması zor görünse de 'Doğu'nun kendi açısından daha rasyonel ve daha hesaplanabilir davrandığını düşünüyorum.

Yukarıda 'Batı' için söylediğimin aynısı tabii ki 'Doğu' için de geçerli.

Batı'ya ne kadar az güveniyorsam Doğuya da o aklar az güveniyorum.

Zaten uluslararası ilişkilerde ‚güven' gibi kavramları kullanmanın doğru olmadığını savundum hep.

‚Güven', ‚dostluk' veya ‚vefa' gibi bireysel hayatımıza zenginlik katan kavramların uluslararası ilişkilerde işi yoktur. Charles de Gaulle'un dediği gibi ‚Ulusların dostu olmaz. Sadece çıkarları olur. '

Genel bakış açımı kısaca gösterdiğim bu satırlardan sonra asıl amacım olan ‚şeytanın avukatlığına gelmek istiyorum.

Evet, Türkiye 'Doğu'ya da, 'Batı'ya da asla güvenemez ve asla güvenmemeli;Lakin biz kendi açımızdan her şeyi doğru yaptık mı?

Yani en azından; içinde bulunduğumuz durum Batının ihaneti, bize düşmanlığı, bizi kıskanması, artık ismine ne derseniz deyin, olsa bile, insanın aklına şu sorular geliyor;

Biz çizgimizi bu ihaneti, çekememezliği veya işte ise hesaba katar yapmamız gerekiyor muydu ve yaptık mı?

Ve, bence daha da can alıcı nokta, Batısını, Doğusunu bırakın, biz (özellikle dış politikada) doğru bir siyasi çizgi çizdik mi?

Bakın ben askeri stratejist değilim. Dolayısıyla mevcut şartlar altında bu son sınır ötesi temizliğimizin gerekliliği gerekmezliğini tartışmayacağım. Bu konuda tek diyebileceğim; Evet, bu hükümeti desteklemem mümkün değil, ama ben her zaman devletimin, askerimin, ordumun yanındayım. Tanrı'm askerime zeval vermesin, kılıçlarını keskin eylesin.

Yani ben ‚savaşmayalım, sevişelim' diyen sahte hümanistlerden değilim. Benim eleştirdiğim bu noktaya gelmemizi sağlayan A'dan Z'ye yanlış ve vatanımı, devletimi, bütünlüğümü ve askerimi korkunç tehlikelere sürükleyen dış politika.

Şimdi gelin 15 Şubat 1999'u hatırlayalım.
Ne olmuştu o tarihte? Bebek katili yakalanmıştı.
O yakalanmadan önce de Türk askeri Suriye sınırına dayanmış, ‚ya o katili verirsiniz, ya da Şam'a geliriz' diye ultimatum vermişti.
Kimsenin gıkı çıktı mı Türkiye aleyhinde? Üstelik doğrudan Suriye devletine savaş ilan etme durumu ile karşı karşıya olmamıza rağmen
Hayır.

Neden?
Haklıydık da ondan.
Sonra cani yakalandı ve Türkiye'ye getirildi.
Şöyle bir geri bakın, o dönemler terör ne durumdaydı?
Bitti denecek durumdaydı.

Sonra ne oldu?
2001 krizi ve IMF'nin eline düşmemiz.
Peki IMF'nin eline düşmemiz sadece ekonomik etki mi yarattı?
15 Ağustos 2000'de imzalanan meşhur ‚İkiz Yasalar'ın o süreçle doğrudan alakadar olduğundan eminim.

İkiz yasalar bu kapsamda kenden önemli?
Çünkü yıllar sonra karşımıza çıkacak olan ‚Açılım'ın hukuki meşruiyetine zemin o ikiz yasalarla hazırlandı.
İkiz yasaları imzalayan hükümet gitti ve yeni hükümetimiz geldi.
Gelince de ölen teröre ‚Açılım'la hayat öpücüğü verildi.
‚Sen ne mutlu Türk'üm dersen o da ne mutlu Kürdüm der' dendi…

O zamana kadar devletimizin hukuki vatandaşlık üzerinden tanımladığı ‚Türklük' birden ülkenin resmi temsilcileri, hükümeti tarafından apayrı bir zemine, etnik kökene, çekilerek Avrupa, ABD ve diğer emperyalistlerin dünden hazır beklediği ‚alt kimlik'-‚üst kimlik' tartışmaları ile uluslararası kabul edilen bir Kürt kimliği yaratıldı.

Evet, artık remsiydi. Türkiye'de ‚hakları verilmeyen(!)' bir ‚azınlık' kimliği oluştu.
Oluştu ve gerisi de çorap söküğü gibi geldi… Üniversite de kürtçe kürsüler açılması, TC ibaresinin kaldırılması, andımızın okullarda okutulmaması…

Hep beraber yaşadık bunları.

Bugün uluslararası zeminde herkes ‚Trump Kürt müttefiklerini yüzüstü bıraktı' diye eleştiriyorken kimse ‚ABD Türk müttefikine karşı pek uzantısı ypg'ye nasıl silah verir, asıl yüzüstü bırakılan Türkiye' demiyorsa bunun alt yapısı işte o günlerde meşruiyet kazandırılan sözde ‚Kürt kimliği' yüzündendir.

Gelelim sonra meşhur 0-Sorun Politikamıza.

Türkiye Atatürk'ün ‚Yurtta Sulh, Cihanda Sulh' direktifi sayesinde, bizzat taraf olduğumuz 1974 Kıbrıs Harekatı haricinde bir dünya savaşı, soğuk savaş ve kaç tane Körfez Savaşı atlattı o bölgede.

Ama şimdi bakıyorum, Orta Doğu Cehenneminin en için sürüklendik.

Bu muydu 0-Sorun?

Tunus'da bir seyyar sebze satıcısı kendini yaktı ve Arap Baharı patlak verdi…Tunus'dan Libya'ya atladı, Libya'dan Mısır'a, Mısır'dan Suriye'ye…

Mısır'da Mursi'yi destekledik. Mısır'ın iç işlerinden bize neydi? Neden illa birini desteklemek mecburiyetindeydik?

Gerçekten, düşünüyorum da, hazır konu elalemin işine karışmaktan açılmışken… Bence bir terör örgütü olan hamas'ın lideri hangi gerekçe ve sıfatla Çağlayan'da iktidar partisinin yaptığı mitinge telefonla canlı bağlantı kurdu? Mesela Netanjahu'nun mitingine Karayılan telefonla bağlansa biz ne derdik?

Bunu İsrail meraklısı olduğum için yazmıyorum. Sadece bu ve benzeri davranışlar uluslararası alanda Türkiye'nin elini güçlendirdi mi, yoksa zararlı mı oldu bugün görüyoruz.

Devam edelim;
Sıra geldi Suriye'ye ve ailece tatile gittiğimiz Esad ‚Ya Esed' oldu…

Zerre kadar dış politikayı takip eden herkes, Suriye'nin sırtını İran'a dayadığını, İran'ın da Rusyaya dayadığını bilirken gerçekten Suriye'nin Libya, Irak ve Mısır kadar kolay olacağını mı düşündük gerçekten?

Esad'ın babası gerçekten Türkiye ile olumlu geçinme çabasında değildi ama Başer Esad'da aksine komuşuları ile olumlu geçinme politikası uyguluyordu. Hatta hatırlayalım, sadece iki aile beraber tatile gitmekle kalmamıştı, Suriye Türkiye sınırından insanlar geçebilir olmuş, sınır tarafından ayrılan aileler birbirini görebilir hale gelmişti, barış havası vardı.

Sonra?

Suriye'de çıkacak olan bir yangının Türkiye için de ne kadar tehlikeli olacağını düşünmek için nobel ödüllü deha olmaya gerek yoktu sanırım.

Peki biz ne yaptık? Yangının üstüne körükle gittik.

Esad'ın zayıflaması ile doğan boşlukta ne oldukları belirsiz gruplar peydahlandı. Birden sözde ‚hürriyet ve barış' için savaşan bu ‚özgürlük savaşçılarının' binaların tepesinden insanları aşağılara ittiği videolar gördük nette, ama Esad ‚katildi', onlar ‚özgürlük savaşçıları'…

Ve olan oldu, ülke mahvoldu ama benim başından dediğim gibi, Esad başta kalamayı başardı ve isyanları bastırdı. Çünkü ‚Batı' Rusya ve dolayısıyla İran ve Çin'le doğrudan karşı karşıya gelmeyi göze alamadı.

Bütün bu kaos esnasında bir ‚ışid' peydahlandı ortaya. Hatta en güçlü oldukları dönem 30bini aşkın diye telaffuz ediliyordu bu haydutların sayısı. Nasıl olduysa tüm dünya 30bini aşkın bir grubun o bölgede CIA ve Mossad'dan habersiz oluşabileceğini bir kere bile sorgulamadı.

Resmen dinimiz adına vahşetin en alasını yaşattılar bölgede. Köle ticaretinden tutun, işkenceler, idamlar… Ne kadar çağdışı barbarlık varsa hepsi dünyanın gözü önünde ‚İslam' adı altında yaşandı.

İşin ilginç tarafı ise bu ışid'in öldürdüklerinin ağırlıklı çoğunluğu müslüman olmasıydı. Bunların en güçlü oldukları dönemde İsrail Filistin'e karşı en ağır harekatlarından birini gerçekleştirdi, ama ne hikmetse işidin İsrail'e gıkı çıkmadı. Hedeflerinin hep ABD'nin çıkarlarına aykırı olan ülkeler olması, İran, Suriye, hatta bir ara Rusya'yı bile tehdit ettiler, ama İsrail'e gıkları çıkmadı…

Başta Suriye ve diğer yerel yönetimlerle haberleşerek kendi ülkemize de tehdit oluşturdukları için bunları nizamı ordumuzla yerle bir edip bölgede söz sahibi olduğumuzu göstermektense Türkiye'nin Gurur duyduğu', hatta göndere çaputunu çekerek ağırladığımız Barzani'nin adamlarının elini kolunu sallayarak ülkemizi geçmelerini, IŞİD'a karşı güya ABD'nin yanında savaşmaları için terörist dediğimiz ypg'ye yardıma gitmelerini, bölgede hem Batı hem de Esad ve Rusya tarafından ‚müttefik' olarak kabul edilmelerini ve uluslararası ağırlığa sahip olmalarını sağladık. Onlara ABD silah verecek kadar meşruiyet kazandırmadık mı?

Şimdi, bunlara yardıma koşanların topraklarımızdan geçirip, lahmacunlarını ödedikten sonra, hatta Salih Müslim'i Ankara'da ağırladıktan sonra bunların terörist olduğu aklımıza geldi.

Bir de bütün bunlar olurken AB'ye karşı takındığımız tavır var.

AB Roma'da henüz yazılmamış bir AB anayasasını açık çek imzalar gibi imzalar gibi imzalarken iyiydi, ama sonra bir şeyler oldu ve hepsi bizi ‚kıskandı'.

Türkiye'ye asla yakışmayan metodlarla Hollanda'ya bakanımızı ‚kaçak' soktuk, hepsine ayar verdik…

Hepimiz ABD başkanının yazdığı o küstah mektuba sinirleniyoruz, hatta ben başta inanmak istemedim ama Allah için kendimize soralım; O mektubun üslubu Alman Cumhurbaşkanı'na ‚O hala kendini papaz sanıyor' demekten çok mu farklı?

Ve buna benzer kaç örnek yaşadık son zamanlarda öyle değil mi?

Sadece söylemler de değil, çok tehlikeli işlemlerimiz de oldu. Mesela bir NATO ülkesi olarak Rusya'dan alınan S400'ler.

Ortada iki şık var. Ya Batı Türkiye'yi izolasyona sürüklemek için bir tezgah hazılardı ve biz de gözümüz kapalı bu tezgaha geldik ve fena şekilde harcanıyoruz, ya da uluslararası zeminde kabul edilmeyecek dış politik hedeflerimiz var.

Eğer ikincisiyse, bu hedefi takip ederken en azından diplomasi de daha uyumlu, daha duyarlı bir siyaset izleyerek bu kadar izolasyona sürüklenmemizi engelleyemez miydik?

Dediğim gibi, ben bu harekatın gerekliliğini, uluslararası haklılığını tartışmıyorum, ama uluslararası hukukta tartışılmaz olsa bile Batı'da bunu kabul edecek, en azından Türkiye'ye kin kusmayacak kimseyi bırakmadık.

Çünkü özellikle son yıllarda kullandığımız üslup ve dille bunu bizzat kendimiz mahvettik.

Bütün bu tavrı neye veya kime güvenerek takındık?

Kendimize mi?

Keşke öyle olsa ama gerek ekonomi, gerek teknoloji, gerekse toplumsal veriler böyle bir öz güvenimizin doğru olmayacağını gösteriyor.

Rusya'ya mı güvendik? Dediğim gibi 'Batı' veya 'ABD' hayranı değilim, ama bildiğim şu var;onlara ne kadar az güveniyorsam Rusya veya Çin'e de o kadar az güveniyorum. Çünkü ister doğru ister Batı, emperyalist emperyalisttir ve her zaman evvela kendi çıkarlarını göz önünde tutar, kendi kendi çıkarları doğrultusunda ne müttefiklik tanır, ne dostluk.

Evet, ABD'den bağımsız olmalıyız, ama ABD'den bağımsız olmak için bu gidip Rus'un ayısına kucak açılmaz.

Peki bu operasyon Türkiye'nin işine yarar mı? İnşallah yarar.

Dedim ya, herkesin Napolyon Bonapart olduğu dönemde askeri stratejist olmayan az sayıdaki vatandaşlardan biriyim. Ama operasyonun Cumhurbaşkanı'nın çok işine yaradığı kesin.

Belediye seçimlerinde kaybettiği özellikle İstanbul'da yaşanan hezimet ve kaybolan güven tekrar onarıldı ve devletim, vatanım için operasyon yapan ordum sayesinde herkesi AKP'ye davet etti. İç siyasette bayağı bir toparladı tekrar.

Allah askerime, devletime, milletime zeval göstermesin, ama çok tehlikeli sulara yelken açtık, rüzgar her geçen gün sertleşiyor ve biz ise gittikçe kontrolü kaybediyoruz gibi geliyor bana.

İnşallah ben yanılıyorumdur. Ama ben Ortadoğu bataklığında kuvvetler ayrımı olmadan yönetilen ve ‚azınlık hakları' tartışılan bir ülkenin toprak bütünlüğünü uzun süre koruyabildiğini görmedim. Çünkü Batının gerekçesi hep aynıdır. Demokrasi ve barış getirmek için böler ülkeleri.

Ve bunu illa bir ulusun kendi asker gücü ile de yapmasına gerek yok. Sokar durumu kurtarmak için mavi kasklıları sonra bir de bakmışsınız yeni bir devlet doğmuş.

Ha efendim, Rusya BM'de bunu engeller. Evet, muhakkak engeller, …

Kendi işine geldiği sürece!

Related Posts

Leave Comments