By Nehir Çelikkollu on Cuma, 02 Ağustos 2019
Category: Siyaset

Türk Milliyetçiliği

Izdırapta derman bulan bu gönlü, hüzne terk eden ne? Topçu'ya göre mesuliyet, Cemil Meriç'e göre merhamet... Lügatta farklı mânâlara gelen bu iki mefhumun hakikâtte özü bir. 

Dil, cemiyet ruhunun aynasıdır ve bu ayna o millete mensup münevverler sayesinde geleceği yansıtır. Hakiki mefhumlara değil, uydurma kelimelere itimât eden sapkın "aydın"larımız bir asır sonrasını düşünmeye mecâl bırakmasa da, nefsimize isyan ederek bin asır sonrasına köprü kuracağız. Bu köprüyü kurmak için evvela bugünü çok iyi tahlil etmemiz gerekir. Bugünün tahlili, mânâsını yitirmiş mefhumlarda gizlidir. Şüphesiz ki sahte "aydın"ların muhtevasında değişmeye uğrattığı en önemli mefhumlardan birisi insandır. Bugün insan maddeleştirilmiştir. Ruhu doyuran mâneviyat inkâr edilerek maddeleştirilen, idrâkini yitiren insan, bataklığa düşen sinekten daha savunmasız bir hâldedir. Fıtratın müphemliğini göremeyen, ülküsüz, mânâsız, tefekkürsüz bir insan nesli, hayvan sürüsünden farksızdır. Bu yitik insan motifinin sonu, Sovyet Rusya'da, Çin'de çok net bir şekilde görülmektedir. Birbirinden kopuk, hâl-ahval bilmez, millet ve din düşmanı gençlik, mazlumun kimsesizliğini yüreğinde hissedemez hattâ nefsini şahsiyetinin önüne geçirdiğinden gün geldiğinde zalime alkış tutar. Özetle bugünkü gençlik yani benliğini oluşturma noktasında iradesiz kalan gençlik, gençlik değildir. Gençlerimizin ahvâli gibi birçok ciddî mesele bugün bizi ızdırapa gark etmektedir. Türk Cihân hâkimiyeti mefkûresi asırlarca mazlumların türkülerine ad vermişken mesuliyeti reddederek öz'ün mânâsını yitirmek insan gibi sukûneti de sözlüklere hapseder.

Cihana huzur vermenin sırrı, bir yaprakta kâinatın gizli olduğunu bildiren İslamiyet'tedir. Bu sır, insanın öz'ünü görmenin sırrıdır. Bu sır, fıtratın sırrıdır. Fıtrat gereğince insan, Hakka hizmet ettikçe kendini aşar. Bu 'kendini aşma' cehdi, insana fedakâr ve bilinçli hür bir varlık olma ayrıcalığını kazandırır. Cemiyet yaşamı için yardımlaşmayı farz kılan İslâmiyet şüphesiz ki insana kazandırmış olduğu bu ayrıcalıklarla hak din olduğunu kanıtlar. İnsan mefhumu üzerinde biraz daha yoğunlaşmak için bugün kopmuş olan mefkûre, mesuliyet ve tefekkür zincirlerini birbirine bağlamak gerekir. Tefekkür sonucunda cemiyetteki derdin mesuliyetini sırtlanan ve nesillere mefkûre aşılamak için tarihle hemhâl olan insan, şüphesiz ki cihandan heybetlidir. Kendini aşarak fertlikten şahsiyete geçiş yapmıştır. Nefsini yenmiştir. Yani insanoğlu, mensubu olduğu milletin derdiyle dertlenmeli, sevinciyle sevinmelidir. Dündar Taşer'in belirttiği 'nimet-külfet' dengesi budur. Bu, millî şuuru, cemiyet ruhunu ayakta tutar, ebedîleştirir. Millî şuurun olduğu yerde geçmiş üç bin yıla bakılarak gelecek üç bin yıl tâyin edilir. Şüphesiz ki cemiyet yaşamında büyüdüğü için milletin derdinden bîhaber kalmayan nesiller, insanlığın sorunlarına da çözüm üretecektir. İnsan için cemiyet yahut cemiyetin daha ilerlemiş hâli olan millet bu denli önemliyken milliyetsizleşmeyi olağan göstermek akıl işi değildir. Bu noktada, insanı kurtarmak için milliyetçiliğin nasıl benimseneceği üzerine tefekkür etmek gerekir. Milliyetçiliği belirli tehditler sonucu benimsemek onun muhtevasını daraltır. Milliyetçilik elbette sahip olduğu kutsi değerlerle tüm tehlikeleri def edecektir lâkin öz'ü bilmek ve anımsamak için doğan milliyetçilik çok daha sağlam temellere oturacaktır. Belirttiğimiz üzre milliyetçi olmamak en başta insan mefhumunu yitirmeye sebep olur. Bu yitirilme toplumu yok edeceğinden huzur ve refah ulaşılması imkânsız birer kelime olmaktan öteye gidemez. Milliyeti yitirmek emperyalist ülkelere davetiye göndermektir. Milliyetçiliği sırf coğrafyaya bağlamak yanlıştır lâkin üzerinde bulunduğunuz konum dünyanın en iyi madern rezervlerine sahipse milliyeti yitirmenin sonuçları ağırlaşacaktır. Bu noktada emperyalizmi kızıl ve kara olarak ikiye ayırarak tahlil etmek gerekir. Kızılların nasıl bir bataklıkta boğulduğunu bahsettiğimizden kara emperyalizme değineceğiz. Kara emperyalizmin babası Batı, Orta Çağ gerçeğiyle henüz yüzleşememiştir. Orta Çağ Avrupa'sında mukaddesat mânâsını yitirmiş, insan boşluğa sürüklenmiştir. Rahipler şahsî menfaatleri için dini kullanmıştır. Cemiyet ruhu olmadığından millete hizmet aşkıyla yanan liderler yetişmemiş bu da henüz oluşamamış olan milleti parçalara ayırmıştır. Sanayi İnkılabı'na kadar bu süreç böyle devam etmiştir. İnkılaba gelmeden evvel rönesans ve reform üzerinde durulması gereken iki ayrı konudur. Lâkin bu konular, Batı'nın menfaat kokan tarihini değiştirmez. Tarihinin hiçbir safhasında cemiyet ruhunu benimseyememiş Batı, bugün oluşturmaya çalıştırdığı millî şuurla, menfaatperest tarihini gizleyemez. Çünkü millet evvela tarihten güç almalıdır. Misâl kadim Türk devlet felsefesinin mihenk taşı olan cemiyet ruhu, millî şuur milattan önce dâhi Türk milletinde görülmüştür. Bu sebepten Şark'taki lider tasavvuru Batı'nın aksine daha çok hizmet eden, dini bir menfaat aracı değil mesuliyet kaynağı olarak gören lider üzerine kuruludur. Mâruz kaldığımız mankurtlaşma hâsebiyle bu tasavvuru idrâk etme noktasında güçlükler çekiyoruz lâkin bu bizi yılgınlığa değil çalışmaya sevk etmelidir. Türk milletini bugün lider yetiştirememekle suçlamak, sapkın 'aydın'ların tavsiyesiyle Batılılaşmayı kurtuluş görmek tarihe ihanet etmektir. Tarih, geleceğe yön verir. Tarihi bilgiden noksan, boş bardak misâli verilenle dolan nesil, geleceğin teminatı olamaz. Bu nesilden lider de çıkmaz. Ziya Gökalp'in tabiriyle 'kamu ruhunu yansıtmayan kamu oyu'ndan çıkan liderler, millî şuura tamamiyle zıt düşecek hareketlerde bulunabilirler. Bu zıddiyeti fark edememek millî varlığımızın sonu olur. Türk milletinin tarihte yüklendiği ulvi vazife göz önüne alındığında denilebilir ki: bu son yalnızca Türk'ün değil, 'zalime karşı duran her kim varsa' onun da sonudur. Bu sebepten, mesuliyetimizin ağırlığını hissiyatımıza mühürlemeliyiz aksi takdirde atalarımızın ruhu şad olamayacaktır.

Related Posts

Leave Comments