By Mehmet Soral on Cumartesi, 30 Ekim 2021
Category: Siyaset

MERAL AKŞENER'İN YERİNDE OLSAM...

Ben Meral Akşener'in yerinde olsam...

Ben Meral Hanım'ın yerinde olsam siyaset yaparken dini terim ve kavramlara atıf yapmam. Türk milletinin kültürünün önemli bir birleşeni de dini inancı yani İslam'dır. Bu kültüre sahip insanlara hitap ederken insanın meramını anlatırken dini referanslara atıf yapması elbette doğal dır. Amma vekilin; AKP milletin dini inançlarını o kadar suiistimal etti ki; bu suiistimal alanında yol verdiği fetö'yü devletin en küçük birimine kadar yerleştirdi ve sonucunu 15 Temmuz ihaneti olarak gördük. Dini vakıflar ve Kuran kursları vasıtası ile yapılan arsızlık, hırsızlık, suiistimal ve ahlaksızları geçiyorum. Dolayısıyla suiistimallerle tüm değerleri ile içi başlatılan, değersizleştirilen İslami terim ve kavramlar birilerinin dilinden telaffuz edildiğinde insanların beyninde ilk çakan inandığı din değil, tasallutundan kurtulmak istediği AKP ve tek adam sistemidir. Yani bugün için maalesef (Sebep olanlar ve onlara destek verenler utansın) siyaset yaparken dini referanslara atıf yapanlar insanlara sempatik değil aksine antipatik geliyor; çok acı olsa da. Mesela "İnançlı kardeşlerim" yerine "Ahlaklı, erdemli kardeşlerim" şeklinde hitap edilebilir, siyasi hiç bir riski olamayacağı gibi hiç kimse de İslam'a niçin atıf yapmadığını sorgulamayı düşünemez. Yine "Yolumuz Ömer yolu" yerine "Yolumuz hak, hukuk, adalet yoludur" demenin de hiç bir riski olmayacaktır ama söylediği zamanda AKP ve siyasal İslam akla gelecektir.
Eğer 4. kuruluş yıl dönümü kutlamalarında kullanılan ''Yolumuz Ömer yolu'' afişiyle ilgili fikir AKP'den İYİ PARTİ'ye geçen kamuoyu araştırmacısı F.Acar'dan çıkmış ise geçen haftalarda yazdığım üzere şahsen benim için korktuğumun başıma gelmesidir ki; F.Acar'ın düşünce, fikir ve yönlendirmelerinin İYİ PARTİ'ye zarar vereceği dir. AKP'ye olan öfke maalesef onu çağrıştıran her şeye karşı da oluyor; bunlar dini söylem ve kavramlar dahi olsa da. Bunun vebalinden sorumlu olanlar elbette Allah'a hesap verecekler ama O'dan önce millet sandıkta onların hesabını soracaktır.

Büyük elçileri istenmeyen adam ilan edemediniz

Siz kimseyi istenmeyen adam falan ilan edemezsiniz. Onlar her zamanki yaptıklarını yapıyorlar; getirdikleri gibi de götürmek istiyorlar.

Hani sizin bir C. Zapsu'nuz vardı; elinden tutup Saros dahil ABD'de kapı kapı dolaştırıp sonra da "Bu adamı kanalizasyona süpürmeyin kullanın" demişti. Ha işte; o zamanlar seni süpürmemeye karar vermiş olanlar bugün hedefte her ne kadar siz olsanız da maalesef sayenizde bedelini hepimize ödetmek istiyorlar. Diğer bir husus "Çalma elin kapısını çalarlar kapını" demiş atalarımız. Sana neydi, kime neydi, ABD'ye neydi; Suriye Devleti'nin demokrasi sorununu ülkeyi kaosa sürükleyerek çözme misyonuna soyunmak. Bir devlet başkanının katil olup olmadığına o devletin halkı karar verir, çözümü de halkı üretir. Niçin Suriye halkının kendi sorununu kendisinin çözmesine fırsat vermediniz. Milletimizin bugün için %50 den fazlası seni istemiyor; ekonomik şartlar, insan hakları ve demokrasi sorunları nedeniyle. Senin BOP dahilinde Suriye'de üstlendiğin misyon mantığına göre "Türkiye'yi Erdoğan'dan kurtarıp sonrasında Ayasofya'da ibadet edeceğiz" diyen bir güç mü aramamız lazım. Hadi diyelim biz size karşıyız, her şey güllük gülistanlık; ya "Manisalı ağlak"ın sizden ve yönetiminizin şerrinden korktuğuna dair söylediklerine ne diyeceğiz; dava arkadaşın, yoldaşın hatta her türlü kumpaslarınızın aparatı değil miydi. Suriye Devletini perişan eden projenin içinde oldunuz; o kadar da oldunuz ki; zaferi Emevi Camii'nde namaz kılarak tescilleyeceğinizi bile söylediniz. Sonuç; yüzlerce şehidimiz, 100 milyar dolar masraf ve devletine isyana teşvik edip sonra da ülkemize zorunlu göçe zorladığınız 5 milyon insanın yükü. Demek ki dünya sadece Esat'ın yaptıklarını değil, başkalarının da yaptıklarını takip ediyormuş. Ne garip; oysa ki bunu en iyi bilmesi gereken sen olmalıydın. Ha aklıma geldi, ne yalan söyleyeyim merak ettim; C. Zapsu seni elinden tutup ABD caddelerinde dolaştırırken hiç düşündün mü; "Kasımpaşa nire, ben kimim ki, burası nire" diye. İşte o zaman düşünmediklerini bugün sana düşündürmek istiyorlar ama maalesef bedelini Türk milleti ve devletine ödetiyorlar. Ancak hiç bir emperyalist gücün seni ne kayırmasını ne de göndermesini istiyoruz aynen İstanbul seçimlerinde olduğu gibi sandıkta, kendi oylarımızla 800 bin değil 8 milyon oy farkı ile sizi sandığa gömerek göndermek istiyoruz.
Ne oldu şimdi...Büyükelçiler hizaya mı geldiler yoksa ayarı kaçırılmış efelenmeden sonra işin vahameti anlaşılınca... "Aman efendim, kendimizi çok müşkül duruma soktuk. Bizim geri dönüşümüz zor, halka izah edemeyiz ama siz sayın elçiler, malum duruma ayar çekecek tonda bir demeçle bizi içine düştüğümüz durumdan kurtarabilirsiniz" dendiği şeklinde bir kanaate sahibim. Zira rahip Brunson vakasını hatırlayınca hiç tereddüt etmeden aklıma ilk gelen budur. Sanki büyükelçiler Viyana Sözleşmesi 41. maddesinin anlamını ve kapsamını bilmeden ortak metin açıklamışlardı da Türkiye olarak hatırlatılınca da "Viyana Sözleşmesi'nin 41. maddesine 'riayet etmeyi teyit ediyoruz" beyanatını verdiler öyle mi. Büyükelçilerden rica ve minnetle durumu kurtarma talebinde bulunulmuş onlar da yardımcı olmuşlardır. Mesele bundan ibaret. Kavala falan bahane, meselenin aslı cumhur ittifakı iktidarının zafiyetleri tek tek test edilerek elde edilen sonuçlar üst üste konup yeri ve zamanı geldiğinde yine Türkiye'ye karşı kullanabilmektir.

İYİ PARTİ 4. Kuruluş Yıl Dönümü
2015 yılında "Türk siyasetine bir kadın eli değmeli" düşüncemi inanarak yazmıştım. Temelinde Meral Hanım'ın şahsında siyasette edep ve adap dilini kullanma hassasiyetinin kendini göstereceği ve dolayısıyla da kutuplaşmanın azalacağını ifade etmek istemiştim. Çünkü erkek egemen siyasette erkek jargonu üzerinden kullanılan dil milleti geriyor ve sonuçta kutuplaşmaya neden oluyordu. MHP ve AKP birlikteliğinin adeta ezici gücü ile Türk milletine sunduğu sınırlı seçeneğe karşı İYİ PARTİ'nin Türk siyasetinde yer alması ile çoktan tercihe imkan sağlayarak Türk demokrasinin önü açılmıştır. İYİ PARTİ'nin 4. kuruluş yıl dönümünde rüştünü ispat etmiş güçlü bir kurumsal yapıya şahit olduk. Bu sıkıntılı salgın sürecinde ülkenin dört bir tarafından kutlamalara katılma isteği coşkulu bir şekilde doruk noktadaydı. Aidiyet duygusunun verdiği heyecanla İnanmışlık ve adanmışlığı herkesin yüzünden okumak mümkündü. Bana siyasi tercihim ve ona bağlı mücadelem sürecinde; "Başarmak ve kazanmak" gibi hislerle yaşamaya hasret kaldığım duyguları yaşatan partime ve onun genel başkanı Meral Hanım'a ve tabi ki tüm mensuplarına teşekkür ediyorum. Partimizin 4. kuruluş yıl dönümü hayırlı ve uğurlu olsun.

Gazeteci Ahmet Takan'dan bir alıntı
2003 yılında başbakan Abdullah Gül, AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan beraber Davos'da...Başbakan Gül'ün baş danışmanı gazeteci Ahmet Takan o günü anlatan yazısından alıntı...."Kasketli, kabanının yakalarını kaldırmış ve tanınmamak için kafayı da içeriye doğru bükmüş bir adam otel kapısından içeriye giriyor. Kısa bir tereddütten sonra o adamın Soros olduğunu fark edip, usulca peşinden gittim. Soros efendi, merdivenleri çıkıp Abdullah Gül ile Tayyip Erdoğan'ın kaldığı kata doğru giderken içimden "Allah Allah, benim bildiğim bu adamın Gül ile planlanmış bir randevusu yok. Ne iş acaba?" diye geçiriyordum. Soros, kata geldiğinde Erdoğan'ın korumaları ve adamları apar topar Erdoğan'ın odasına aldı. Arkada da beni görünce içlerinden biri işaret parmağını dudaklarının üstüne götürerek bana sus işareti yaptı. Gül'ü uyandırmaya vaktimiz vardı. Soros, Erdoğan ile otel odasında görüşmesini yaptı ve geldiği gibi sessizce otelden ayrıldı. Uyanınca sordum, Abdullah Gül'ün randevudan haberi yoktu."

Biraz da tebessüm
Allah'a şükürler olsun; AKP öncesinde her evin önünde bir öküz arabası, ahırların kapısında da eğelenmiş atlar vardı. Cumhurbaşkanı, Çankaya at meydanında uygun bulduğu bir söğüt ağacına atını bağlar sonra makamına gider mesaisine başlardı. AKP'den önce cep telefonu değil "Cep güvercini" kullanılırdı. Yalnız bir sıkıntı vardı; zamanın Cumhurbaşkanları çok eziyet çekiyorlardı; "cep güvercini" ishal olunca ceplerine sıçıyor, çalışmıyordu. AKP geldi "Cep güvercini"n ishal olmasını önleyen müthiş bir ot buldu kullanıma sundu. Ondandır ki; sürekli bize "Yüzünüze gözünüze dursun, eskiden cebinize sürekli çıkan güvercinler vardı, bugün ise öyle bir sorun yaşamıyorsunuz, daha ne istiyorsunuz" diyorlar.
Nankörüz nankör.
Mehmet Soral
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Related Posts

Leave Comments