By Mehmet Soral on Pazar, 26 Temmuz 2020
Category: Siyaset

AYASOFYA'DA ATATÜRK'E YAPILAN SAYGISIZLIK

Ayasofya'da cuma hutbesinde Atatürk'e saygısızlık yapılmıştır

Bugün de cuma hutbesinde yine tüm cemaat olarak Ayasofya mevzusu üzerinden diyanetin usturası ile imam tarafından tıraş edildik. Öte yandan Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'ın Ayasofya'da okuduğu cuma hutbesi ile biz cumhuriyet değer ve kazanımlarını önemseyip, hassasiyet gösterenleri çileden çıkardı.

Sanki 1453 senesinde henüz İstanbul fethedilmiş ve akabinde Ayasofya'nın camiye dönüştürülmesi kararının yaşandığı gündeydik.

1453-2020 arası yaşanmışlıklar ve zaman dilimi makasla kesilip atılmış. Fatih yapacağını yapmış kalanı da sanki Erdoğan tamamlamıştı.

Cumhuriyet dönemine sinsice öyle bir göndermeler yapılıyor ki; alttan alta dönemin tüm kazanımlarına kin ve öfke var. Başta İstanbul'un işgali olmak üzere İstiklal savaşı ve Atatürk gerçeğini bilerek ve istenerek görmezden geldiği gibi kullandığı bir cümlede Atatürk'ün Fatih'in vakıf senedine uymadığını ima ederek zımnen kendisini lanetliyordu. Oysa ki; Murat Bardakçı'nın bir TV kanalında canlı yayında söz konusu vakıf senedini göstererek, herhangi bir lanetleme maddesinin olmadığını söylemişti.

Ne, yıllar önce Ayasofya'nın bulunduğu şehri İngilizlere tek kurşun atmadan teslim eden Vahdettin'in ihanetinden bahsedildi; ne de, o ihanetin Türk milletine ödettiği bedelleri telafi için verilen İstiklal savaşı mücadelesinin kahramanı Atatürk ve O'nun arkadaşlarından bahsedildi. Aksine O'nun almış olduğu kararın adeta "Zulmüne" atıf yapılarak, seksen yıl sonra bu zulme karşı elde edilmiş bir zaferden bahsediliyordu(!)

Diyanetin bu bilinçli ama haksızca hazırlamış olduğu metini imamlar tüm camilerde okudular, bizlerde dinledik. Seccademi toplayıp camiyi terk edip etmemek arasında gelgitler yaşadım ama nihai olarak öfkeme galip geldim. Şeytanın gazabına gelerek namazımı kılmayı başardım. Allah kabul etmiştir inşallah.

Diğer bir husus; aynı gün Lozan Antlaşmasının yıl dönümü olmasına rağmen cuma hutbesinde hiç bir şekilde atıf yapılmadı. Yazıklar olsun...! ne diyeyim.

Allah'tan bunlara vahiy mi geldi ki; Ayasofya'da ne sosyal mesafe ne insan aklı, ne de vicdanı var. Corona onların dünyalarını terk etmiş öyle mi(!)

Kim ki oradan virüsü alıp da öyle veya böyle gelip bana veya aileme bulaştırırsa; kendi adıma diyorum ki Allah'ın laneti ona olsun.

Sağlık bakanının özverili çalışması, bilim kurulu ve diğer sağlık mensuplarının her türlü riske katlanarak toplum sağlığı için mücadele edip hatta şehit olmaları, iş verenlerin elamanlarının işsiz kalmamaları için işletmelerine kilit vurmamak adına her türlü fedakarlıkları yapmaları herkesçe malumken; izan, insaf ve irfandan yoksun şekilde sosyal mesafe ve diğer tedbirlerin gözardı edilerek, Ayasofya'nın ibadete değil adeta Corona'ya açık alan haline getirilmesi Corona'ya karşı verilen mücadeleye ihanet olduğu gibi sağlık ordusuna yapılmış bir kalleşliktir.

Senin kıldığın namaz bizatihi senin sorumluluğunda olan bir şey ve sevabı da günahı da seni ilgilendir ama orada bitişik nizam namaz kılıp sonra da ulaşım araçları ile İstanbul'un dört bir tarafına dağılarak masum bir insanın virüs kapmasına neden olduğunuz an; orada kıldığınız namazın zerre miskal o masum insan ile helalleşmediğiniz sürece size bir fayda sağlamayacaktır, bilesiniz.

Kim ki ben böyle düşünüyorum diye namaza niyaza karşı olduğum şeklinde iftira atmaya kalkarsa ben de peşinen onları Allah'a havale ediyorum.

Ayasofya'nın yeniden yeniden fethedilmesi bir ego tatmini olup insanları algılarla oraya buraya sürükleme operasyonudur.

"Yanımızda Sultanahmet var, orayı doldurdunuz mu ki Ayasofya'yı cami yapalım" diyen insan; hangi kızı, ne zaman, nerede ve kime istedik ki düğün yapmaya kalkıyorsun.

Sizin algı operasyonlarınız beni ırgalamaz. Ayasofya üzerine oluşturduğun konjonktürü siyasi tehdite dönüştürerek, cumaya gelmeyen siyasiler üzerine ne de güzel linçler senaryosu yazsanız da; ben olayım muhalefetin yerinde, yanınızda saf tutmam. Artık inançların suistimali üzerinden ödenmesi gereken ne bedel varsa ödensin ve bu hesap da bitsin. Siyasi "Linç"in tehditi ile aynı safta yan yana gelmek riyakarlık olmayacak mı.

İYİ PARTİ'nin iradesi bende olsaydı; mensupları kendileri adına istedikleri tercihi yapabilirlerdi ama İYİ PARTİ adına tek bir kişinin dünkü Ayasofya seremonisine iştirak etmesini istemezdim.

Katılmamanın siyasi linci göze alınamadığı için Meral Hanım Corona'yı bahane etti, Yavuz Ağıralioğlu ve Buğra Bey ise siyasi riski göze alamadıkları için iştirak etmişlerdir.

Maalesef yine cumhur ittifakının dizayn ettiği siyasi seremonide İYİ PARTİ olarak yerimizi aldık.

Oysa ne kadar isterdim; "Biz birilerinin emri-vaki ettiği show'larda figüran olmayız. Yapılmak istenen bir siyasi show'dur, iştirak etmeyeceğiz" diyebilmeyi.

Oysa bu siyasi oyunlara yüreklice karşı çıkmak İYİ PARTİ'nin veya bir başka partinin farkındalığını ortaya koyması için iyi bir fırsat değil miydi. Keşke "Katılmayı gerekli görmedik" diyebilmiş olsaydık.

Gündemi cumhur ittifakı belirleyip, arenayı hala onlar dizayn ediyorsa; kimse kusura bakmasın kazanmaya yakın olan da onlar dır.

Siyasal İslamcıların fikri kanaat önderlerinden olup, AKP ve Erdoğan'ın da feyiz alıp, danıştığı İslamcı yazar Diilipak'ın şu cümlelerinden anlaşılan o ki; T.C Devleti ve Türk'e dair her türlü bütünü parçalamak gibi bir niyetin olduğu aşikar değil mi. Ayasofya'ya atıf yaparak bakın nasıl bir ihanetin pimini çekiyor.

"Bu konu sadece Müslümanlarla sınırlı kalmayacak. Ortodoks birliği de kurulacak. Üniversitelerini, bankalarını da kursunlar. Süryani Patrikliğini Hz. Ömer kurdu, Ermeni Patrikliğini Fatih kurdu. Fatih Rum Ortodoks Patrikliğinin de başıdır. Osmanlı dediğimiz onun içinde bir Ortodoks dünyası var. Sadece Hilafet, ya da Ortodoks Cemaatinin daimi temsilcilik Konsülü değil, bir de Osmanlı Milletler Topluluğu olacak." diyor.

Cumhur ittifakının Balgat birleşeni; (Özellikle MHP demiyorum) bu adamların hangi ihaneti sizin aklınızın başınıza gelmesi için yeterli olacaktır. "Fındığın kabuğu" üzerinden ceza kestiğiniz kendi evlatlarınıza karşı bu kadar cüretkar olabiliyorken cumhur ittifakının diğer bileşenine kıyamamanızın aslı astarı nedir, itiraf edin artık.


Din adamları ilahiyat bilgisi ile bilikte müspet bilimlerle ilgili formasyon dersleri almalıdırlar

Nasıl ki bir fizik mühendisi lise öğretmeni olmak için formasyon dersleri alması gerekiyorsa bir din adamının da hitap ettiği çağdaş insanlara daha inandırıcı ve ikna edici olabilmesi için pozitif bilimlerle ilgili formasyon alması gerekir diye düşünüyorum.

Klasik din öğrenimi ve öğretimi daha önce "Paketlenmiş" peşin kabuller üzerine yapıldığı için hele ki bu "Z kuşağı" için bir anlam ifade etmediği gibi ikna edici de olmuyor. Zaten ancak ikna ile birlikte iman oluştuğu için her ne hikmetse bu usulle bir neslin yetişmesi istenmiyor.

Bugün İslam dini denince; öyle bir algı baskısı altındayız ki; ilk akla gelen ezan'lar, sela'lar, camiler, tarikatlar, badem bıyıklı insanlar ve bir de gözler önüne gelen "Başörtülü kadın silueti". Çünkü din adına konuşulanlar hep bunlar değil mi. Oysa imanın yeterli olmadığı bir İslâm inancında dini ritüelleri yaşıyor olmanın ne anlamı kalıyor ki.

Aynen Osmanlı'da matbaanın geciktirilmesinde olduğu gibi bugün için de din eğitimi ve öğreniminde özellikle öğretenler kapsamında bu işin içine müspet bilimlerin imanı kuvvetlendirebilecek somut verilerinden faydalanmak lazımken sanki bilerek uzak duruluyor.

Bunun önünü açacak olan da siyaset kurumdur ama hiç bir zaman buna fırsat tanınmayacaktır; beslendiği ana kaynak "Menfaat sosuna batırılarak paketlenmiş şekilde sunulan klasik islam öğretisi" de ondan.


MHP Ordu milletvekili Cemal Enginyurt kesin ihraç isteği ile disipline sevk edildi

Cemal Enginyurt'un siyasi dilini ve üslubunu hiç tasvip etmedim. Cumhur ittifakına yaranmak adına bizler gibi Türk milliyetçilerini haksız ithamlarla sürekli rencide etmiştir.

Ancak bir milletvekilinin kendisini meclise gönderen bölge insanının sorunlarına sahip çıkması kadar doğal ne olabilir ki. Cemal Enginyurt belki de yaptığı çıkışlarında alışık olduğumuz sert ve hırçın üslubunun aksine oldukça makul sayılabilecek yumuşak bir dil ile tarım bakanının fındık politikasını eleştirdiğinden dolayı MHP'den ihraç istemi ile disipline sevk edildi. Milletvekilliğinin doğal tanımı ile çelişen oldukça aykırı bir cezalandırma olup ne insani, ne de vicdanidir.

Balgat'ı (MHP demiyorum. Zira MHP'nin kurumsal kimliği gasp edilerek, o haliyle AKP'ye entegre edilmiş bir yapıya dönüştürüldü) anlamak mümkün değil. İnsanlar vekillerini hizmet etsinler diye seçip meclise gönderirler üç beş insana biat edip, onların köleleri olsunlar diye seçilmezler.

Ama şu gerçeği de hepimiz biliyoruz ki; Balgat'ı bu usule teslim eden, ona sadakat göstermeyi alışkanlık haline getirip kurumsallaştıranlar da Cemal Enginyurt gibi biatcılar olmuştur.

Ali Güngör vakası; aslında ülkücü vicdanı susturmaya matuf Devlet Bahçeli'nın bugünler için ülkücü refleksi test ettiği bir çalışmaydı.

O zaman Ali Güngör'ün yanında saf tutanlar; ne mutlu onlara. Başkalarını bilemem ama o yıllardan bu güne telafisi olmayan bir utancın girdabında hala kıvrım kıvrım kıvranmaya devam ediyorum. Eğer birileri feryadımı duyup da bu adam ne demek istiyor diyorsa bilinsin istiyorum; rahmetli Ali Güngör'e yapılan vefasızlık safında yer almış olmamdır.

Nitekim Devlet Bahçeli o test sonucunda istediği sonucu aldığı için inanmış ve adanmışlığımıza her türlü operasyonu çekme gücünü kendisinde hissederek, Türk milliyetçiliği kurumsal kimliği MHP'nin iradesini gasp ederek T.C Hükümetlerinin her türlü ihtiyacını gidermeye matuf alternatif milli güvenlik kurulu ile görevlendirilmeye amade kılmıştır. Bunun da bizim misyonumuzla, yani "Milliyetçi Türkiye"yi inşa etmekle uzaktan yakıdan bir ilgisi yoktur.


Fetöcülük ithamı ile yürekli insanları korkutmak

Sizi gidi sahtekar, düzenbazlar sizi. Ulan hepiniz kurbanlarınızı kesip, derilerini paketleyip akşama kadar vermek için fetö'nün müritlerini beklemediniz mi.

"Ülkü ocaklarına verelim" teklifimize "Onları da nereden çıkardınız canım, bunlar hizmetin namazında niyazında çocukları" demediniz mi.

Şimdi bu kadar hemhal olmuş halinize başkalarını bulaştırmak gibi bir algı peşindesiniz ama her türlü alavere dalavere ve kumpaslarınıza karşı öyle bağışıklık kazandık ki; ne yaparsanız yutmuyoruz artık.

Hiç bir ilinti bulamayınca "Ama siz de Abuzuddin köprüsünden geçerken senin atının kuyruğu onların eşeğin semerine değdi" diyorsunuz. Olum değse ne olur değmese ne olur; semerin altında ne var sen ona baksana.

Neymiş; 17/25 Aralık öncesi ve sonrası şeklinde devam eden açıklamalarla savunma refleksi göstermeler ve devamında cart curtlar...

Hangi mahkeme milad'a dair karar verdi; muktedirin paşa gönlü öyle istedi de ondan. Çünkü öncesi, alayını içine alır da ondan.

Hüseyin Gülerce'ye "Muz" 18 yaşındaki askeri öğrenciye ise "Nah"...öyle mi.


Fetö ile ilgili bir açılım mı düşünülüyor

Mümtazer Türköne'nin yeniden yargılanması talebi, istifa eden Türk Tarih Kurumu başkanının fetö mensuplarına af talep etmesi, Bülent Arınç'ın KHK mağdurlarından bahsetmesi gibi arka arkaya yapılan çıkışlar fetö ile ilgili düşünülen bir açılımın kamuoyunun twpkisini ölçmeye matuf bir test çalışması olabilir mi.

Cumhur ittifakı ile Fetö'nün; adını ne koyarlar bilemem ama bir açılım yapıp, bunun açıklanmasını da Devlet Bahçeli'ye (Bilerek MHP demiyorum) yaptırıp, gerekçesi için de "Devletin bekası" derler mi...?

Gerekçesini insan mağduriyetlerine değil, yurt dışına kaçırılan yüklü miktarda fetö parasının getirilmesi pazarlığına dayandıra bilirler mi...?

Dikkat ederseniz fetöcü iş adamları öyle veya böyle hapishaneleri ziyaret ettirip bırakıldılar. Şamil Tayyar bunu "Fetö borsası"na bağlamıştı. Ben de buradan hareketle yurt dışına kaçırılmış yüklü miktarda fetö sermayesinin de bu şekilde yurda getirilmesini düşünülebilirler diye düşünüyorum. Borç çok, para yok.

İşte muhtemel ki; böyle bir hata (Apo'dan ısmarlama mektupla talep edilen yardım) yapılırsa fetö'nün toparlanmasına neden olabilirler. Sonra ne olur; yine olan olur ve yine "Kandırıldık, Allah bizi affetsin" deyip devam ederler.

Peki bu ihtimaller niçin aklımıza geliyor; tamamen ve tamamen milletimize yaşatılan tecrübelerden.


Önce korkutup sonra ''Superman'' olmak ne yaman bir çelişki

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan devreye girdi. İçinde kıdem tazminatlarının emekli olduktan sonra emekli maaşlara eklenerek peyderpey ödenmesi ve part-time çalışma gibi tartışmalı düzenlemelerin bulunduğu geniş kapsamlı çalışmaya "Bu konuları taraflara sorarak uzlaşma arayıp daha sonra getirin" dedi.

Bu çalışmayı başlamadan niçin yaptırmadı. Yine benzer şey; önce korkutma, sonra superman rolünde kurtarıcısı olmak.

Kanaatim o ki; AKP'nin zihninde var olan erken seçim gereği, söz konusu düzenleme geri çekildi ama şunu bilmeliyiz ki hükumet kendilerini güçlü hissettikleri zaman hiç düşünmeden bu düzenlemeyi kanunlaştıracaklardır. Çünkü bu düzenleme; birikmiş ve birikecek kıdem tazminatlarının devlete maliyetsiz kredi temini demektir.


Çalınan sorularla memur olanlar ve mağdur olanlar

Çalınan sorularla devlet memuru olanlar işlerine devam ederlerken, o sınavlarda hakları gasp edilenler belki de hala iş arıyor olabilirler.

İstanbul seçimleri AKP lehine sonuçlanmayınca; "Hiç bir şey olmasa bile bir şeyler olmuş" gibi aklın, vicdanın kabul etmeyeceği bir mazeret ile seçim yenilenmek üzere milletin cebindeki ekmeğine aşına ayırdığı parası gasp edilerek yenilenen seçime harcandı. Hiç bir şekilde de vicdani rahatsızlık duymadılar. Çünkü kaybeden AKP'yedi ve kendilerine göre kaybetmemeleri gerekiyordu.

Peki memurluğu hak ettiği halde başkalarına dağıtılan sorularla hakları gasp edilerek ellerinden alınan mağdurların ve mazlumların hakları niçin aranmadı. Eğer bu sınavda AKP'yi ilgilendiren bir mağduriyet söz konusu olsaydı; hiç şüphesiz malum sınav iptal edilirdi.

Ve kıssadan hisse; Allah'ım sana şükürler olsun ki; beni böyle bir vebalden sorunlu tutarak, ahirette hesabını verecek bir ülkenin en muktedir kulu yapmadın.

Mehmet Soral

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Related Posts

Leave Comments