VER PARAYI BUL KARAYI

Son 10 yılı kapsayabilen ve güncel sayılabilen istatistiki veriler Türkiye'deki okur ortalamasında romanın %33 , öykünün %27'lik bir payının olduğunu göstermektedir. Geriye kalan oranları tarih, deneme, siyaset, sosyoloji, psikoloji vesaire oluşturmaktadır. "Türk edebiyatında roman ve öykü türündeki yeğin okuma oranlarının esas belirleyicileri kadın okurlarımızdır." şeklindeki bir söylem ne kadar doğrudur, bilmiyorum fakat ülkemizde son yıllarda okuma oranlarındaki çıtayı yükselten kitlenin içindeki kadın okurların artışının yadsınamayacağını ortaya koyan henüz netlik kazanmamış araştırmalar bulunmaktadır. Bilhassa ev hanımlarının roman ve öykü türündeki oran artışında önemli paylarının olduğu da dile getirilmektedir. Kadının savunmacı, koruyucu, değer verici, detaycı yapısı dolayısıyla bir eserin, bir yapının korunması, ona değer verilmesi bağlamında biz erkeklerden daha belirgin estetiksel, yaşamsal rollerinin olduğu, yapılan bazı araştırmalarda da belirtilmiştir. Kadının gözlem gücü, irdeleyici, duygusal fıtratının edebiyatımızdaki yerinin her geçen gün ivme kazandığını söylemek Türk okuruna özgün bir bilgi paylaşmak olarak açıklanamaz belki. Öyle ki güçlü okur kitlesi Türkiye'de kadın okurların sanatsal temelde nasıl bir kök barındırdıklarını gerek sosyal medya gerek de internet üzerinden aktarabilmektedir.

Tabii ki bizlerin, yeni kalemlerin, adı sanı duyulmamış, akşamleyin hafif karanlıkta annelerinin dahi tanımakta zorluk çektiği, lâkin suya girip doğru zamanda ve yönde ıslanmayı bilen, bir fikri olabilen, bu fikrini betimleyici, öyküleyici ayrıntılar üzerinden aktarabilen kişilerin en büyük handikabı yeterli okura ulaşamamasıdır. Adını sanını fazlaca duyurmuş şu BÜYÜK büyük büyük bazı yayınevleri daha çok şirket yönlü çalıştıkları için tanınmayan yazarları yeni bir ekmek teknesi olarak görmemektedirler! Şirket bazlı düşündüğünüzde, "E tabii canım, bir yerden gelecek, gelmeli para, babanın oğlu mu yayınevi falan," diyebiliyorsun. Duruma edebi yönden baktığınızda da, "Aslında şans verilebilir. Ne malum ilgili yazar adayı yumurtlayan tavuğa dönüşmeyecek," gibisinden düşünceler de üretilebilir. Şirket bazlı çalışan yayınevleri ekmeğin sıcaklığı(!) sebebiyle gidiyor Avrupa'nın en ücra köşesinde saygınlığı bulunmayan, dandik diye nitelendirilebilen bazı yazarların eserlerini dahi Türkçe'ye çevirip Türk okuruna harika yazar diye tanıtabiliyorlar. Ne var ki olumsuz algı her yerde algıdır ve olumsuzdur. Topyekün hükmedip etkisi altına alabiliyor, hele bir de toplumsal düzeyde, sapıkça ve ahmakça yergiler varsa al sana devleşen bir ekmek teknesi😊! Sürünün peşinden gitmeye meyyal her fikir, her duygu, her eser doğru eser midir? Türkiye'nin siyaseti gibi değil mi? Sürüyü peşine takan bazı kravatlılar tıka basa yemediler mi? Kusarak, tıksırarak böğüre böğüre doldurmadılar mı midelerini? Sıra sıra taşınmazların sahibi olanlar üstün bir prestijle aynı halkın karşısına geçmediler mi? Türk siyasetini çevreleyen içten pazarlıklı, ajitasyon yüklü entrikalarla nice ticari girişim neticesinde ezilen, üzülen bir "sürü" kitlesi oluşturulmadı mı? İşte, tam da bu sürünün sürdürülebilir çıkarcılığını soruyorum? İlgili sürülerin düzene duydukları sadakat ve inanç ne derece doğrudur, biz bu inanca itaat edelim, diyebilir miyiz?

Mamafih, Türk edebiyatı böylesi bir zehirlenme, virüslü bir yapılanmanın çarkında öğütülmekte, ülkenin sanatı yalnızca ticaret odaklı kof bir düzeneğin esaretiyle sınanmaktadır.

Avrupa'nın, Batı'nın, Uzakdoğu'nun, Güney Amerika'nın büyük yazarları varken senin yok mu? Var ama maalesef senin bir Tolstoy'un, Dostoyevski'n yok. Mesela öğrenim durumu, okur yazar düzeyinde olduğu halde dünyayı kasıp kavuran bir Emile Zola'n ve Emile Zola'ya ait Germinal'in de yok. Niye? Çünkü senin derdin sadece para kazanmak, senin bu ülkeden yeni bir Tolstoy çıkarabilmen veya tamamen bağımsız kalemleri sahaya sürüp Tolstoy'ları geride bırakabilecek bir hamle doğurabilmen mümkün değil. Büyük yazar diye şişirdiğiniz nice Türk malı(!) yerlinin eserlerini de okuduk. Adeta bozguncu satırlar arasında sığ kalıplara tutunarak dillenmeye meraklı, afrodizyak çalımlı, seks düşkünü, ana avrat sövücü, küfürbaz öykü diline edebi eser diyenleri de gördük. Yeri geldiğinde sizler değil miydiniz bu ülkede ahlakın bozulduğundan, çocukların doğru yetiştirilmediğinden bahseden? Evet, sizlerdiniz! Fakat gelin görün ki, zaman zaman böylesi haklı, katı yergilerde bulunan sizler, sonraları kendi eserlerinizde belden aşağıya çalışıp sözüm ona sanat ürettiniz! Tanrı rahmet eylesin, sevgili edebiyat hocam lisedeyken hep derdi bana, "Engin'im, yazdıklarına galiz küfürleri karıştıranların eserleri ahlaki olarak sakattır, zamanla yarı yolda kalma ihtimalleri yüksektir."

Misal hangi anne baba çocuğunun küfretmesini ister? İstemez elbet!

Hakkını aramak şeklinde yorumlanan galiz küfürler de duydum. Öykünün sokaktaki gerçek dili böyledir, diye iğrenç sözlerini tıpatıp satırlarının arasına yerleştirenlerin sanat yaptığı söylenebilir mi? Galiz küfürler ederek, mahrem bölgelerini öykülerine, romanlarına yerleştirip güya okuyucuya gerçeklik hissi verenler; acaba bu stille yazılmış yazıların okullarda, edebiyat derslerinde okunmasını salık verirler mi? Eser dedikleri onca kağıt parçasına iliştirdikleri, yatak odalarında sergiledikleri özel hâlleri, mahremlerini tanımadıkları ikinci, üçüncü şahıslara perdesiz, tülsüz gösteren, neşredenler neyin sanatını, edebiyatını yapıyorlar acaba? demek bağnazlık olabilir mi? Sen bu yazıları okul sıralarındaki çocuklara ahlaki olarak okutmakta beis yoktur, diyebilir misin? Bilemem, belki de dersin😊!

Geçenlerde adı sanı duyulmuş yerli bir yazarın öykü kitabını okuyorum. Fena değil satırları, yağ gibi kayıp giden basit cümlelerin bazıları alkışa mazhar diyebilirim. İlk bir iki sayfada gayet güzel ilerlerken üçüncü sayfada yazar zıvanadan çıkıyor. Yarattığı ya da gerçek hayattaki bir karakterin kişiliği ve bedenine ana avrat, dümdüz sövüyor. "Yetmedi, devam edeyim," dercesine birkaç satır sonra ebesinden başlıyor dedesine kadar sıraya diziyor, bilmem ne çocuğu diyor, sonra bilmem ne çocuğu dediği kadına, Anadolu kadını diyor bir iki öykü sonra, başka bir öykü üzerinden. Ruhsal problemleri tavan yapmış karakterler, kan, gözyaşı, saçmasapan aşkların girdabında boğuluyor başka başka satırlarda kişiler. Daha sonra yine öykü kategorisinde yazılar yazan gayri bir yazar ülkenin bütünlüğüne üstü örtülü bindiriyor, ağzına geleni soyutlaştırdığı eylemler, fikirler üzerinden aktarıyor. Mesela köpek havlıyor karanlıkta, köpeğin havladığı noktanın hemen arkasında emniyet güçleri bulunmaktadır. Havlayan köpek üzerinden emniyet güçlerine köpek demeye çalışıyor, aklısıra kurnazlık yapıyor, hatta kendisine sorduğunda şöyle şöyle edebiyat yaptım, betimlemelerin hakkını verdim diyor. İmalı imalı laflar sokuyor, ülke bütünlüğüne zarar verici sözler sarf ediyor, ama bunun adına edebiyat diyor, ne güzel(!) öyle değil mi?

Ne bileyim arkadaşım, bizler Anadolu ve Rumeli kültürünün insanları olarak atadan, dededen öğrenmedik mi bazı şeylerde ketum olmayı? Her şey her yerde söylenir mi canım? Herkesin her şeyi alenen olmasa da üstü örtük yazmasına müsaade var mı? Eğer varsa küfrü kullanmayıp devletin, milletin bütünlüğüne zarar vermemeyi düstur edinen yetenekli yazarların günahı ne?

Ne yazık ki; edebiyat ve sanata dair sektör; çıkarcılığın önümüze getirip dayattığı bir çıkmazın içindedir. Dövülen değerler, tartaklanan insani güzelliklerin aldığı acı darbeleri yazması elzem eller; ülkeye, topluma arz edecek ender beyinler yazarlar olması gerekirken bir yazarın elinde parça pinçik edilmiş değerleri, kültürleri görmek ne de hazin vericidir. Salt ticari çıkış yolu gözetmekle neyin sanatını üreteceksin? Evet, doğrudur, cebine dolu dolu para girecek ama sen ne var ki bağımsız bir Emile Zola yaratamayacaksın, Tolstoy'un olmayacak senin, Dostoyevsk'in hiç olmayacak. Sonra da neden sanat bizde böyle, şöyledir deyip beyhude çırpınacaksın, üstelik yalandan rol keseceksin kameralar önünde.

Hak edene hak ettiği değeri verdin mi? Yok! O halde senden asırlar sonraya kalacak olan da sırf ticari kaygın olacaktır. Ne diyeyim? Bol kazançlar! Koy keseciğine, tepe tepe kullan artık e mi😊!

Engin Yeşilyurt
11 Eylül 2021