By Nejat Kurtuluş on Salı, 10 Temmuz 2018
Category: Bilim

SEÇİM VE EĞİTİM İLİŞKİSİ

Ak Parti'nin oy artış akımını hatırlayalım. İlk kıvılcımı alt eğitim seviyesindeki seçmenler çakmış, diğer seçimlerde ise bu giderek üst eğitim seviyesindeki seçmenlere de yayılmış ve blok oylar meydana gelmiş, bu blok oylar kimlik halini almıştı. Bunu Ak Parti'nin 2007 seçimlerinde Yüzde 77 olan lise altı seçmen oranı, 2011 seçimlerinde yüzde 69'a gerilemesinden çözümleyebiliyoruz. Üniversite oranı ise yüzde beşten dokuza yükseldiğini görüyoruz.

2002'den itibaren fazlasıyla duygusal olan alt eğitim tabanındaki seçmenin ruhu okşanmış ve yüceleştirilmiş, üst eğitim tabanındaki seçmen görmezden gelinmişti. Yani düzeyin düşürülmesi gibi bir durum var ortada. Demokrasilerde sağlıklı olan üst düzeyin ulvi hale getirilip özendirilmesidir. Mevcut durumun değişmesi için programlar geliştirilmelidir. Seçmen küçümseme ile seçim kazanamama arasındaki korelasyonu iyi anlamalıyız. Ayrıca bu da alt eğitim seviyesindeki seçmene öykünüp, şirinlik yaparak da olmadı, olmaz da. Özgüvenle, kararlılık ile olur bu. Keşke zamanında okullarda demokrasi eğitimi, güçler ayrılığı, yargının bağımsızlığı, düşünce özgürlüğü gibi kavramlar verilseydi. O zaman alt seçmen, üst seçmen arasında bir illiyet kurmak zorunda kalmazdık. Alt seçmen ile üst seçmen arasındaki belirleyici etki diploma değil, küçük hesaplardır. O zaman Fransız İhtilali'ni gerçekleştirenlere de büyük haksızlık yapmış oluruz.

Platon, demokraside aslonanın halkın egemenliği olduğunu söyler. Ancak iyi seçim yapmak için, iyi eğitim görmesinin elzem olduğunu da söylemiş. Halkın kendini övenleri sevdiğini güzel konuşan hatip insanların başa gelebileceğini yazmıştır "Devlet" kitabında. Nietzsche de buna benzer şeyler ifadeler kullanarak cehaletten dem vurmuştur.

Ancak bizim gibi düşünen Francis Galton'un -ki kendisi Charles Darwin'in kuzenidir; iyi bir istatistikçi ve zekâkalıtım alanında yaptığı çalışmalarıyla tanınır- aşağıdaki araştırması bambaşka bir sonuç çıkarır.

Panayırda bir ağırlık tahmini yarışması yapılıyordu. İrice bir boğanın kilosunu bir kaç kuruş karşılığında tahmin etmeye çalışan köylülere, yaptıkları doğru tahmin karşılığında bir ödül vaat edilmişti. 800 kadar kişi bu tahmin yarışmasına katıldı. Katılanlar birkaç kasabın dışında civarın köylüleriydi.

Galton hemen bu yarışmayı siyasi bir oylamaya benzeterek şunları yazdı:
"Ortalama bir yarışmacının, boğanın doğru kilosunu tahmin etme şansı, ortalama bir oy verenin ülkesine faydalı olanı doğru bilme olasılığına benzer." Galton bu noktada, "ortalama oy verenin" aslında ne kadar beceriksiz olduğunu kanıtlamak amacıyla bu yarışmayı bir deneye dönüştürdü.

Yarışma bitip, sonuçlar açıklandığında, Galton tüm yarışmacıların tahminlerinin ortalamasını bulur. Kuşkusuz Galton'un tahmini, bu sayının boğanın gerçek kilosuna yakın olmayacağıydı. Sonuçta sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar "uzman" yani kasap, bir kaç ortalama insan ve pek çok "cahil" insanın birleşmesiyle ortaya çıkan bu tahminin doğru olması mümkün görünmüyordu.

Yarışmacıların toplu tahmini, boğa kesildikten sonra 544 kg olacağı yönündeydi ve gerçekten de boğa 544,5 kg geldi. Toplu tahmin mükemmel denecek bir sonuç vermişti. Galton'a göre: "Sonuçların demokratik bir yargıya, tahmin edildiğinden çok daha fazla dayalı olduğu" kanıtlanmıştı.

ABD'nin mahkemelerindeki jürilik sisteminin de temeli bu araştırmadır.

İkinci örnek ise okyanusta kaybolan bir denizaltıyla ilgili. 1968'in Mayıs ayında, Kuzey Atlantik'teki bir görevden dönen Scorpion adlı bir denizaltı kayboldu. Deniz Kuvvetlerinin bu konuda elinde olan tek veri denizaltıdan en son haber aldıkları noktanın koordinatları ve ondan sonra ne yöne doğru ilerleyebilmiş olacağının tahminleriydi. Bunlardan yola çıkarak aramalara başladılar. Okyanusta 35 km genişlikte ve binlerce metre derinlikte aramalar yapıldı ve sonuç alınamadı. Bu noktada, çoğu kişiye göre tek çözüm Amerika'daki en yetkili denizcileri toplayarak onlardan oluşan bir arama ekibi kurmaktı. Fakat John Craven böyle yapmadı.

Craven ilk önce, Scorpion'a ne olduğunu açıklayacak alternatif senaryolar kurguladı. Sonra, matematisyenler, denizciler ve kazalardan kurtulmuş insanları da dâhil ederek, çok değişik insanları barındıran bir ekip kurdu. Bu kişilerin her birinden ayrı ayrı, senaryoların ne kadar olası olduğunu tahmin etmelerini istedi.

Gruptaki kişilerin her biri, denizaltının neden kaybolduğu, okyanusun dibine düşerkenki hızı, düşme anında aracın dikliği de dâhil olmak üzere birçok konuda bahse girdiler. Bu bilgilerin hiç biri aslında tek başına denizaltının yerini gösterebilecek türden bilgiler değildi, fakat Craven bunlara dayalı olarak kapsamlı bir resim oluşturduğunda, en azından nerede olabileceği hakkında daha iyi bir tahmin yürütebilecekti.

Bu sürecin sonunda, elde edilen tahmin, gruptaki herkesin tahminlerinden çok farklıydı ama bir bakıma grubun kolektif tahminiydi. Yani aslında, ortaya çıkan fikir, gruptaki zeki insanların yönetiminde varılan bir sonuç değil, herkesin ayrı ayrı ama ortak olarak vardığı dâhice bir sonuçtu. Scorpion, kaybolduktan beş ay sonra, Craven'in grubunun tahmin ettiği noktanın 200 metre ilerisinde bulunmuştu.

Bu hikâyenin en can alıcı noktalarından biri, sonuca ulaşmanın aslında elle tutulur olmayan bulgulardan yola çıkılarak ulaşılmış olmasıydı. Gruptaki hiç kimsenin denizaltının kaybolma nedenini, kaybolurkenki hızını ve dikliğini bilmemesine rağmen, aslında grubun bir bütün olarak tüm bunları bildiği ortaya çıkmıştır.

Velhasılı kelam bu araştırmalar bizdeki duruma uyar mı bilmiyorum, ama bildiğim tek şey okullarda demokrasi eğitiminin ve uygulamaların nitelikli bir şekilde verilmesi. Ancak mevcut iktidar bunun ne kadarını verir veya vermek ister, işte bunu tahmin etmek biraz zor.



Kaynak
James Surowiecki
The Wisdom of Crowds, Abacus, 2005.

Related Posts

Leave Comments