Adem'den bu deme neslim getirdi
Bana türlü türlü meyva yetirdi
Her gün beni tepesinde götürdü
Benim sadık yarim kara topraktır..

Aşık Veysel

Çocukluk hatıralarımdandır. Nadir güzellikte bir yaz günü; yamacın tepelerinde dedem evi, annemler fındık harmanına küfe küfe fındık taşıyor. Biz çocuklar harman kenarında oynuyoruz. Karşıdaki Ege köyünde bir dan dan serisi gürültünün ardından bağrış çığrış kıyamet koptu. Yakınlarda olan herkes bizim harmanın kıyısına toplandı. Pirağa amcamdı sanırım "Ege'de vurgun oldu galiba" dedi. Esma Halam " Lele'dir. Haber ettiydi gardaşına fındıga gelme sen zaten zengünsün, gurbetçisin para gazanıyun dediydi. Gardaşı da demiş ki "gazanıyusam çalışıyum, miras hakkım gelüp toplacaam fındıumu". Lele'de demiş ki, "gelüsen vururum!".

On dakika geçmedi haberin aslı geldi. Lele Bayram, Almanya'dan köye fındığa gelen gurbetçi kardeşini, yengesini, yeğenini vurup öldürmüş, kendi de yaralı, kaçmış. Üç parça tarladan hasat edilecek fındığın getirisini paylaşamayacak kadar yoksulluk korkusu kardeşi cellat yapmış…

Yıllar içinde ailelerin içinde, akrabalar komşular arasında yığınla toprak çekişmesine şahit oldum, Toprak mülkiyeti kavgasına.

Toprak, Ademden bu deme, bu demden ebediyete taşınma vasıtası. Aşın, ürünün, zenginliğin kapısı. Bunun için kıymetli, toprak. Aslında sadece toprak değil tüm ekolojik unsurlar! Toprak bu unsurların önem sıralamasının üst basamağına tırmanan asil üyesi. Dünya yüzeyinin %29'u karalar ile kaplı. 510 milyon km2 yüzey alanının 147,9 milyon kilometrekaresinde insanoğlu ayaklarını yere basabilme şansına sahip. 1 cm kalınlığında toprak oluşumu için iyi şartlarda 100 yıldan başlayıp 1000 yıla uzanan bir zaman dilimine ihtiyacımız var. Oysa tarım yapabilmek için 25-40 cm arası üretebilen toprak kalınlığı gerekli. Bu miktar toprağı biriktirmek için 20-25 bin yıl sabırla beklemek gerekecek. Bu kadar vaktimiz var mı?

Dünyada yiyecek stokları 70 günlük rezervin altına düştüğünde kriz göstergesi olarak kabul ediliyor. 70 gün ortalaması azaldıkça gıda stoğuna sahip ülkeler iç ihtiyacın karşılanması, iç fiyatların yükselmemesi, fırsat ekonomisinden yararlanmak için dış satım arzını kısıyor. Arzdaki kısıtlama otomatik olarak dış satım fiyatlarının artmasına, artan gıda fiyatlarını karşılayacak yeterli kaynak bulamayan ülkelerde açlık krizlerine, açlık sorununa bağlantılı olarak da kitlesel göç hareketlerini tetikleyici unsur haline geliyor. Kitlesel göçün ortaya çıkardığı sorunların alt başlıkları başlı başına zincirleme sorunlar yumağı olmaya devam ediyor.

Peki Türkiye ne durumda? Anadolu coğrafyası, dünya toprak varlığının 53'ü kadar. Güncel Türkiye nüfusu için kilometrekarede 102 kişiye barınma, beslenme, toplumsal yaşamın her türlü refahını sunma yükünü taşıyor. Bilinen gerçek şu ki; toprak kaynaklı tüm ekonomi ve üretim alanlarında uygulanan politikalar ve değişen tüketim alışkanlıklarımız gereği artık insan varlığımızı doyurabilecek eşiğin altına düşmüş durumdayız. Temel tüketim gıdalarını ithal ediyoruz. Alt birim diyebileceğimiz hayvancılık sektöründe bile günden güne nüfusu azalan hayvan varlığını doyurabilmekten uzağız ki yem -saman ithal ediyoruz.

Orman varlığımız ülke topraklarının %28'lerinde. Ülke dağılımı izlendiğinde bir homojen yayılımı olmayan, belli coğrafi bölgelerde yoğunlaşan yapı hakim. Mevcut yapı da çaresizce şehirleşmenin, sanayileşmenin, yangınların, değişen iklim koşullarının, çevre kirliliğinin yarattığı felaket boyutlarındaki harabiyet baskısı altında, gelişemiyor. Dengeli refahı kaybeden kırsal üretici kesim halihazırda sahip olduğu hayat kalitesindeki düşüşe rağmen göç ederek şehirlere yığılmaya devam ediyor.

Toprağın sağlığı; orman, mera varlığı, su kaynakları, hava kalitesi, insani ihtiyaçların tümünün çıktıları sebebiyle ekoloji de yaşanan toplam kirlilik, ürün artışı beklentisi ile aşırı sömürü, hatalı üretim teknikleri, kontrolsüz genetik yapı müdahaleleri ve pek çok diğer etkiyle sürekli olarak bozulmakta. Bu gün az çok doyduğumuz topraklarımız gücünü yitiriyor.

Optimal bir denge gözetme kaydıyla her santimetre karesini kullanarak, ademden bu güne bu günden geleceğe sürdürülebilir bir döngü içinde yaşama zorunluluğumuz var. Her seviyede her şeye karşı bir sorumsuzluk- hoyratlık davranışını, sanki birazdan her şey tükenince çadırı toplayıp başka bir münbit ovaya göçebilirmişiz gibi bir hali sür'atli bir şekilde terk etmemiz gerekiyor.

Toprak kullanımı;

-Yerleşim birimleri planlamasında
- Sanayi işletmeleri planlamasında
- Sosyal alan planlamasında
- Tarımsal alan planlamasında ve tarımsal faaliyetlerde
- Orman varlığında
- Mera varlığında
- Su varlığı ve Sulak alan korumasında
- Yer altı ve yer üstü madencilik uygulamalarında
- Hava kirliliği yaratan unsurların düzenlemelerinde
- Gıda güvenliği, ve temininde
- Mülkiyet Hukuku ve yukarıda yer alan alanların hukuksal düzenlemelerinin tümünde
- Yabancılara toprak satışında
- Toprak varlığı ile ilgili halkın bilgi dağarcığında

...

ciddi düzenlemelere tabi tutulması acil ihtiyaç noktasındadır.

Nereden başlayacağız, nasıl düzelteceğiz? Dünya o denli hızlandı ki, tüketirken bu hızın gerisinde kalmak istemiyoruz. Üretirken fazla düşünmek, yorulmak istemiyoruz… Sanki kısırız da neslimiz şimdi bitti, geleceğe ihtiyaç kalmadı gibi bir duygu içindeyiz. Oysa öyle acil bir hal var ki, biri diğerine zincirleme bağlı sorunların hepsini aynı anda çözmek zorundayız.

Kırsal alanlardan, küçük kentlerden kontrolsüz ve hızlı göçler büyük şehirlerde denetimsizlik kaos ortamı birleşmiş görünmekte. Örneğin İstanbul hali hazırda km2'ye düşen kişi dayısı 2016 verilerine göre 2786 kişi. Saat başına, geri dönmemek üzere gelen sayı 52 kişi. Bu insanların önceden hazırlanmış iaşe- ibate varlığı bulunmadığı dikkate alınırsa, şehirdeki nüfus şişkinliği nasıl karşılanacak? Göç sebebiyle ayrılınmış bölgenin kaybı nasıl telafi edilecek?

Halen şehirlerde yapılan ikamet amaçlı yapılanmalara baktığımızda orman, ziraat alanlarını aşındırarak inşa edildiğini görüyoruz. İstanbul'da son yıllarda mevcut tek orman sahasının kenarında büyük alan kaplayan, yüksek katlı bir proje sahasına biraz daha yer sağlayabilmek için kadim bölgesinin yoğun yerleşim baskısı nedeniyle orman vasfını kaybettiğini maalesef izlemekle yetiniyoruz. Keza en hassas bölgelerde konumlanan hava alanı, otoyol vs. yatırımlar da tahribat unsuru olmaya devam ediyor. Son bir örnek, İstanbul'da devam eden mega havaalanı şehrin hayati öneme sahip sulak alanının merkezine inşa ediliyor. Sanayi ve imalat bölgelerini ıslahı için tahsis edilen alanların %70'i tarım arazisi. Kıyıların ticari amaçlı kullanım uygulamaları başlı başına sorun kaynağı.

Hadi konuşalım Türkiye ve Türk milleti

- Toprağımızı nasıl koruyup, gözetip, geliştireceğiz?

Uğrunda ölmeye düğünmüşçesine gittiğimiz, gelecek bin yıllarda üzerinde yaşamaya ant içtiğimiz vatan toprağının pek çok yarası var. Onaralım Türk Milleti.

Nurşen Karakaş

19/10/2017