10 yıl önce açılım sürecinde, Kanarya'da kcklılar tarafından otobüse atılan molotof sonucu 6 Kasım günü yanan melek yüzlü kızımız. Bir ay yanıklarıyla mücadele edip, yaşama tutunmaya çalıştı, olmadı. 7 Aralık günü vefat etti. Yüzü yanıklar içinde ambulansa bindirilen halini hiç unutamıyorum. 

Her sene olayın bu kısmını anlatmayı hiç istemiyorum ama hâlâ bilmeyen, unutan varsa bir kez daha anlatalım, hatırlatalım diye yeniden yazıyorum. 

Dün yine Kanarya'daki mezarı başındaydık. Bu sene ailece oradaydık. Uluğbey de bize katıldı. Uluğbey için zorlu bir yolculuktu. Gidene kadar kustu. Üstümüz, başımız battı. Anasının koynunda uyuyakaldı. Onu da götürdüğüm için bir an pişman olur gibi oldum ama sonra düşündüm ki "ben" değil de "biz" diyebilmek işte böyle bir şey oğlum. Başkalarının acılarına dokunmak bazen bedel ödemeyi gerektiriyor. Bunu böyle kavrayamazsan sadece kendine süslüman yaşarsın. Şimdi diyen olabilir ki "küçücük çocuk ne anlasın, ne diye sürükledin onu". Kusmuş, uykusuz kalmış vs. Bırakın da onun kararını anası, babası versin. Herkesin bir yöntemi var. Ayrıca, ufak diye onları küçümsemeyin sizin rol modelliğinizle herşeyi kaydediyor ve anlıyorlar. Çocuk ne de olsa. Eve dönünce karnı doydu, uyudu saatlerce ve geçti hepsi. Neyse konumuz bu değil. 

Sevgili babası Zübeyir Amca karşıladı bizleri. Herkesle selamlaştı, bizleri beklediğini söyledi. Acıları hâlâ dünmüş gibi tazeydi. Şehit kızımız Serap ve tüm şehitlerimiz için saygı duruşunda bulunuldu. Onu anma konuşması yapıldı. Silivri'de tutuklu yazar Gökçe Fırat'ın mektubu okundu. Anıt mezarındaki
Türk Bayrağı değiştirildi. Tekrar tekrar başsağlığı dilendi.
Sonra bir ara Zübeyir Amca ile kalabalıktan ayrı konuşurken dedi ki;
"Annesi mezarına hiç gelemiyor, kötü oluyor buraya geldimi". 

Ben de ona; "Amca, geçen senelerde de geldim buraya ama bu sene bir başka, buraya bir anne olarak geldim, yani bir evlat kaybetme korkusunun nasıl korkunç bir şey olabileceğini hissederek geldim. O yüzden sizi çok daha iyi anlıyorum" dedim.
Ben biliyordum ama "üç ay önce torunum oldu" dedi. "Evet" dedim "adı Mert değil mi?"
"Evet" dedi, şaşırdı bilmeme.
"Takip ediyorum amca" dedim. Kız ve erkek torunlarından bahsetti. Demek ki onlar yaşama tutunmak için sebep olmuş Zübeyir Amca'ya ve hanımına. Çok uzun yıllar dizlerinizde seversiniz umarım.

Sonra gitmeye yakın dayanamadı ve gözleri ıslandı. "Unutamıyorum ben" dedi. "Unutmak mümkün mü amca?" dedim. Ağzıma geldi acısını hatırlatmayayım diye ben sustum, o deyiverdi. "Her şey gözümün önünde oldu, ona dokunurken benim ellerim yandı o nasıl acı çekti kimbilir?" dedi. Olduğum yerde ağırlaştım. 10 yıl boyunca belki her saat, her gün aklından bunlar geçiyordu. Kolay değil. Allah dağ gibi sabır versin. Yaşasaydı 26 yaşında olacaktı. (İyi ki torunların var amcacım) Sonra sımsıkı sarıldım ona. Sanki gayrıihtiyari beni evlat bellesin istedim.
Hani bazıları açılım süreci için "bir hataydı" diyor ya da "devlet bir şans verdi kullanamadılar" diyorlar ya hani, bu nasıl bir hataymış, nasıl bir şansmış da başkalarının sönen hayatları üzerinden ahkâm kesilebilmiş ve hiçbir hesap görülmemiş, hiçbir sorumlu tutulmamış. Zaman diyorum. Kimsenin âhı kimsede kalmaz. Umarım mahşere de kalmaz. 

Her sene mezarını ziyaret eden Türk Solu ve Genç Türk'e teşekkür ederim. Gelemese de onu her daim anan Türk Milletinin her bir ferdine de teşekkür ederim. Serap Eser'i devlet unuttu, iktidar-muhalefet partileri unuttu, kadın örgütleri unuttu, STK'lar unuttu ya da görmezden geldi, geliyor. Son sözüm şudur ki; "Uluğbey kusmasına rağmen oradaydı. Hiçbiriniz bir Uluğbey etmezsiniz."