Atatürk'ün kütüphanesinde, her birini okuduğu 4 bin civarında kitabı vardı. Her kitabında da altı çizili yerler ve çeşitli yerlerinde aldığı notlar bulunmakta. Şu anda bildiğim kadarıyla bu altı çizili yazılarla ve aldığı notlarla alakalı bir çalışma yapılıyor. Sonucunu ben de merakla bekliyorum. Fransızcayı ve Yunancayı çok iyi konuşur, bunun yanında Arapça, Farsça, Almanca, İngilizce, Rusça ve Bulgarcaya da tartışacak kadar hâkimdi. İdealist, hümanist ve özellikle dış politikada pragmatistti. Geometri ve Nutuk haricinde dokuz eser daha bıraktı. Yalova'da ikamet ettiği köşkün temeline bir çınarın köklerinin zarar vermesi üzerine bahçıvanların kesmeye karar vermesine itiraz ederek, talimatıyla ağacın kesilmesi yerine, köşkün kızaklarla yerinin değiştirilmesini sağladı. İyi giyinir, bilmediği konularda sözü bilene bırakmaktan gocunmazdı. Eğitimle ilgili yaptığı devrimleri bizzat kendisi anlattı. Öğretmenlere ayrı bir değer verir, onlarla sohbet etmeyi ihmal etmezdi. Öğretmenlere saygınlık kazandırmak için özel bir çaba sarf etti. Kitap seçmezdi, her tür kitabı okurdu. Bir sinema filmi için senaryo yazdı. Müzik dinlemeyi, dans etmeyi, özellikle zeybek oynamayı çok sever, tavla ve bilardo oynamaktan zevk alırdı. Aklına eseni yapardı; gece birkaç arkadaşı ile çorba içmeye, bozacıya giden özgür ruh, büyük bir adamdı. İşte öğretmen dediğiniz böyle olur. Geleceğe ışık  olan Gençliğe Hitabeyi de böyle büyük bir insan yazar ancak.

Atatürk'ü heykellerden ibaretmiş, ulaşılması, anlaşılması zor birisiymiş gibi anlatan kesimi ve kendisini ayyaş gibi gösteren, aydınlık Türkiyeyi bize hediye etmesini bırakıp, mezar taşımızla bağlantımızı kesen birisiymiş gibi algı yaratan kesimi de şiddetle kınıyorum. Ancak günümüzde emperyalist kuşatma altında olduğumuz şu günlerde bazılarının ilk andığı kişinin Atatürk olması, onun ne kadar değerli olduğunu, dünyada ağırlığının olduğunu göstermektedir. O bir kahin değildi, sadece kendini iyi yetiştirmiş, bilim ve fen'ne inanmıştı.

İşte Atatürk 1920'lerde çıtayı bu kadar yükseltmişken anlayışımızın ne kadar geri gittiğini görebiliyoruz. İstediğimiz seviyeye ulaşmak için öğretmelerimiz üzerinde büyük sorumluluk bulunmaktadır. Bu da en başta anlattığım Atatürk'ü anlamaktan geçiyor. "Reis-i Cumhur olmasaydım Maarif Vekili olmak isterdim" diyerek eğitim işlerini ne kadar çok sevdiğini anlıyoruz.

Öğretmenler saygınlığı kendileri kazanmalıdır. Eğer bizi yönetenler bize saygınlık kazandırsın diye beklerseniz çok beklersiniz arkadaşlar.

Valinin bir tanesi geçen günlerde öğretmenlerin takım elbise giymeleri gerektiğini, bu işin saygınlığı açısından şart olduğunu beyan etmiş. İşte gelinen nokta bu. Saygınlığı takım elbisede arayan merkeziyetçi yaklaşım. Adam öğretmenleri badigart gibi giydirmek istiyor. Ancak okulunu boyayan öğretmenlere de yılın öğretmeni payesini de vermekten kendilerini alamıyorlar. Herhalde öğretmen boyayı da takım elbisesiyle yapmıştır daha saygın olsun diye. Devletin saygınlık ölçütü bu; okulunu boyamak, temizlemek ve takım elbise giymek. Boya yaptırırken saygınlık gitmiyor, ama takım elbise giymezsen saygınlık gidiyor. Bir tarafta Makamında oturan takım elbiseli birkaç yıllık büyüklerimizin saygınlık anlayışı, bir tarafta bütün zamanların büyük Adamının saygınlık anlayışı.

Başta Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk'ümüzü, O'nun çok saygın öğretmenleri Şehit Necmettin ve Aybüke öğretmenlerini ve tüm şehit öğretmenlerimizi saygıyla, duayla anıyorum.