Dünyada var olan bütün milletlerin bir şekilde Kızılelmaları vardır. Bu hikâye milletlerin varoluşuyla ortaya çıkan bir idealdir. Türklerin Turan ideali birilerini hiç rahatsız etmesin zira her toplumun hayatta kalması için Turan idealine benzer bir ideali vardır. Bu ideallerin adlarını burada sıralayacak değiliz. Türklerin Asya steplerinden batıya yaptıkları akınlar süreç içinde geldikleri coğrafyayla arasına farklı toplumların girmesi ya da mühendislik oyunlarıyla aralarındaki kara parçası noktasında irtibatın kesilmesi Turan idealini zaafta uğrattı.

İslam'ı kabullenmiş Türkler, Kızılelma ülkülerini din ve milliyet kavramlarını yanlış algılama ve tanımlamaları sonucu Turancılık adına ikinci bir zaaf daha karşımıza çıktı. İslam'a girişle birlikte uzun asırlar din ögesini öne çıkarırken milliyeti adeta yok saydık. Osmanlı İmparatorluğunda Türklerin milliyetini kaybetmesi en trajedik olaydır. Türklerde dil ve milli şuur, varlıkları için en önemli faktörken bu dinamikler süreç içinde adeta yok edilme noktasına getirildi.

Türk milliyetçiliği siyasal anlamda Cumhuriyetle kuvveden fiile çıktı. Asırlar sonra kurulan devlette Türkiye Cumhuriyeti denildi. TTK ve TDK gibi Türk milletini sonsuza taşıyacak kuruluşlarla Turan idealinin vizyonu sağlam bir bakış açısı kazanmış oldu.

Türk milliyetçiliği, Fransız ihtilali ile ortaya çıkan milletlerin gerçeği olgusuyla siyasal egemenlik ile soyut düşünceden somut varlığa dönüştü. Türk milliyetçiliğinin; hukuki anlamda egemenliğin kaynağını millete dayandırması, millet iradesiyle bu egemenliğin kullanılması demokrasi dediğimiz evrensel değerler bütünlüğünü sindirme çabasına girmemize sebep oldu.

Mili devletlere geçiş asrı olan 20yy. milletleşme olgusuyla mücadeleyi de beraberinde getirdi. Cemaat-tarikat -aşiret- etnisite gibi alt öbeklerin milletleşme sürecine katılımını sağlamak gerekiyordu. Zira işte, dilde ve fikirde birlikteliğin sağlanması bu alt öbeklerin kapalı yapılardan çıkarak sosyal hareketlilik (özellikle yatay hareketlilik) ile toplumsal yapıya uyumları sağlanması amaçlanmıştı.

Turan ideali milletleşme ile ancak gerçekleşebilir. Milletleşme de hukuk devleti, sivil toplum örgütleri, mesleki örgütler, spor, sanat, çevre gibi unsurların güçlenmesi ile ancak anlamlı hale gelebilir. Aynı dili konuşan, aynı köklere dayanan Turan coğrafyasında öncelikle ruh birliğinin sağlanması gerekmektedir. Tek kişinin kontrolünde bir toplulukta turan idealini gerçekleştirmek çok zor. Zira toplumun büyük bir ekseriyetinin âtıl durumda olduğu toplumlar basit bir kriz sürecinde tepetakla olurlar. Kazakistan örneği karşımızda durmaktadır. Nazarbayev'in milliyetçiliği ve vatanperverliğinden kimsenin şüphe etmesi mümkün değildir. Peki nasıl oluyor da üç gün için bütün kurumlarıyla yerle yeksan oluyor sorusu milletleşme ve demokrasi kültüründe yatmaktadır.

Aynı durum diğer Türk devletleri içinde geçerlidir. Batılı egemen güçler, doğu toplumlarında demokrasi kültüründen ziyade anlaşabilecekleri tek liderleri tercih ederler. Azerbaycan'ın Karabağ savaşıyla mili şuuru kazandı ancak demokrasi kültürü noktasında hala tehlikeli bir süreci yaşamaktadır. Demokrasilerde egemenliğin topluma verildiği gibi sorumluluk noktasında sivil toplum örgütlerinin de güçlenmesi gerekiyor. Sivil toplum örgütleri sadece iktidarı denetleyen kuruluşlar değil aynı zamanda mili şuuru en üst noktada tutarak adeta ülkenin sivil güçleridir. Cumhuriyeti kuran irade 19yy.da başlayan demokrasi kültürünün toplumda teşkilatlanmasıyla ancak Kuvayı Milliye hareketini başlatabilmişti.

Sözün özü Türk milliyetçileri; demokrasi, hukukun üstünlüğü ve milletleşme sürecinin olgularına uygun siyaset geliştirerek Turan idealini ancak gerçekleştirebilirler. Türk milliyetçiliği bir partinin ya da liderin iki dudağına mahkûm eden milliyetçilik ne Türk milliyetçiliği olur ne de Turan idealini gerçekleştirebilir. Türk dünyasıyla ne kadar sosyal, siyasal, spor, çevre ve ekonomik ilişkiler gerçekleşirse Turan idealine o kadar yaklaşmış oluruz.