Bu yazıyı okumayın.

Hangi partiyi, hangi lideri desteklediğinizin önemi yok.
Eğer dünya görüşünüz iki-üç slogandan ibaretse,
eğer bu sloganların ne ifade ettiğini sorgulamadıysanız,
eğer sizin gibi düşünmeyen herkesin neden farklı düşündüğünü anlamaya çalışmaktansa, daha karşınızdakinin ne dediğini anlamadan, üzerinde kafa yormadan doğrudan savunma, saldırma moduna geçmeyi tercih ediyorsanız gerçekten bu yazıyı okumayın lütfen.

Henüz yazı bitmedi ama gönlünüzün rahat olması için ben hemen bahaneyi vereyim: 'Çok uzun' deyin geçin.

Zaten bundan sonra da uzun bir müddet bu tarz yazılar yazmayı düşünmüyorum ama son olarak Pazar akşamı önümüze çıkan tabloya geliş süreci hakkında düşüncelerimi aktarmak istedim.

Üç gündür ne doğru dürüst sosyal medyaya girdiğim var, ne de tanıdıklarım veya arkadaşlarımla görüştüğüm. Dolayısıyla belki bu satırları yazarken birçok gelişmeler olmuştur. Birileri birileriyle görüştü mü, görüşmedi mi haberim yok. Son olarak galiba oyların sayımıyla ilgili hala bazı iddialar varmış.

Olabilir, beni ilgilendirmiyor artık.
Çünkü bu yazıyı yazmaya ben 14 Mayıs'tan evvel niyetlenmiştim ve sonucun farklı veya olduğu gibi olması bir şey değiştirmiyor.

Beni tanıyanlar mevcutlardan ne şu ne de bu siyasi genel başkana veya başka bir ön planda olan siyasi simaya yakınlığımın, ne de bir partinin taraftarı olmadığımı bilirler.

Bir toplumun ilerlemesi için hürriyetçi demokratik hukuk devleti yapılanması çerçevesinin vaz geçilmez olduğunu düşünen, bunun için Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve ilkelerine ve Başbuğ Alparslan Türkeş'e gönül vermiş yalın bir Türk milliyetçisiyim.

Onun için bizi pazar gününe getiren süreci 'şucu' veya 'şu partici' açısından değil genel bir bakışla değerlendirmek istiyorum.

Örneğin bu esnada muhalefetin neden böyle karar verdiğini anlamadığım olaylardan biri Kemal Kılıçdaroğlu'nun adaylığıdır.

Bugüne dek kendi şahsının aday olmasında CHP parti başkanlığı haricinde hiçbir özel ısrar göstermemiş olan Kemal Bey, bu sefer neden bu kadar tavizsiz ve kararlı davrandı hala anlayabilmiş değilim.

Kendi aday olmaktansa Ekmelettin gibi bir talihsizliği öne süren bir insan, neden Mansur Yavaş'ı aday göstermedi?

Muhalefetin oy koparmak istediği kitle Recep Tayyip Erdoğan'ın seçmen kitlesi idi.

AKP ve Recep Tayyip Erdoğan kendilerini siyasi yelpazenin sağ, muhafazakâr kanadında konumlandırıyorlar. Erdoğan'ın seçmen kitlesi için sol kanattan bir parti veya aday alternatif olamaz.
Bu kitle ülkücü kökenli hatta hala ülkücü olduğunu gizlemeyen bir Mansur Yavaş'a mı, yoksa sosyal demokrat Kemal Kılıçdaroğlu'na mı teveccüh gösterir?

Gerçi bu konuda sadece Kemal beye sitem etmek doğru olmaz çünkü Mansur Bey de olayı fazlasıyla muallakta bıraktı. Keşke daha net, daha açık bir tavır sergileseydi. Evet alenen 'Ben aday olmak istiyorum' demedi ama diğer yandan da net bir şekilde 'Hayır olmam' da demedi. Bu hususta en net tavır koyduğu dönem belki Ümit Özdağ'ın onu aday olarak teklif ettiği dönem oldu ama bu tekliften önce de milliyetçi muhalefette isminin telaffuz edildiğini, insanların gönlünde yattığını duymamış olmasının imkanı yok.

Sonunda Kemal Bey'in adaylığı açıklandı ve birçok insan 'dereyi geçerken at değiştirilmez' veya 'vardır bir bildikleri' mantığıyla destek etmeye devam etti ama bu çabaların seçmende karşılık bulmadığını, şu meşhur Altılı Masa'nın stratejisinin tutmadığını gördük.

Gerçi bu hususta Meral hanım davranabildiği kadar ısrarcı davrandı, hatta Mansur Bey kabul edilmiyor diye masadan kalktı ama ne olduysa oldu ve sonunda Kemal Bey'in adaylığını o da kabul etti. Oysa Mansur Bey'in adaylığında ısrar etmekle haklı olan Meral hanımdı.

Bu meşhur Altılı Masa'nın hata yaptığı tek alan aday belirlemekle de kalmadı bence.

'Altılı Masa' isminin ortaya atılması ve benimsenmesinden başlayarak birçok hata yapıldı.
Bence en büyük hata ise masanın ortaklarındaydı.
CHP İyi Parti ile, İyi parti CHP ile ittifak kurabilir. Ben bunda yadırganacak hiçbir şey yok.

Diğer partilerin masada ne işleri vardı?
CHP ve İYİ Parti'nin Saadet ile kesiştiği hangi ortak noktaları var?

Hadi Saadet'i, DP'yi geçtim diyelim.

Arkadaş bu dört partinin liderleri hangi akla, mantığa ve değer yargısına dayanarak Gelecek ve Deva'yı bu masaya kabul ettiler?

Bunların kaç oy getirecekleri bekleniyordu? Getireceklerini hesaplarken götürecekleri de hesaplandı mı?

Velev ki ben hatalı olayım, velev ki dehşet bir seçmen kitleleri var…

Ben hala Babacan'ın veya Davutoğlu'nun AKP çatısı altındayken yapılan onca rezilliklerden ötürü Türk Milletinden özür dilediğini duymadım.

Bu mu yani?

Bu kadar basit mi, onca ekonomik yanlışların altına imza atmak, stratejik derinliklerle ortalığı karıştırmak, yok açılımı, yok mültecileri, sonra da sütten çıkmış ak kaşık gibi ortalıkta gezip bir de muhalefetin masasına kabul edilmek…

Bu soruları seçimden evvel defalarca yazdım.
Ne oldu?

İkisi beraber 25 vekil soktular meclise.

Çok merak ediyorum, Meral Akşener ve Kılıçdaroğlu oturup bu 25 vekilin maliyetini hiç hesapladılar mı?
Çok Merak ediyorum Akşener ve Kılıçdaroğlu AKP seçmeni de dahil kimsenin ihtiyaç duymadığı, aslında siyaseten çoktan bitik bu iki ismi tekrar dirilttiklerinin farkındalar mı?
Sadullah Ergin'i, Yüksel Taşkın'ı listelere alırken bunun ters tepebileceğini kimse düşünmedi mi?

Hadi bunlar CHP üzerinden girdi, Allah aşkına İyi Parti'nin listelerine bakın.
Belki Ergin veya Taşkın gibi değil ama o listelerde ne işleri olduğunu anlayamadığım o kadar çok örnek var ki…
Mesela Akşener ve yönetimi tarafından Paçacı'nın Türk siyasetine vaz geçilmez olarak görülen katkısı ne?
Gerçekten bilmek istiyorum, çünkü ben bir türlü çözemedim. Daha böyle çözemediğim kaç tane isim var…

Genel olarak Meral hanımın Altılı Masa sürecini iyi yönetemediği kanaatindeyim.

Kemal Bey'in aday olarak kendisini düşündüğü uzun zamandır belliydi.
Dolayısıyla Meral hanımın üzerinde düşünmesi için yeterli zamanı olduğu iki seçenek vardı;
Ya Kemal Bey'in adaylığını kabul edecekti, ya da ne pahasına olursa olsun, kabul etmeyip yollarını ayıracaktı.

Ama Meral Hanım bu seçeneklerin en kötüsünü tercih etti;
Seçime ramak kala masayı devirdi ve sadece bununla da kalmadı, devirdiği masaya geri döndü.

Bazı arkadaşlarımız "Mansur Bey'e güvendi" diyorlar ama dediğim gibi, bence Mansur Bey böyle bir stratejiyi takip edecek kadar gereken netliği göstermedi.

Oysa madem Meral Hanım nihayetinde Kemal Bey'in adaylığını onaylayacaktı, neden buna karşılık kendi parti ve kitlesinin lehine pay çıkaramadı bu işten?

Babacan ve Davutoğlu'nun masada bulunmasını kim istedi bilemiyorum ama en azından 'Kemal Bey adaylığınızı destekleriz ama bunlar masadan ayrılsın' demek kimsenin aklına gelmedi mi?

Yoksa Meral Hanım'ın hiçbir oyları olmamalarına rağmen Meclis'e 25 vekil sokabilenler kadar siyasi derinliği mi yok?

Bütün bunları yazarken Muharrem İnce ve Sinan Oğan olaylarını es geçtiğimi düşünenler olabilir. Ama elbette onlara da değinmem gerek.

Muharrem İnce ile başlayalım. Çünkü bu hususta çok söylenecek söz yok aslında.
Bence çıkışı son derece yanlıştı ve önceki seçim sonrasında 3 gün ortadan kaybolduğunda siyaseten biten bir adam nesine ve neyine güvenerek ortaya atıldı, hala çözebilmiş değilim.

Şunu da belirteyim.

Bence üslubu ve tüm retoriği korkunç derecede iticiydi.
Hala kimler tarafından desteklendi, hangi seçmen profili böyle bir adayı benimser anlayamadım.
Artı eleştirilerinin odak noktası Cumhur İttifakından ziyade CHP idi.
Yani hedef kitlesi AKP seçmeni değil CHP seçmeniydi.

Diğer yandan, bütün bu olumsuzlukların yanı sıra Muharrem İnce'nin „Babacan ve Davutoğlu'nu masadan kaldırın, ben Kılıçtaroğlu'na destek veririm" sözü aklıma geliyor ve kendime sormadan duramıyorum: Seçimden geri çekilmesine rağmen %0,4'ü olan bir Muharrem İnce Davutoğlu ve Babacan'dan daha mı kötü ve gereksizdi de, bu adamı masada içinizde eritip etkisiz hale getirmek varken gidilen yolu tercih ettiniz?

Bence bu kaset iddiası veya kumpası ortaya çıkmasa da Muharrem İnce kendi kendini bitirmişti. Böyle olması çirkin oldu.

Sinan Bey adaylık iddiası ile ortaya çıktığında çok yanlış buldum ve bunu da ifade ettim.

Bu Sinan Bey'e karşı özel bir husumet veya antipatimin olmasından değildi, aksine. Seçim aritmetiği açısından doğru bulmuyordum çünkü benim öncelikli hedefim mevcudun değişmesiydi.

Sonra, aday listelerinin açıklanmasıyla, Sinan beyin çıkışında bir haklılık payı olabileceğini düşünmeye başladım. İlerleyen süreçte üslubu ve bilgisi ile Sinan Bey sadece bizim camiada değil Türkiye genelinde puan topladı ve konuştuğum bazı arkadaşlar Sinan Bey'in muhalif kitleden değil Cumhur İttifakının seçmeninden oy topladığını belirtti.

Bu süreç esnasında Sinan Beyin Muharrem İnce'nin CHP'ye karşı aldığı gibi somut bir şekilde Millet İttifakına karşı bir tavır aldığını ve sürekli Millet İttifakını eleştirdiğini görmedim. Kendisi iki ittifakın kararlarını benimsemediği için üçüncü bir yol olarak aday olduğunu açıkladı ama Sinan Oğan destekçilerinin bir kısmı Sinan Beyin bu tavrının aksine bence çok saldırgan bir şekilde sadece Millet İttifakının seçmenlerine karşı değil, kendileri gibi Sinan beyi desteklemeyen herkese söylemde bulundular.

Sosyal medya kampanyalarında ortaya çıkan iki vurucu nokta 'Milliyetçiyiz, Türkçüyüz onun için Sinan Oğan' ve 'Ne Kandil Dağı, ne Domuz Bağı' oldu. Yanılmıyorsam ikincisi zaten Ata İttifakı'nın resmi sloganıydı ve ilki de bence bu ittifakın sosyal medya yöneticileri tarafından tasarlanıp piyasaya sürülmüştü.

Millet İttifakı'nın seçmeni de buna karşılık Sinan Oğan'a tepki göstermeye başlayınca birden bu iki kitleden kimse AKP ve MHP'yi eleştirmez oldu. Şu veya bu tarafı daha fazla suçlamak veya daha fazla sitemde bulunmak istemiyorum ama şahsi gözlemlediğim birçok Oğan taraftarının alakalı alakasız paylaşımlara, Sinan beyi eleştirmeyi bırakın, onların paşa gönüllerinin istediği şekilde övmeyenlere karşı acayip rahatsız edici bir tavır takınması oldu.

Sinan beyin kamuoyunda sergilediği uzlaştırıcı, ahlaklı üslup yerine bu şekilde davranan taraftarları dışlayıcı bir tavır sergilediler. 'Milliyetçiyiz, Türkçüyüz onun için Sinan Oğan'… Tamam da kardeşim biz neyiz?

Yani tek isteğimiz mevcudun değişmesi olduğu için Kemal Bey'i tercih ediyorsak biz kızıl komünist mi oluyoruz?

Bence Slogan seçimi de yanlıştı.

Zaten AKP sanki kendisinin terör örgütleriyle mazisi yokmuş gibi Millet İttifakını pkk sevicisi olarak göstermek istiyor. Senin kullandığın bu slogan onların ekmeğine yağ sürmüyor mu?

Sinan Bey pkk, hdp yönetimi ve hdp seçmeni arasında ayrım yapmıyor mu?

Bütün bunlara rağmen belli bir noktaya kadar Sinan Bey'in adaylığına çok karşı gelmedim. Ta ki Muharrem İnce'nin adaylıktan çekildiğini açıkladığı güne kadar.

İnce adaylıktan çekildiğini açıklayınca ben de Sinan Bey'in 'doğru taraf' lehine (ki burada doğru taraf ile kastettiğimin Millet İttifakı olduğunu söylememe gerek yok) çekilmesinin doğru olacağı kanaatinde olduğumu bildirdim.

Bunu söyleyen sadece ben olmadım, birçok kişi dedi.
Başkaları ne niyetle söyledi bilemem ama ben kendim için konuşayım.

Sinan Bey'in çekilmesinden Kemal Bey ne kadar fayda sağlardı, o gün açısından bilmiyordum.

Hatta benim bu görüşüme bazı arkadaşlarım özel mesajla Sinan Bey'in Cumhur İttifakından oy topladığını, dolayısıyla çekilmesinin Millet İttifakının aleyhine olacağı yönünde beni uyardılar.

Oysa ben daha ilerisini düşünüyordum.

Kemal Bey Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde 5 yıl sonra tekrar aday olmayacağını belirtmişti.

Elbette kimse Kemal Bey bu sözünde durur mu yoksa şartlar yeniden adaylığını gerektirir mi diye bir garanti veremez.

Varsayalım duydu, Kemal Bey'in kendi partisinde hala bence aşırı sola meyilli, bölücülüğe çok yakın bir kitle var. Kemal Bey'in Cumhurbaşkanı olması ihtimalinde bu kitleyi ne kadar hâkim olabilir bilemeyiz.

Dolayısıyla zaten bu çıkışıyla çok olumlu bir performans olan Sinan Oğan Millet İttifakı lehine geri çekilmiş olsaydı gelecek için çok daha sağlam zemin hazırlamış olurdu. Kılıçdaroğlu'na ciddi bir alternatif olabilecek bir aday hazırda olurdu. Ama strateji uzmanları olan Ümit Özdağ ve Sinan bey bunu farklı gördüklerine göre, ben kimim ki, önümüzdeki 5 yıl hakkında fikir yürüteyim.

14 Mayıs sonrası tabloya baktığımızda ise durum bence biraz farklı görünüyor.

Açıklanan rakamlara göre %49,52 alan bir Erdoğan var.

Rakamlar gerçek, sahte… bu tartışmaya girmem. Bu benim işim değil.

Tabloyu 'O an gelecek'çi, veya 'Ablacı' veya bilmem kimci olarak değil, sıradan Türk Vatandaşı olarak değerlendirdiğimde gördüğüm, %0,5 farkla bile olsa Erdoğan'ın devam etmesini istemeyen bir çoğunluk var.

Ama kuvvetle muhtemel, daha doğrusu neredeyse %100 garanti ile Erdoğan devam edecek çünkü Erdoğan'ın devam etmemesini isteyen çoğunluğun oyları %44.88 Kemal Bey, %5.17 Sinan Oğan ve %0,43 İnce'ye bölünmüş durumda.

İnce hatayı adaylığını ilan etmesi ile yaptı ama çekildi, dolayısıyla kimse İnce yüzünden diyemez.

Dolayısıyla oyların bölünmesinin sebebi %5,17 ile Sinan Oğan.

Bakın ben Sinan Oğan yüzünden Erdoğan seçildi seçilmedi demiyorum.

Sadece önümdeki tabloya bakıyorum:

%49,52, %44,88 ve %5,17

Sinan Oğan ve Kemal Kılıçdaroğlu'nun oylarını toplarsanız %50'yi geçiyor.

Türkiye'nin gördüğü tablo şu an için bu.

Buna karşılık bazı arkadaşlarım hala Sinan Bey'in Cumhur İttifak'ından oy aldığını, yani Sinan Bey olmasaydı Erdoğan'ın ilk turu %55 ile geçeceğini savunuyorlar.

Elbette durumu böyle okumak mümkün.

Buna karşılık ben Cumhur İttifakı'nın %49,47 oyundan fazla bir oranı kendi lehine kanalize etmiş bir Erdoğan görüyorum karşımda ve Cumhur İttifakı % 49,47 ve Erdoğan %49,52 aldıysa Sinan Bey'in Erdoğan'dan kopardığı oylar nerede diye soruyorum?

Bu seçimde ben de dahil kimse MHP'nin %10 küsür gibi, hatta İyi Parti'den daha çok oy alabileceğini beklemiyordu. Yoksa Erdoğan'a oy vermek istemeyen ama Millet İttifakı'nın veya doğrudan İyi Parti'nin hataları yüzünden onlara da oy vermek istemeyen seçmen, gönül rahatlığı ile Sinan Bey'e ve parti olarak da İyi Parti yerine MHP'ye oyunu kullanmış olmasın?

Tablo böyle okunursa Sinan bey parlamentoda Millet İttifakının oylarını zayıflatmış cumhurbaşkanlığında da Millet İttifakının oylarını bölerek Erdoğan'ın güçlenmesini sağlamış olmuyor mu?

Gördüğünüz gibi tabloyu bu şekilde okumak da mümkün.

Hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğunu söylemek ciddi bir seçmen araştırması yapmadan mümkün değil bence.

Ama gerek Sinan Bey'in seçim gecesi verdiği demeçlerden, gerekse bazı Sinan Bey'i destekleyen arkadaşlardan anlayabildiğim kadarıyla Sinan Oğan / Ata İttifakı kanadı kendilerini 'kilit aday' olarak görüyorlar.

Kimseyi hayal kırıklığına düşürmek veya oyunbozanlık yapmak istemiyorum ama 'kilit aday' falan değiller bence.

'Kilit aday' o olmadan diğer tarafların nihai sonuca varamayacağı adaya denir.

Oysa yukarıda yazdığım tabloya göre benim bildiğim Erdoğan her şekliyle çıkar.

Yani Erdoğan'ın kazanması için Sinan Bey'e ihtiyacı yok.

Diğer yandan Kemal Bey'in kazanması için Sinan Bey seçmenini tamamıyla Millet İttifakına kanalize etmeyi başarmalı ve Millet İttifakı da ikinci turda Cumhur İttifakına karşı en ufak fire vermemeli.

Çoğunluğun Cumhur İttifakında olan bir meclise rağmen, seçimden sonra muhalif gazetenin ‚Demek ki millet TOGGMUŞ' diye manşet atmasına rağmen bunun ne kadar mümkün olduğunu size bırakıyorum.

Ama Sinan bey 'pazarlık' yapacakmış…

Yanlış anlaşılmasın, ben 'ülkücülerin oylarını pazarlığa çıkardı' diyenlerden değilim. Öyle bir şey olmadığını kendisi seçimden evvel de açıkladı zaten ama itiraf edilmeli ki 'pazarlık' kelimesi talihsiz seçilmiş bir kelime.

"Şartlarımız var, bunlara kim uyarsa…" gibi bir ifade belki daha doğru olabilirdi.

Neyse, zaten mesele o da değil.

Parlamento seçimi bitmiş, herkes parlamentoya girmiş.
Allah aşkına daha kime ne şartı koşacaksınız?

Benim bildiğim Erdoğan Sinan beyle belki görüşür ama o da sadece "görüştük" diyebilmek için (onu da yaparsa…) ama şartların hiç birini kabul etmez.

Velev ki gerçekten görüştü ve yine diyelim ki şartları kabul etti.
Cumhur İttifakının küçük ortağı kabul eder mi?

Yarın öbür gün Meclisteki hüdaparcıların AKP ile ittifaklarını bozup kendi başlarına buyruk davranmayacaklarının bir garantisi mi var?
Veya Sinan beyin şartlarına uymayan bir teklifin bir şekilde küçük ortağın sayesinde referandum olarak milletin önüne getirmeyeceğine?

Daha muhtemel ittifak üzerinden düşünelim, diyelim ki Kemal Bey ile anlaşıldı.

Sonra Cumhur İttifakından birileri Meclise Anayasadan Türklük kavramının kalkması için teklif verdi, Devacılar ve Gelecekçiler Meral Hanımı veya Kemal beyi ne kadar dinleyecekler? Anayasa'da 40 yerde ‚Türk' yazmasından rahatsız olan Babacan kiminle hareket eder?

Yani tamam arkadaş ülkücüsünüz, milliyetçisiniz, Atatürkçüsünüz, Türkçüsünüz de, mevcut iktidar başta olduğu sürece ne sizin ne bizim bu vasıflara sahip olmamızın bir önemi kalmıyor.

Ama eminim ben yanlış düşünüyorum, bu kararı alan, bu çıkışı planlayan ülkü devleri ve strateji uzmanları benim göremediğim bir şeyi görüyorlardır, benim bilmediğim şeyler vardır.

Zaten biz onlar kadar milliyetçi ve Türkçü olamadık hiçbir zaman. Onun için zaten Kemal Kılıçdaroğlu'nun kara kaşına, kara gözüne aşık olduğumuz için dünya görüşü bizimki ile aynı olan bir adayı desteklemektense kazanma ihtimali en yüksek adayın desteklenmesi gerektiğini düşünerek hata yaptık.

Çünkü memlekette romantik milliyetçilik, Türkçülük, Atatürkçülük yapma gibi bir lüksümüz vardı da biz değerlendirmedik. Ama inşallah bu romantizm memleketi kurtarır.

Yazdıklarımdan bu noktaya gelinmesinde seçim öncesi son birkaç haftalık sürecin sebep olduğuna inandığım intibası uyanabilir belki ama öyle değil.

Aslına bakarsanız ben muhalif kesimin bir türlü çözmemekte ısrar ettiği bir sürü yapısal sıkıntısı olduğu kanaatindeyim.

Sadece muhalif milliyetçi kesimden bahsetmiyorum.

Hürriyetçi demokratik hukuk devletini özleyen bir vatandaşın bakış açısından bakıyorum.

İktidarın bu ülkeye çok zarar verdiği kanaatindeyim.
Bu zararların en önemlilerinden birisi ise vatandaşın devlet kurumlarına olan güveninin sarsılmış olması.
Bir ülkeye vatandaşın devletine olan güvenini kaybetmesinden verilebilecek daha büyük zarar ne olabilir?

Ama muhalefet de bu konuda çok büyük vebal taşıyor.
Hürriyetçi demokrasilerde muhalefetin sorumluluğu belki iktidardan da büyüktür.
Çünkü iktidar icraatlarından sorumluyken muhalefet seçtiği iktidardan hayal kırıklığına uğrayan, memnun kalmayan vatandaşa bir umut, bir alternatif olmalıdır.
Görevini hakkınca yapmayan, iktidarı denetlemekten aciz bir muhalefet, vatandaşın bu umudunu kırar ve demokrasiye olan güvenini sarsar.
Taa birilerinin ip attığı, persille tursille yıkadığı dönemlerden beri bizim muhalefetin senelerdir yaptığı da tam anlamıyla budur.

Vatandaşı çaresiz bırakmak.

En büyük muhalefet partisine ve aktörlerine bakalım;

Anladık eyvallah, sosyal demokrat, siyasi yelpazenin solunda yer alan bir parti ve sonuna kadar da kendini böyle ifade etme hakkı var.

Buna kimse bir şey diyemez.

Ama bu 'sol' kavramı illa da devletin bütünlüğünü, milletin bölünmezliğini, Türk Bayrağı'nın şerefini çekemeyenlerle cilveleşmeyi kapsamak mecburiyetinde mi?
Sol partisiniz diye illa bağrınızda 24 Nisan'larda mor unutma beni çiçeği paylaşanları barındırmak mecburiyetinde misiniz?
Bu partiden belediye başkanısınız diye illa Ahmet Kaya'nın mezarını ziyaret etmek, Demirtaş'ın eşi ile yemek yemek mecburiyetinde misiniz?

Üstelik bu ülkenin kurucu değerlerinin mirasçısısınız.
Bu mu Kemalizm anlayışınız.
bu mu Atatürk sevgisi?

Bu çizgileri çekemediğiniz sürece istediğiniz yerinizi yırtın 'Kandille alakamız yok' diye…
Elin oğlu der.

İyi Parti…

Vallahi İyi Parti hakkında ne yazacağımı bilemiyorum.

Çok sevdiğim, çok değer verdiğim insanlar var ama aynı zamanda pislikten tiksindiğim kadar tiksindiklerim de var.

Şimdi hemen birileri gelip 'ama isimlerin önemi yok, önemli olan dava, önemli olan fikir' muhabbetine başlarsa, onlara da sormak isterim:

İyi Parti'nin fikri, davası ne?

Ben hala İyi Parti'nin fikri, siyasi duruşu ne anlayamadım.

Belki hata bendedir… Ömer'in yolunda, Atatürk'ün izinde diyerek Fatih'i, Atatürk'ü, Menderes'i, Demirel'i, Özal'ı, Türkeş'i, Erbakan'ı, Muhsin Yazıcıoğlu'nu ve Ecevit'i aynı kareye sığdırabilen bir siyasi anlayışın duruşunu çözebilecek kadar zeki değilim demek ki…

Ama kusura bakmasınlar, kurulalı kaç yıl oldu, hala daha prompterden kendini rezil etmeden iki satırı okuyamayacak birinin yönettiği bir partiden fazla oy alamıyorlarsa, o zaman demek ki hitap ettikleri seçmen kitlesinin zekası ancak benimki kadar. Onun için kendilerini ifade etmelerini öğrenmeleri gerek.

El alemin oğlu parti kurduktan 18 ay sonra tek başına iktidar oluyor.
Oluyor ama ne istediğini biliyor. Biz ise 18 ay Google'in CEO'su mu, değil mi diye tartışarak geçirdik. Sahi Aşık Veysel'in torunu nerede?

Biz biraz muhafazakar, biraz liberal, biraz sosyalist, biraz serbest piyasacı, biraz islamcı, biraz modern…
Cem Yılmaz'ın dediği gibi 'little little into the middle' ortaya karışık…

Sinan bey MHP'nin genel başkan aday iken Bahçeli'yi 'onursal başkan' yapacağını söylüyordu.
Süleyman Soylu'nun 'başarılı' güvenlik politikasını öven tweetleri hala duruyor…
O zaman iç işleri bakanı yeni başlamışta falan da filan da…
Madem daha yeni başlamış, o halde susup bir eklemek lazım değil mi?

Tamam arkadaş kimseden „sövsün, hakaret etsin" diye bir beklentim yok, asla da istemem, zaten maalesef siyasetin dili gittikçe berbatlaştı ama biraz net olun Allah aşkına.
Bırakın bu herkese mavi boncuk dağıtan ılık su siyasetini…
Gereken yerde gereken tavrı koyun.

Şimdi belki bazılarınızın aklına hemen Ümit Özdağ gelir.

Gelir de, kendi seviyesini sokaktaki Suriyeli'ye laf atacak kadar düşürmeye mecbur mu? Ümit Özdağ'ın muhatabı sokaktaki Afganlı mı olmalı Allah aşkına?
Süleyman Soylu'ya laf yetiştirmeye mecbur mu?

Bazen soruyorum, benim gördüklerimi hayatlarını siyasete adamış bu profesyonel siyasetçilerin görmemesi mümkün mü diye.

Bence değil.

O zaman ister istemez merak ediyorum 'Neden?'

Bence cevabı popülarizm.

Popülerliğe, yani halka doğruları söylemektense geniş kitleler tarafından beğenilmeye ve desteklenmeye oynuyorlar ama başaramıyorlar.
Çünkü bu ülkede popülarizmin nirvanasına varan tek parti AKP ve tek siyasetçi Erdoğan'dır.
Söz konusu popülarizm ise, kimse AKP ve Erdoğan'ın eline su dökemez.

Ve onun için kaybediyorlar ve kaybetmeye mahkumlar.

Şöyle bir örnek vereyim;

diyelim ki bir iddia kaybettim ve Mike Tyson'a karşı bir spor müsabakasında bulunma mecburiyetindeyim ama spor dalını seçme hakkım var. Ben manyak mıyım da 'boks'u seçeyim.

Gider su balesini falan seçerim, hala muhakkak kazanırım diye bir iddiam olmaz ama hiç değilse kemiklerimin kırılmayacağı kesindir.

Türkiye'de siyasi arenada AKP ve Erdoğan ile popülarizm yarışına giren herkes kaybetmeye mecburdur. Çünkü kimse siyasi çıkarı için toplumu her türlü kutuplandımadan, her türlü iftira ve yalana başvurmaktan çekinmeyecek kadar ileri gitmeyi göze almaz.

Kılıçdaroğlu istediği kadar türbanlı bacılara CHP rozeti taksın, İmamoğlu istediği kadar Kur'an okusun, Meral hanım istediği kadar 27 Mayıslarda Menderes'i ansın…

Böyle AKP seçmeninden oy moy alamazsınız.

Ve bence buna gerek de yok, kurucu değerlere bağlı, samimi ve uzlaştırıcı, insanımızın maneviyatına saygılı ama sömürmeyen bir tavır sergileyin, dürüst olun. Bununla başarır mısınız bilemiyorum ama başarırsanız ancak böyle başarabileceğinizden eminim. Çünkü ben mevcuda karşı olan kitlenin sadece %50,5 ile sınırlı olduğuna inanmıyorum, muhalefete güvenemediği için hala iktidarı benimseme mecburiyetinde kalan insanlarımızın olduğuna inanıyorum. Ve bunlara ulaşamayan herkes vatandaşa hakaret etmeden, çatmadan, kızmadan kendini sorgulamalı bence.

Ama muhalefet liderleri de haklı.
Ne söylerlerse söylesinler, can havliyle savunan bir kitleleri var.
Tanıştığımızda kendini 'Türkçü' olarak tanıtan ve partili olduktan sonra Meral Hanımın Güneydoğu'da kütçe pankart ile karşılanmasını savunanları tanıyorum.
Aynı hdp yönetimine 'kardeşim' diyen ama Kemalizmi dilinden düşürmeyen sevgi pıtırcığı sanatçılar gibi…

Son olarak bir şeye değinmeden geçemeyeceğim.
Seçim öncesi bir çok kez yurt dışı seçmenlerin seçime katılmalarının eleştirildiği paylaşımlara denk geldim. Hatta yurt dışında yaşayan bir çok kişinin de bu kakofoniye katıldığını gördüm.
Bence sadece seçim haklarını almak yetmez, doğrudan vatandaşlıktan çıkarın, olsun bitsin.
Ama bunu yapmadan önce, 14 Mayıs'ta ortaya çıkan tabloya lütfen tekrar bakın.
Yurt içinde yaşayan insanlara ne kadar yakınsınız tekrar bir gözden geçirin, ondan sonra yurtdışında yaşayan insanımızın vatandaşlık haklarınının kısıtlanması gerektiğini söyleyin.

Neyse, fazlasıyla uzadı ve artık gücüm de kalmadı.

Uzun bir müddet bu konular hakkında yazmak istemiyorum.

Sanırım şu an herkes başkalarını suçlamakla meşgul, Sinancılar, İyileri, İyiler Sinancıları, hepsi CHP'yi, Chp herkesi…

Oysa bence hepimizin oturup 'ben hatayı nerede yaptım' diye düşünmemiz gerekiyor.

Belki "erken oldu, daha seçimler belli değil, yok oylarda hile var…" diye düşünebilirsiniz.

Eğer oylarda hile varsa bunu sayın liderler 'ikinci tura kaldı' diye kabul etmeden evvel düşüneceklerdi.

Demokratik, hukuk çerçevesinde o gece yer yerinden oynamalı, kimseye rahat verilmemeli, vatandaşın oylarına sahip çıkılmalıydı.

Ayrıca üstte de belirttim;

seçimin sonucu ne olursa olsun bu yazıyı yazacaktım.

Çünkü senelerdir hakaret etmeden, iftira atmadan doğru bildiğimi yazdım, gördüğümü söyledim.
Karşılığı ne oldu biliyor musunuz?
Hakaret ve saygısızlık.

Arkadaşım benim siyasete yönelik bir şahsi beklentim yok.
Benim devletimden bir beklentim yok.
Tek istediğim çocuklarımın hür vatandaş olarak yaşayabilecekleri bir vatanları olsun.

Ama insanların düşünmeden, sloganlar üzerinden hareket ederek en ufak eleştiriye verdikleri tepkiden bıktım.
İki kelimeyi hatasız bir araya getirmekten acizlerin küstahça ahkam kesmelerinden bıktım.

Mecbur değilim ben bütün bunları çekmeye.

Onun için tebrik edip fazlasıyla uzayan bu satırları noktalamak istiyorum.

Tüm muhalefeti tebrik etmek istiyorum.
Resmi enflasyonun %85, gerçek enflasyonun %150'nin üstünde adlandırıldığı bir ülkede,
vatandaşın büyük kısmının şöyle sıkıntı çekmeden kıymalı yumurta yapamadığı bir ülkede,
onbinlerce insanın depremde öldüğü bir ülkede,
üst düzey siyasilerinin her türlü yolsuzlukla anıldığı bir ülkede,
iktidarın başta durmasını sağlayan muhalefet ancak tebrik edilir.
Bu müthiş bir başarı bence.

Yani art niyetli olsam „bu kadar hata, bu kadar gaf ancak kasten yapılır" diyeceğim ama Allah'tan kötü niyetli biri değilim.

Onun için bana ancak tebrik etmek kalıyor.